İlk Uygarlıklar, Şehirlerin Fonksiyonları ve Nüfus Politikaları
Uygarlık veya medeniyet, bir ülke veya toplumun, maddi ve manevi varlıklarının, düşünce, sanat, bilim, teknoloji ürünlerinin tamamını ifade eder, insanlığın ilk yıllarından günümüze kadar geçen süre içinde yeryüzünde birçok medeniyetler kurulmuştur. Bu medeniyetler coğrafi koşulların da etkisiyle ırk, din, yaşam tarzı vs. bakımından farklılıklar göstermiştir. Genel olarak medeniyetler isimlerini kuruldukları bölgeden almaktadır.
İklim, medeniyetlerin dağılışını etkileyen önemli faktörlerden biridir. Son buzul döneminde Dünya üzerinde dağınık hâlde ve seyrek nüfuslu olan insan toplulukları, buzul sonrası dönemlerde iklimin değişmesiyle birlikte topluluklar hâline gelmeye başlamıştır. Özellikle iklimde meydana gelen ısınmalar sonucu kuraklığın artması, insanların su kaynakları ve verimli tarım alanları etrafında toplu hâlde yaşamasını zorunlu kılmıştır.
İlk Medeniyetlerin Kuruluşu
Mezopotamya Medeniyeti
Mezopotamya; Irak, Doğu Suriye ve Türkiye’de Güneydoğu Anadolu’yu kapsayan coğrafi bir bölgedir. Mezopotamya "iki nehir arasındaki yer” demektir. Fırat ve Dicle nehirleri arasındaki bölge Mezopotamya olarak tarif edilmektedir. Bu bölge verimli topraklara sahip olması ve iklim koşullarının uygun olması nedeniyle çok eski dönemlerden beri sürekli göç almıştır. Mezopotamya, birçok farklı kültür ve halkın karıştığı bir bölge olmuştur.
Mezopotamya medeniyeti Fırat ve Dicle nehirleri tarafından sulanan verimli Mezopotamya Ovası’nda kurulan kültürlerden oluşur. Sümerler, Akadlılar, Babiller, Asurlular Mezopotamya Medeniyeti’ni oluşturan uygarlıklardır. Mezopotamya uygarlıkları tarım alanındaki uygulamalarıyla (sulama kanalları inşa edilmesi, bataklıkların drene edilmesi, taşkın sahalarının düzenlenmesi vs.) ünlüdür. Mezopotamya uygarlıkları, verimli tarım alanları ve su kaynakları etrafında kurulan şehir devletlerinden oluşmuştur.
Mısır Medeniyeti
Nil Nehri tarafından sulanan verimli arazilerde kurulmuştur. Etrafının çöllerle çevrili olması nedeniyle diğer kültürlerden fazla etkilenmemiştir. Bu nedenle kendine özgü özelliklere sahip bir medeniyettir. İklimin uygun olması, tarım alanlarından yılda iki kez ürün alınabilmesi ve Nil Nehri gibi büyük bir su kaynağının bulunması Mısır medeniyetinin gelişmesindeki önemli etkenlerdir. Nil Nehri’nin sık sık taşması ve tarım alanlarını etkilemesi, Mısırlıları taşkın zamanlarını hesaplama ve taşkınlar sonrası bozulan tarla sınırlarını belirleme konusunda araştırmalara yöneltmiştir. Böylece astronomi, matematik ve geometri konularında ilerlemişlerdir. Nil Nehri sayesinde ulaşım olanakları gelişmiştir. Bu durum ticaretin gelişmesinde ve vergilerin kolayca toplanmasında etkili olmuştur.
İnka Medeniyeti
Güney Amerika Kıtası'ndaki And Dağları'nın Ekvator çevresindeki bölümlerinde (Peru) kurulmuştur. Şehirlerini ve kalelerini çoğunlukla And Dağları’nın yüksek kesimlerindeki dik ve sarp yamaçlara inşa etmişlerdir. İnka şehir mimarisi ve taş işçiliği günümüzde birçok bilim adamını şaşırtmaktadır. İnka ören yerlerinde yapılan kazılarda, İnka kraliyet ailesine ait kişilerin mumyalaşmış cesetleri bulunmuştur. And Dağları'nın yüksek tepelerindeki buzların içinde kalarak günümüze kadar ulaşmışlardır. Bu medeniyet 1572 yılında İspanyollar tarafından ortadan kaldırılmıştır.
Maya Medeniyeti
Meksika'nın güneyi ile Orta Amerika’nın kuzey bölgelerini içine alan geniş bir alanda kurulmuştur. Tarım, en önemli geçim kaynağıydı. Piramit, tapınak ve çeşitli sanat eserleri inşa etmişlerdir. Yapılan araştırmalara göre Mayalar'ın astronomi, matematik, mimari ve sanat gibi birçok alanda ileri bir uygarlık düzeyinde oldukları tespit edilmiştir. Maya uygarlığı birçok bakımdan sona ermişse de, yaygın inanışın aksine Mayalar yok olmamışlardır, hâlen Meksika sınırları içinde yaşamakta ve Maya dillerinden bazılarını konuşmaktadırlar.
Aztek Medeniyeti
Aztek medeniyeti, Meksika’nın orta ve güney kesimlerini içine alan bölgede kurulmuştur. 14. ve 16. yüzyıllar arasında hüküm sürmüşlerdir. Tarım, en önemli geçim kaynağıdır. Günümüzde Dünya’nın en büyük piramidi Meksika’da bulunur. Aztekler’e ait bu piramit 182 107 metrekare alan üzerine kurulmuştur ve yüksekliği 54 metredir.
Akdeniz Uygarlıkları
Akdeniz kıyıları, liman olmaya elverişli ada ve yarımadaların bulunmasından dolayı farklı medeniyetlerin kurulmasına neden olmuştur. Akdeniz uygarlıkları Akdeniz kıyıları boyunca kurulmuş çeşitli kültürlerden oluşur. Bu uygarlıkların en önemlileri; Girit, Miken, Yunan, Lidya, Roma ve Fenikelilerdir. Bu uygarlıkların önemli bölümü yer altı kaynakları bakımından fakir bölgelerde kurulduklarından denizcilikte ileri gitmişlerdir. Gemi yapımı, balıkçılık ve deniz ticareti önemli geçim kaynaklarıdır. Deniz ticareti sayesinde farkı uygarlıklar arasında ticari malların yanı sıra kültürel değerler de taşınmıştır. Akdeniz uygarlıklarında kentleşme olgusu doğu kıyılardan batı kıyılara doğru yayılmıştır.
Çin Medeniyeti
Güneydoğu Asya'da kurulmuştur. Çin Medeniyeti, yaklaşık 4 bin yıllık tarihi ile Dünya’nın en eski medeniyetlerindendir. İnsanlık tarihinin en önemli buluşlarından kâğıt, pusula, barut ve matbaa Antik Çin medeniyetine aittir. İpek böceğinden ipek elde etmişler ve tarihte İpek Yolu olarak bilinen ticaret yolunun açılmasını sağlamışlardır.
Hint Medeniyeti
Hint Yarımadası'nda kurulmuştur. Hint Yarımadası'ndaki uygun iklim koşulları ile Ganj ve İndus nehirlerinin suladığı verimli ovalar medeniyetlerin kurulmasına olanak sağlamıştır. Hint medeniyeti tarihinde, güçlü imparatorluklar yerine küçük prensliklere rastlanmaktadır. Hint medeniyetinde en önemli toplumsal kurum "Kast Teşkilâtı” dır.
Tarihsel Süreçte Şehirler
İnsanoğlunun yerleşik hayata geçmesinden sonra nüfusun artmasına bağlı olarak şehir yerleşmeleri ortaya çıkmıştır. Tarihçiler ve sosyologlar, şehirlerin ortaya çıkışını uygarlıkların doğuşu olarak değerlendirmektedirler. Dünya’da şehirlerin ilk kuruluş tarihi günümüzden beş bin yıl öncesine kadar gitmektedir. Ancak Dünya nüfusunun büyük kısmı yakın zamana kadar kırsal kesimde yaşamıştır. Çünkü şehirleşme olgusu tarihsel süreçte yavaş seyretmiştir.
Elverişli koşullara sahip olan köy yerleşmeleri zamanla gelişerek binlerce insanın toplandığı merkezler hâline gelmiştir. Şehir yerleşmelerinde tarımın yanı sıra diğer sektörler de geçim kaynakları arasına girmeye başlamıştır. Şehir yerleşmelerinde maden ocakları, sağlık, eğitim - öğretim kuruluşları, idari binalar, çarşılar ve ticarethaneler kurulmaya başlanmıştır.
Dünya'da ilk şehir yerleşmeleri Mısır, Hindistan ve Güneydoğu Asya’nın akarsu vadilerinde belirmeye başlamıştır. Söz konusu alanların tarımsal faaliyetlere elverişli olması şehirlerin buralarda kurulmasında etkili olmuştur. Bu şehirlerin kurulmasıyla birlikte bilgi birikimi başlamış, bilim, teknik ve sanat alanlarında ilerlemeler görülmüştür. Milattan Önce 3000'li yıllarda Nil Vadisi’nde ve Akdeniz Havzası'nda şehirler kurulmuştur. Yine Milattan Önce 2000 yıllarında Kuzey Çin’de, Güney ve Güneydoğu Asya'nın akarsu vadilerinde şehirleşme hareketlerine rastlanmaktadır.
Modern şehirleşme süreci İngiltere’de ortaya çıkan Sanayi Devrimi ile birlikte hız kazanmıştır. 17. yüzyıldan itibaren şehirlerin hızla gelişmeye başlamasında büyük tüccar, arazi sahipleri ve sermayedarların şehirlerde toplanması etkili olmuştur. Şehirlerin hem büyüklük hem de sayıca artmaya başlaması Sanayi Devrimi ile birlikte olmuştur. Sanayi Devrimi ile birlikte şehirlerde yapılan yatırımlar, yeni ekonomik faaliyet kollarının doğmasına ve yaygınlaşmasına neden olmuştur. Özellikle fabrikaların kurulmasına bağlı olarak üretimin artması, şehirlerde hızlı nüfus artışını gerçekleştirmiştir.
Şehirlerin Nüfus Gelişimi
İlk şehirlerin etki alanları az olduğu için nüfusları pek fazla artmamıştır. Nitekim Sümerlere ait şehirlerin nüfusları 7 000 - 20 000 arasında değişmekteydi. Şehirlerin kurulması, beraberinde siyasi otoritenin ortaya çıkmasını ve güçlenmesini sağlamış, buna bağlı olarak tarihte ilk devletler sahneye çıkmaya başlamıştır. Örneğin, milattan önceki yıllarda Babil ve Akad krallıkları kurulmuştur. Bu durum, şehirlerde nüfusun yığılmasına neden olmuştur. Mezopotamya'da kurulan bazı şehirlerin nüfusları 100 bini aşmıştır. Günümüze doğru şehirlerin nüfusu hızlı şekilde artmıştır. Örneğin, Londra’nın nüfusu 1800 yılında 1 milyon iken, 1850 yılında 2 milyona, 1895 yılında 5 milyona, 1965 yılında ise 11,5 milyona yükselmiştir.
Yıllar | Şehir Nüfusu | Şehir nüfusu yüzdesi |
---|---|---|
1800 | 20 000 ve daha fazla | 2,4 |
1800 - 1850 | 20 000 ve daha fazla | 4,3 |
1850 - 1900 | 20 000 ve daha fazla | 9,2 |
1900 - 1950 | 20 000 ve daha fazla | 20,9 |
1950 - 1990 | 20 000 ve daha fazla | 33 |
1990 sonrası | 100 000 ve daha fazla | 50'den fazla |
Dünya’da 1820 yılında 100 bini aşan şehirlerin sayısı 22 iken, 1890 yılında bu sayı 120’ye yükselmiştir. Yıllara göre şehirleşme sürekli olarak artmıştır. 1800 yılında nüfusu 20 binden fazla olan şehirlerin toplam nüfus içindeki payı % 2,4 iken, bu oran 1950 - 1960 yılları arasında % 33’e yükselmiştir. 1990 yılından sonra ise nüfusu 100 binden fazla olan şehirlerin toplam nüfus içindeki payı % 50’nin üzerine çıkmıştır.
Nüfusu 10 milyonu aşan şehirlerin en fazla olduğu kıta Asya’dır. Bu durum, Asya Kıtasının Dünya nüfusunun yaklaşık yarısını barındırması ile ilgilidir. Yakın zamanda bu tabloya Tahran, Jakarta, Haydarabad ve Lahor gibi şehirler dahil olacaktır.
Günümüzde şehirler, sadece büyüme ve nüfus artışları ile kalmamıştır. Şehirler adeta birbirleri ile birleşme (entegre olma) durumuna girmiş ve geniş bir sahaya yayılma eğilimi göstermiştir. Şehir hayatında diğer önemli gelişmelerden biri de 19. yüzyılda şehrin çevresinde kenar mahalle ve banliyölerin ortaya çıkmasıdır. Bu durum ulaşım araçları ve özellikle trenlerin yaygınlaşması ile olmuştur. Günümüzde buna en güzel örneklerden biri de İstanbul ve Kocaeli illeridir. Bu iki şehir arasındaki alan "şehirleşmiş bölge" olarak nitelendirilmektedir. Bu durum, her iki şehrin büyümesi ve birbirlerine yaklaşmasının sonucudur.
Şehirlerin Fonksiyonel Gelişimi
Yeryüzünde ilk ve en eski şehirler tarıma dayanan uygarlıkların geliştiği sahalarda ortaya çıkmıştır. Bu gelişmede coğrafi konum büyük rol oynamıştır, ilk şehirlerin nüfusları, kalabalık bir çiftçi kitlesi dışında din adamları, yöneticiler, tüccarlar ve zanaatkarlardan meydana geliyordu.
Mesleklerin çeşitlenmesi kentin yerleşme düzenine de yansımış ve saraylar, tapınaklar kentin merkezini oluşturmuştur. Bu merkezin çevresinde üreticilerin hem evleri hem de iş yerleri olan yapılar ile ambarlar ve tahıl depoları yer almıştır. Sonuç itibarıyla İlk Çağ'ın kentleri genel olarak tarım şehri hüviyetindeydi.
Sanayileşme hareketinin gelişmesi ile şehirleşme oranı artmış ve şehirlerin fonksiyonel değişimi hızlanmıştır. Değişen koşullara bağlı olarak şehirlerdeki faaliyetler de farklılaşmıştır. Siyasi ve iktisadi etkenlerin de etkisiyle nüfus artmış ve günümüzün büyük şehirleri ortaya çıkmıştır.
Şehirlerin Gelişimlerinin Küresel Etkileri
Şehirler kendi alanları ile birlikte yakın çevrelerini de etkilerler. Ancak her şehrin etki alanı birbirinden farklılık göstermektedir. Dünya üzerindeki bazı şehirlerin etkisi sadece kendi çevresiyle sınırlı değildir. Bu şehirler küresel ölçekte etkiye sahiptir. Etki sahasının büyük olmasında, şehirlerin nüfusu ve fonksiyonel özellikleri en önemli etkenlerdir.
Şehirler sahip oldukları özellikleri ile Dünya’yı etkisi altına alabilmektedir. Örneğin, New York’ta meydana gelen bir olay Dünya’nın büyük bir kısmını etkilerken, Sudan’ın Hartum şehrinde meydana gelen bir olay sadece yakın çevresindeki dar bir bölgeyi etkilemektedir
Günümüzde Dünya'nın önde gelen ülkelerinde meydana gelen siyasi ya da ekonomik sorunlar bütün Dünya’yı etkisi altına alabilmektedir. Örneğin işlem hacmi fazla olan borsalardan birinde meydana gelen dalgalanma adeta domino etkisi gibi diğer bütün borsaları etkilemektedir.
Dünya ekonomisindeki en önemli olaylardan biri de 1929 yılındaki krizdir. New York Borsası’ndaki hisse senetlerinin bir gün içinde çok fazla değer kaybetmesiyle başlayan kriz, Sovyetler Birliği hariç bütün Dünya’yı etkileyen genel ekonomik bunalıma dönüşmüştür.
Şehirler ve Etki Alanları
Şehirlerde yaşayan insanlar, geçimlerini önemli ölçüde tarım dışı sektörlerden yani ticaret, sanayi, ulaşım, turizm, idari ve mali işlerden sağlarlar. Bu yönüyle şehirlerdeki ekonomik faaliyetler kırsal kesime göre daha çeşitlidir.
Şehirler, yapılan faaliyetlerin bir ya da bir kaçı ile ön plana çıkarlar. Şehirlerin gelişmesinde önemli paya sahip olan faaliyet türü o şehrin asıl fonksiyonunu belirler. Bazıları ise aynı anda birden fazla fonksiyona sahip olabilir. Şehirler, çeşitli faaliyet ve hizmetleri kendinde toplamıştır. Bunlarla dar veya geniş bir alanı etkiler. Ayrıca şehrin etki bölgesiyle bir bütün teşkil eden ve gelişen yerleşmeler ortaya çıkmıştır. Şehirsel fonksiyonlar, şehirleri çevrelerine göre bir çekim alanı hâline getiren önemli unsurlardır. Bu özelliğine bağlı olarak şehrin hem nüfusu artmakta, hem de faaliyetler ve hizmetler çeşitlenmektedir.
Dünya’da Büyük Şehirlerin Kurulduğu Yerler
Sahip olduğu fonksiyonlar bir şehrin Dünya sahnesindeki önemini belirler. Şehirlerin bazıları konumu, hinterlandı ve fonksiyonları sonucunda oldukça gelişmiş ve Dünya’daki önemli şehirler arasında yer almışlardır. Bu özellikleri ile küreselleşen ekonominin ve diğer bazı faaliyetlerin kontrol merkezleri hâline gelmiştir.
Küresel etkiye sahip büyük şehirlerin ortak özelliği orta kuşakta bulunmalarıdır. Bazıları deniz kenarında olup hinterlandıyla bağlantısı kolaydır. Bazıları ise doğal güzellikler yönüyle zengindir. Bu şehirlerin bir kısmı da tarihi niteliklerinin etkisiyle Dünya’nın en büyük şehirleri unvanını kazanmışlardır.
Şehirlerin Fonksiyonları ve Etki Alanları
Şehirlerin etki alanını belirleyen etken, onların fonksiyonel özellikleridir. Bu yönüyle şehirlerin etki alanlarının genişliği farklılık gösterir. Küresel ve yerel etkiye sahip olan bazı şehirler ile bu şehirlerin etki alanlarının oluşmasındaki şehirsel fonksiyonlar şu şekilde örneklendirilebilir:
Roma
Tarih boyunca Dünya’yı siyasi ve dini olarak etkisi altına alan önemli şehirlerden biridir. Bu nedenle “Dünya’nın başkenti" unvanına layık görülmüştür. Kuruluşundan yaklaşık bin yıl sonra bazı araştırmacılara göre bir milyona varan nüfusuyla İngiltere’den Basra Körfezi’ne, Karadeniz kıyılarından Afrika'ya kadar uzanan Roma İmparatorluğu’nun başkenti idi. Bundan dolayı yalnızca imparatorluğun sınırlan içinde kalan yerleri değil, Dünya’nın büyük kesimini siyasi ve dini olarak etkisi altına almıştır.
Roma, Hıristiyanlıkta Katoliklerin dini merkezi olan Vatikan’ı da içine aldığından, çift başkent rolüne de sahiptir. Vatikan bağımsız bir bütünlük hâlinde işlev görmektedir ve küresel etkisi İtalya'nınkinden çok daha fazladır.
Mekke
Sınırları içinde İslamiyet’in kutsal mekânlarından olan Kâbe bulunmaktadır. İslamiyet’in doğuşuyla birlikte önem kazanmış ve dini bir şehir olma özelliğini kazanmıştır. Yakın çevresiyle birlikte bütün Dünya’daki Müslümanları etkisi altına almıştır. Her yıl Dünya'nın farklı ülkelerinden yüz binlerce Müslüman bu şehri ziyaret etmektedir.
Essen
Madenciliğe bağlı olarak gelişen ve büyüyen şehirlerden biridir. Almanya’nın altıncı büyük şehridir. Essen, Avrupa’nın en büyük sanayi bölgelerinden biri olan Ruhr Bölgesi'nde yer almaktadır. Bu şehir 18. yüzyılda küçük bir şehir iken, çevresinde geniş kömür havzalarına bağlı olarak hızla gelişmiştir. Şehir, çevresindeki yerleşim alanlarını da kendine bağlayarak büyümüştür.
Şam
Orta Doğu’da yolların kavşak noktalarından birinde yer alan Şam, Dünya’nın en eski şehirlerinden biridir. Suriye’nin başkenti Şam, aynı zamanda Arap dünyasının en eski ve en kalabalık şehirlerinden birisidir. Deniz seviyesinden 690 metre yükseklikte Barada Nehri’nin oluşturduğu bir vahada yer alır. Coğrafi olarak Orta Doğu’ya oldukça hakim bir noktadadır. Bütün bu kentlere oldukça iyi kara yolu ağıyla bağlıdır. Şam, geçmiş dönemlerde kervan yollarının kavşak noktasında yer aldığı için önemli uğrak yerlerinden biri olmuştur.
Marsilya
Marsilya, Akdeniz’in ticari kapasitesi en fazla olan limanlarından biridir. Tarihte ilk olarak M.Ö. 600 yılında Yunanlı denizcilerin kurduğu Marsilya şehri, zamanla eski liman denilen Vieux Limanı etrafında genişleyerek bugünkü hâlini almıştır. Yunanlıların, İzmir yakınlarındaki bugünkü Eski Foça şehrini kaybetmelerinden sonra kendilerine koloni yaptıkları bir şehir olarak da bilinmektedir.
Oxford
Oxford’da beşerî faaliyetlerin merkezinde eğitim gelmektedir. Eğitim faaliyetleri şehrin özel bir karakter kazanmasına neden olmuştur. Şehirde yüksek düzeyde eğitim veren kurumlar bulunmaktadır. Dünya'nın en köklü üniversitelerinden Oxford Üniversitesi'ne ev sahipliği yapan bu kent tam bir öğrenci şehri olma özelliğini yüzyıllardır korumaktadır. Dünya’nın dört bir yanından gelen öğrencilerin varlığıyla oldukça kozmopolit bir yapıya sahip olan Oxford’un nüfusu yaklaşık 140 bindir. Tarihi 8. yüzyıla kadar uzanan şehir, Oxford Üniversitesi'nin tarihi ve görkemli kolejleri, yemyeşil parkları, mimarisi ve kültürel geçmişiyle turistler için de bir cazibe merkezidir.
Tokyo
Japonya’nın önemli sanayi bölgelerinden birisidir. Ticari, siyasi ve kültürel açıdan merkez durumunda olan Tokyo ülkesinin en büyük kentidir. Aynı zamanda nüfus açısından dünyanın en kalabalık şehirleri arasında bulunmaktadır.
Tokyo, II. Dünya Savaşı’nda ABD uçakları tarafından bombardıman edilerek yıkıldı. 1950’lerden sonra ülke ekonomisine paralel bir gelişme göstererek hızla büyüdü ve bugünkü seviyesine ulaştı. Tokyo'nun coğrafî konumunun elverişli olması, sanayi faaliyetlerinin bu şehrin çevresinde yoğunlaşmasına neden olmuştur.
Paris
Paris 987 yılında Fransa’nın başkenti olmuştur. Seine Nehri’nin üzerine kurulan şehir anıtları, sanatsal ve kültürel yaşamı ile tanınmıştır. Şehir, Dünya’daki ekonomik ve politik merkezler arasında yer almakta ve uluslararası taşımacılığın geçiş noktalarından birini oluşturmaktadır. Aynı zamanda Dünya'nın moda merkezi durumundadır.
Bayburt
Bayburt, temel geçim kaynağı tarım ve hayvancılık olan şehirlerden biridir. Bayburt ve çevresinde yer şekilleri engebelidir. Ekonomik kaynakların sınırlı olmasından dolayı fazla göç vermektedir. Sanayileşme ise yok denecek kadar azdır. Ticaret ve sanayinin gelişmediği Bayburt'ta tarım ve hayvancılık başlangıçtan beri ekonomiyi sürükleyici bir rol oynamıştır. Günümüzde Bayburt, tarım ve hayvancılık faaliyetlerine bağlı olarak sadece yerel etkiye sahip bir şehir kimliğindedir.
Nüfus Politikaları
Nüfus Politikası Uygulamasının Gerekliliği
Günümüzde nüfus ve nüfus artışı, ülkelerin en çok ilgilendikleri konulardan biridir. Çünkü artan Dünya nüfusu bir yandan sınırlı doğal kaynakları tüketirken, birtakım sorunları da beraberinde getirmektedir. Geçmiş dönemlerde nüfusun sayısal yönden fazlalığı, ülkelerin güçlü olmaları için yeterli görülüyordu. Ancak günümüzde nüfusun sayısal fazlalığından çok, nitelikleri üzerinde durulmaktadır. Nüfus miktarı ve özellikleri ile ülkelerin kalkınmaları arasında ilişki kurulmaktadır.
Geçmiş dönemlerde de nüfus konusu üzerinde durulmakla birlikte bir sorun olarak görülmeye başlanması yakın zamanda ortaya çıkmıştır. 19. yüzyılda nüfus bilimiyle uğraşan bilim adamları, o dönemdeki nüfus artış hızının devam etmesi hâlinde Dünya kaynaklarının bir dönem sonra yetersiz kalacağını öngörmekte idiler. Bugün bu endişe çok yersiz çıkmıştır. Ancak endişe önemli ölçüde uyarıcı olmuştur. 20. yüzyılın tamamında Dünya nüfus artış hızı önemli ölçüde yavaşladı. Teknoloji gelişimi ise Dünya kaynaklarındaki üretim verimliliğini olağanüstü artırdı ve böylece Dünya’mızın doğal kaynak dengesi sürdürülebilir kılındı.
Nüfusun sayısal ve yapısal özelliklerinin değişmesi birtakım sorunlara yol açmaktadır. Nüfus bilimcilerin endişe kaynağı, Dünya nüfusunun giderek yaşlanıyor olmasıdır. Bu yaşlanma özellikle gelişmiş ülkelerin bulunduğu alanda ve büyük ölçüde Avrupa Kıtasında yaşanacaktır. Yaşlanma ile birlikte diğer endişe kaynağı İse ülkelerin nüfuslarında görülecek olan mutlak azalmalardır.
Günümüzde nüfusun az artması ya da nüfusun eksilmesi de ülkelerin geleceklerini tehdit etmektedir. Bu nedenle nüfusun belli bir oranda, sorunlara yol açmadan artması hedeflenmektedir. Nüfusun niteliğini (eğitim), niceliğini (sağlık ve doğurganlık) ve dağılımını (kır, şehir, dış ülke) etkilemek amacıyla yapılan bilinçli çalışmaların tümü bir ülkenin nüfus politikalarını oluşturmaktadır. Dünya’da genel olarak uygulanan üç çeşit nüfus politikası vardır.
- Nüfus artış hızını azaltmaya yönelik uygulanan nüfus politikaları. (Çin ve Hindistan gibi nüfusun fazla olduğu ülkelerde uygulanmaktadır.)
- Nüfus artışını yükseltmeye yönelik uygulanan nüfus politikaları. (Nüfusu azalan ya da çok az artış gösteren Fransa, İngiltere ve Almanya gibi ülkelerde uygulanmaktadır.)
- Nüfusun nitelik ve niceliğini iyileştirmeye yönelik uygulanan nüfus politikaları. (Türkiye gibi gelişmekte olan bazı ülkelerde uygulanmaktadır.)
Bazı Ülkelerde Uygulanan Nüfus Politikaları
Dünya genelinde ülkelere göre uygulanan nüfus politikaları farklılık gösterir. Bunun en önemli nedeni nüfus artışının ülkelere ve zamana göre farklılık göstermesidir. Günümüzden 30 - 40 yıl öncesine kadar Dünya’da nüfus artışının en fazla olduğu yerler Güney Asya, Orta ve Güney Amerika iken 1970’li yıllardan sonra Afrika Kıtası nüfus artışında öne geçmiştir.
Geçmişte nüfus patlaması yaşanan ve Dünya’nın diğer alanlarına göç veren Avrupa ülkeleri, şimdi en düşük nüfus artış oranına sahiptirler. Avrupa Kıtası için yeni yüzyılda izlenecek nüfus politikası çok önemli bir konuma gelmektedir. Çünkü nüfustaki azalma ve yaşlanma iş gücünde gerileme, iç talepte gerileme ve bağımlı nüfusta önemli bir artış anlamına gelmektedir.
Bir ülkedeki genç ve yetişkin nüfustaki veriler ekonomik büyüme potansiyelinde belirleyici olmaktadır. Buna göre, Avrupa’daki nüfus verileri önümüzdeki dönemde ekonomik büyüme potansiyeli üzerinde sınırlayıcı rol oynayacaktır. Çünkü yetişmiş iş gücünün azalması ekonomik büyümeyi olumsuz etkilemektedir. Bazı Avrupa ülkeleri iş gücü açığını kapatmak amacıyla diğer ülkelerden göçmen kabul etmektedir.
Dünya’da, farklı ülkelerde farklı nüfus politikalarının uygulanması, ülkelerin önceliklerine ve ülkedeki dengelere bağlıdır. Bazı ülkeler nüfus artış hızını düşürme çabası içindeyken, bazıları da nüfus politikaları sonucunda düşen artış hızlarını tekrar yükseltme eğilimindedir. Buna göre, bazı ülkelerde uygulanan nüfus politikası örnekleri şöyledir:
Japonya
Dünya'da nüfus politikalarını başarıyla uygulayan ülkelerden biri Japonya’dır. Ancak Japonya'da önceki dönemlerde ve günümüzde uygulanan nüfus politikaları farklılık göstermektedir. Gelişme yıllarında nüfusu artırıcı nüfus politikaları izlenmiş, ailelerin çok sayıda çocuk sahibi olmaları özendirilmiştir.
Nüfus miktarını artırmaya yönelik çalışmaların başarıya ulaşması sonucunda 1947 yılında ülkedeki nüfus artış hızı %o 20'ye yükselmiştir. Ancak nüfus artış hızı tahmin edilenden fazla olunca, 1948 yılında çıkarılan yasayla aile planlaması uygulamasına geçilmiştir. Bu uygulamalar sonuç vermiş ve 1980’lerin başında nüfus artış hızı %o 10’un altına düşürülmüştür.
Nüfus artış hızının düşük seviyelere inmesi nedeniyle 1990'lı yıllardan itibaren aile planlaması uygulamalarından vazgeçilmiş ve ailelerin çok çocuk sahibi olmaları teşvik edilmiştir. 2000 yılında ise nüfus artış hızı %o 1 'in altına düşmüştür. Japonya’da nüfus artış hızındaki düşme, nüfus piramidinde de görülmektedir.
Nüfus artışının azalması nüfusun yaşlanmasına yol açmakta, bu da iş gücü ihtiyacının karşılanmasını güçleştirmektedir. Günümüzde Japonya, tüm Dünya’da oransal olarak en yaşlı nüfusa sahip ülkedir. Japonya nüfusunun yaklaşık dörtte biri 65 yaşın üzerindedir.
Çin
Dünya nüfusunun yaklaşık beşte birini barındıran Çin, en fazla nüfusa sahip ülkedir. Bu durum ülkede uygulanan nüfus politikalarının önemini artırmaktadır. Nüfusun güç olarak görülmesi nedeniyle 1950 yılına kadar nüfusu artırıcı politikalar izlenmiştir. 1953 yılında yapılan nüfus sayımında nüfus miktarının yarım milyarın üzerinde çıkması sonucu, nüfus artış hızını düşürmek için çalışmalar başlatılmıştır.
Nüfus artışını düşürmek için yapılan çalışmalar ilk olarak şehirlerde başlatılmıştır. Ancak bu kampanyalar fazla etkili olmamış ve nüfus artışı yüksek seyretmeye devam etmiştir. 1979 yılında resmi olmayan tek çocuk siyaseti izlenmeye başlanmıştır. Kırsal kesimde iş gücü ihtiyacından dolayı şikayetler gelince ailelere dört yıl sonra bir çocuk daha edinme hakkı tanınmıştır.
Tek çocuk politikasının olumsuz yanlarından biri de nüfusun cinsiyet dengesinin bozulmasıdır. Ailelerin erkek çocuk istemeleri kız çocuk sayısının azalmasına neden olmuştur. Devlet kız çocuk sahibi olmayı teşvik etmek amacıyla özel ödül sistemi getirmiştir. Buna göre bir çocuğa veya iki kıza sahip köylü ailelere 60 yaşından sonra ikramiye verilmektedir.
Fransa
Avrupa ülkelerinin büyük bölümünde nüfus artış hızı Dünya ortalamasının altındadır. Bu nedenle kıtadaki ülkelerin çoğu nüfuslarını artırmaya yönelik politikalar izlemektedir. Fransa da bu ülkelerden biridir.
Fransa’da nüfus artış oranı I. ve II. Dünya Savaşları sırasında düşmüştür. 1950 -1970 döneminde ise adeta nüfus patlaması yaşanmış ve nüfus hızla artmıştır. Fakat 1975 yılından sonra nüfus artış hızı gözle görülür şekilde düşmeye başlamıştır. Bu nedenle Fransa hükümeti nüfus artış hızının düşmesinin olumsuz sonuçlarını azaltmak için bazı çalışmalar yürütmeye başlamıştır. Bunlar, ailelerin daha fazla çocuk sahibi olmalarını teşvik etmek ve yabancı işçi göçüne izin vermek gibi uygulamalardır. Bu amaçla fazla çocuk sahibi olmak, afiş ve broşürlerle özendirilmeye çalışılmıştır.
Son yıllarda, kısıtlama getiren bir politikaya rağmen, dış ülkelerden Fransa’ya yapılan girişler, tamamen durmamıştır. Geçen 10 yıl içerisinde, göçün nüfus artışına toplam olarak yaklaşık 500 000 kişilik bir katkısı olduğu düşünülmektedir.
Yaş grubu | 1960 | 1980 | 1990 | 2000 |
---|---|---|---|---|
0 - 19 | 31,2 | 29,3 | 26,7 | 24,5 |
29 - 39 | 27,2 | 27,7 | 28,3 | 26,2 |
40 - 59 | 22 | 22,2 | 20,8 | 22,7 |
60 - 74 | 15,7 | 15,9 | 17 | 18,4 |
75 - 84 | 3,3 | 4,4 | 5,7 | 6,1 |
85 ve üzeri | 0,6 | 0,9 | 1,5 | 2,1 |
Fransa’da 2000 yılında yaklaşık dört kişiden biri 20 yaşın altındadır ve 65 yaş veya üzerindeki kişilerin oranı % 16’dır. 1990 yılında ise 65 yaş üstü kişi oranı sadece % 14 idi. Bu artış, yaşlı kişilerin oranında artış olduğunu ve nüfusun yaşlandığını göstermektedir. 85 yaş ve üstünde olan kişilerin oranı, 1975 yılında % 0,9’dan (500 000 kişiden az) 2000 yılında % 2’nin üzerine (yaklaşık 1,2 milyon) çıkarak, daha da hızlı bir artış kaydetmiştir.
Nüfus Politikalarının Olumlu ve Olumsuz Yönleri
Günümüzde nüfus politikalarının olumlu ve olumsuz yanlarıyla ilgili farklı görüşler mevcuttur. Bu görüşlerden birincisi, gelişmekte olan ülkelerde nüfus artış hızının yüksek olmasının, bu ülkelerin ekonomik kalkınmalarını engelleyeceğini savunmaktadır.
Diğer bir görüş nüfus artış hızının düşük olmasının olumsuz yanlarına dikkat çekmektedir. Bu görüşe göre, gelişmiş ülkelerde nüfus artış hızının çok düşük olması, hatta durması yaşlı nüfusun artması ve iş gücü açığı gibi birçok sorunu beraberinde getirecektir.
- Ekosistem ve Madde Döngüsü
- İnsan ve Doğa Etkileşimi
- Nüfusun Gelişimi, Dağılışı ve Nitelikleri
- Göçlerin Neden ve Sonuçları
- Ekonomik Faaliyetlerin Ortaya Çıkışı ve Gelişimi
- İlk Uygarlıklar, Şehirlerin Fonksiyonları ve Nüfus Politikaları
- Göç ve Şehirleşmenin Ekonomiyle İlişkisi
- Kıtaların Keşfi ve Küçülen Dünya
- Ülkeler Arası Etkileşim
- Ülkeleri Tanıyalım I
- Ülkeleri Tanıyalım II
- Ülkeleri Tanıyalım III
- Küreselleşmenin Etkileri
- Doğal Afetler ve Etkileri
- Doğal Kaynaklar ve Çevre
- Doğal Kaynakların Kullanımının Küresel Etkileri