Doğal Kaynaklar ve Çevre
Doğal kaynaklar ve çevre çağımızın önemli konularından biridir. Doğal kaynakların hızla tüketilmesi ve çevreye verilen zarar insanlığın geleceğini tehdit etmektedir.
Geçmişten Günümüze Doğal Kaynaklar
Taşlar
İnsanların, çakmak taşı ve volkan camı gibi sert kayaçları keşfetmesiyle madencilik faaliyetleri başlamıştır. Bu taşların işlenip çeşitli aletlerin yapılmasıyla ilk taş işletmeciliği ortaya çıkmıştır. İlk yerleşmelerin kurulmasında su kaynakları ve sert kayaçların varlığı birlikte etkili olmuştur. Neolitik Çağ’da ham madde olarak çakmak taşı ve volkan camı ticareti yapılmıştır. İnsanlar taşları yontarak çeşitli alet ve sanat eserleri ortaya koymuştur.
Günümüzde taş ticareti süs eşyaları yapımında ve yapı malzemeleri gibi değişik alanlarda sürdürülmektedir. Elmas, yakut, zümrüt, lüle taşı, oltu taşı gibi taşlar süs eşyaları yapımında, mermer, granit, bazalt gibi taşlar da yapı malzemelerinde kullanılmaktadır.
Metalik Madenler
İnsanlar, ilk olarak doğada parlak rengiyle dikkat çeken hematit gibi minerallerin farkına vararak onları boya malzemesi olarak kullanmaya başlamışlardır. Daha sonra saf bakırı yerleşmelere getirerek, onlara biçim vermeye çalışmışlardır. Soğuk dövdükleri bakırın zamanla çatladığını, kırılıp koptuğunu gören insanlar, zamanla ısıtarak şekil vermeye çalışmışlardır. Isıtarak şekil vermenin daha kolay olduğunu görmüşlerdir. Kalkolitik Çağ’da madenleri işlemek için ısıdan yararlanılmıştır. Bu adım günümüzdeki demir çelik fabrikalarının temelini atmıştır. Maden ustaları derinlere inerek polimetalik (birden fazla metalin birlikte oluşu) cevherleri toplamışlardır. M.Ö. 4000'li yılların sonlarına doğru gümüş, kurşun ve altın gibi madenler yavaş yavaş tarihteki yerlerini almışlardır.
Bakır ve kalay karışımı olan tuncun bulunmasıyla Tunç Çağı başlamıştır. Tunç üretimi büyük değişiklikleri de beraberinde getirmiştir. Bu dönemde döküm, tavlama, kaynak, kaplama gibi teknikler doruk noktasına ulaşmıştır. Demir Çağı’nda demir diğer madenlerden daha az işlenmesine rağmen bu çağa adını vermiştir. Sözü edilen çağlarda metalik madenler basit yöntemlerle ergitilip soğutularak, dövme yoluyla işlenmiştir. Bu metallerden el emeği ile bazı araç ve gereçler yapılmıştır. Bu araç ve gereçler arasında demir saban, atlı araba, tekerlek çemberi, bıçak ve balta gibi aletler gösterilebilir.
Toprak
İnsanlar Neolitik Çağ’da tarım yapmaya başlamışlardır. Böylece toprakla birlikte suyun da önemi artmıştır. Önceleri basit yollarla başlayan tarım, İlerleyen zamanlarda sabanlarla yapılmıştır. Neolitik Çağ’da doğada başıboş gezen hayvanlar evcilleştirilmiş, bu sayede toprakların yanında çayır ve otlaklar da önem kazanmıştır. Tarımla birlikte yerleşik hayata geçen insan sayısı artmış ve artan nüfusun ihtiyacını karşılamak için doğal kaynaklar daha ekonomik hâle gelmiştir. Bu çağda insanlar ilk olarak tarımsal ve hayvansal ürünleri, çevresindeki ham maddeleri işleyerek günlük hayatta kullanmıştır. Yiyecek için kap yapma ihtiyacı doğmuş, bu ihtiyaç için önce taşlar oyulmuş, daha sonra kilin pişirilmesiyle çömlek keşfedilmiştir. Çömlek üretimiyle kilin önemi artmış ve çömlek bu dönemin endüstri ürünü olmuştur.
Maden Çağı’nda sabanın icadı ile toprağın önemi bir kat daha artmıştır. Daha geniş alanlar tarım amaçlı kullanılmıştır. Bu durum, Orta Çağ’ın sonlarına kadar devam etmiştir. Sanayi Çağı'nda önce pulluğun, daha sonra traktörün icadı ile tarımsal faaliyetlerde büyük bir sıçrama olmuştur. Tarımda makineleşme ile orman alanları ve meralar tarım alanı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Tarım toprakları hızla artan Dünya nüfusunun beslenmesinde vazgeçilmez kaynaklardan biri olmuştur.
Ormanlar
Paleolitik Çağ’da avcılık ve toplayıcılık İle yaşamını sürdüren insan, çevredeki bitki ve hayvan topluluklarının zengin olduğu alanları yerleşim alanı olarak seçmiştir. Neolitik Çağ’da ısınmak, yemek yemek, kil fırınları için enerji üretmek ve suda yüzen araçları üretmek için ormanlardan yararlanma yollarına gidilmiştir.
Maden Çağı'ndan Sanayi Çağı’na kadar ormanlar genellikle ergitme işlerinde kullanıldığından, Orta Çağ’ın sonlarına kadar demirciler işletmelerini orman kenarlarına kurmuşlardır. Fenikeliler, Akdeniz kıyılarındaki ormanlardan gemiler yapıp, denizlere açılınca, ormanların önemi artmıştır. 1450’li yıllarda matbaanın icat etmesiyle kitaplar yaygınlaşmaya başlamış, böylece kâğıt önem kazanmıştır. Günümüzde ormanlardan ısıtma, yemek pişirme, mobilya, kâğıt üretimi, demir yollarında kullanma gibi nedenlerle orman alanları hızla tahrip edilmiştir. Ortaya çıkan çevresel sorunlar nedeniyle insanlar, günümüzde gerekli ihtiyaçlarını karşılamak için plantasyon ormanları oluşturmuşlardır.
Su, Rüzgâr ve Güneş
Sulardan Orta Çağ’a kadar sulama, kullanma suyu ve taşıma şeklinde yararlanılmıştır. Orta Çağ’da su ve rüzgârdan, değirmenlerin kanat ve çarkları döndürülerek enerji elde edilmiştir. Bu enerjiler doğrama, kâğıt fabrikaları ve tabakhanelerde kullanılmıştır. Su değirmenleri, yedi yüzyılı aşkın bir zamandır kullanılmakta ve akarsuların önemini artırmaktadır. Su ve rüzgâr değirmenleri günümüzde de varlıklarını korumaktadır. Ancak, günümüzde rüzgâr; kömür, petrol ve doğal gaz karşısında önemini yitirmiştir. Son yıllarda modern rüzgâr türbinlerinden elektrik üretilmeye başlanmıştır.
1970’lerdeki petrol bunalımı rüzgâr için bir dönüm noktası olmuştur. Yeni kuşak yel değirmenlerinin ortaya çıkmasıyla rüzgârın önemi artmıştır. Günümüzde Danimarka, Kopenhag Körfezi’ndeki denizden elektrik enerjisi üretmektedir. Su gücü ile işletilen dinamonun icat edilmesiyle akarsular enerji kaynağı olarak tekrar değer kazanmıştır. Böylece siyah kömürün karşılığı olarak bu kaynağa beyaz kömür denmiştir.
Su gücü ile çalışan dinamoların icat edilmesiyle akarsular tekrar önem kazanmıştır. Böylece dinamo kullanılarak kömür yataklarından uzak bölgelere sanayi tesisleri inşa etmek mümkün olmuş ve yerleşmelere elektrik verilmesiyle su gücü giderek önem kazanmıştır. Bunun sonucu, su gücü bakımından zengin bölgelerde giderek sanayi faaliyetleri yoğunlaşmıştır. Akarsulardan elektrik elde edilmesinin yaygınlaşmasının ardından dalga gücünden de elektrik enerjisi elde etme fikri ortaya çıkmıştır. İnsanlar sulardan ve denizlerden besin maddeleri elde etmişlerdir. Dünya nüfusu arttıkça beslenme amacıyla avlanan balık miktarı da artmaktadır.
Güneş enerjisinden değişik alanlarda yararlanılmaktadır. İlk olarak güneş ışığından yararlanarak enerji çıkaran foto voltaj hücrelerinin geliştirilmesiyle birlikte güneş enerjisi ile elektrik üretimine başlanmıştır. Günümüzde hesap makinelerinden uzay robotlarına kadar birçok makinenin çalıştırılmasında güneş enerjisinden yararlanılmaktadır. Güneş ışığının kesintisiz bir enerji kaynağı olması ve çevreyi kirletmemesi alternatif enerji kaynakları arasında önemli bir yer tutmasına neden olmuştur.
Kömür
Sanayi Devrimi'nden önce kömür, evlerin ısıtılmasında ve demirin ergitilmesinde kullanılan bir enerji kaynağıydı. Sanayi Devrimi’yle birlikte demir çelik sanayisinin vazgeçilmez enerji kaynağı olmuştur. Sanayi Devrimi’nin sonucu olarak çıkan teknolojik gelişmeyle birlikte ham maddelere olan talep hızla artmıştır. 18. yüzyılda buhar makinesinin icadı ve sanayide kullanılmasıyla birlikte kömür enerji kaynağı olarak önem kazanmıştır. Buhar makinesi ilk olarak dokuma fabrikalarında daha sonra trenlerde kullanılmaya başlanmıştır. Böylece daha çok yükü bir yerden başka bir yere nakletmek ekonomik olmuştur. Daha sonraki yıllarda kömür deniz ulaşımlarında kullanılmış, bu gemiler ile yük ve yolcu taşımacılığı yapılmıştır. Böylece deniz ve okyanuslardan yararlanma artmıştır.
Petrol ve Doğal gaz
Petrol, 1800’lü yıllara kadar asfalt, harç, ısıtma aracı ve cadde aydınlatmasında kullanılmıştır. İlk petrol kuyusu 1857 yılında ABD’nin Pensilvanya eyaletinde açılmıştır. Alman Mühendisleri Daimler'in 1895 yılında benzinli motorları, Diesel'in 1910 yılında mazotlu motorları icat etmesiyle petrol büyük bir güç kaynağı hâline gelmiştir.
Doğal gazın önem kazanması petrole göre daha yakın bir geçmişte olmuştur. Ayrıca petrokimya endüstrisinin gelişmesi, günümüzde petrole daha çok önem verilmesini sağlamıştır. Petrol, buhar makinesi ve buhar gücüne olan bağımlılığı azaltmıştır. Termik güç santrallerinin sadece kömüre bağımlı kalmasını önlemiş, petrol ile doğal gaz elektrik enerjisi elde etmede büyük rol oynamıştır.
Turizm
Turizm il. Dünya Savaşı sonrası ülkelere döviz akışı sağlayan önemli bir sektör hâline gelmiştir. Günümüzde dağ, göl, plaj, mağara, çağlayan gibi ilgi çeken oluşumlar turizmde doğal kaynak olarak kullanılmaktadır.
Doğal Kaynakların Kullanımı
Doğal kaynak kullanımı insanoğlunun bugün yaşamının çok önemli bir noktasındadır. Beşeri faaliyetleri inceleyen coğrafyanın bu nedenle konusudur.
Doğal Kaynakların Kullanımında Etkili olan Faktörler
Doğal kaynakların kullanımında etkili olan birçok faktör vardır. Bu faktörlerden en önemlilerini görelim.
Doğal Kaynağın Potansiyeli
Bir doğal kaynağın işletilebilirliği potansiyeline bağlıdır. Bir doğal kaynağın potansiyelini de verimliliği ve rezervi belirler. Potansiyeli yüksek olan doğal kaynaklar kullanılırken, potansiyeli düşük olan doğal kaynaklar ise işletmeye açılmaz.
Kullanılan Yöntem ve Teknolojiler
Doğal kaynakların kullanımında görülen yöntem ve teknolojik farklılıklar, ülkelerin teknolojik seviyeleri ile yakından ilişkilidir. Genellikle gelişmiş olan ülkelerde doğal kaynaklardan en verimli şekilde ve maksimum fayda ile en uzun sürede faydalanılır. Bunun için araştırma ve geliştirme yatırımları yapılır. Az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde ise kullanılan yöntem ve teknolojilerin yetersizliği, araştırma ve geliştirme yatırımlarının az olması doğal kaynakların kullanılmasını olumsuz olarak etkilemektedir. Herhangi bir doğal kaynaktan faydalanma sırasında uygulanan yöntem ve kullanılan teknolojinin çevre koşulları ile uyumlu olması gerekir.
İnsanların İhtiyaçları
İnsanların ihtiyaçları arttıkça doğal kaynaklardan yararlanma oranları da artar. Zamana bağlı olarak insanın ihtiyaçlarıyla doğru orantılı bir şekilde doğal kaynakların kullanımı da artmakta ve çeşitlenmektedir. Hızlı nüfus artışı doğal kaynakların kullanımını artırmaktadır.
Doğal Kaynak Kullanımına Örnekler
Doğal kaynakların bazı bölge ve ülkelerde çok az olması, azami şekilde faydalanılmasını gündeme getirmiştir. Örneğin Japonya, Birleşik Arap Emirlikleri, Hollanda gibi ülkelerde tarım toprakları sınırlı olduğu için teknoloji kullanılarak bu kaynaklardan üst düzeyde yararlanma yoluna gidilmiştir.
Ülkelerin ekonomik seviyeleri ve sahip oldukları çevre bilincine göre doğal kaynakların değeri ve kullanımına ait algılar değişiklik göstermektedir. Örneğin Finlandiya’da çeşitli ihtiyaçlar için kesilen her ağaca karşılık yenisinin dikilmesi gerekmektedir.
İnsanlar verimli tarım alanlarını yerleşim birimlerine çevirebilmek için doğal drenajı değişikliğe uğratmışlar, nehir kenarları boyunca setler yaparak taşkın ovalarına yerleşmişlerdir. Oysa bu setler olmasa, taşkın ovaları taşkın sularını daha geniş alana yayarak gücünü ve yüksekliğini azaltacaktır. Bir nehrin kenarları setlerle çevrildiğinde suyun akış hızı artar ve nehrin taşıdığı alüvyonlar taşkın ovasının verimini artırmak üzere depolanamaz, setin içinde dar bir alanda birikir. Zamanla bu birikinti nehrin yüksekliğini çevresindeki alana göre artırır. Bu durum taşkın ovasına kurulmuş olan yerleşme için felaket riskini de beraberinde getirir.
Doğal Kaynakların Kullanımında Çevre Duyarlılığı
Teknolojik imkânlarla, mekânsal etkileri dikkate alınmadan, çevreye duyarlı projeler kullanılmadığı taktirde çok önemli olan doğal kaynaklar kaybolmaktadır. Doğal kaynakların insanlar tarafından sınır tanımayan, insafsız bir şekilde kullanılması, kaynakların bilinçsizce tüketilmesi, doğa ile yaşam arasında eskiden beri devam ede gelen dengenin süratle bozulmasına neden olmuştur. Hızlı nüfus artışı, düzensiz kentleşme, turizm, sanayileşme gibi etkenler doğal kaynakların sağlıklı bir şekilde kullanılamamasına neden olmakta, bu da çevre duyarlılığının yok olmasına yol açmaktadır. Bunun sonucunda da çeşitli çevre sorunları ortaya çıkmaktadır.
Tüm canlıların sağlıklı ve dengeli bir çevrede mevcut doğal kaynaklarla yaşamlarını sürdürebilmelerini hedefleyen çevre yönetimi yaklaşımı, yeryüzündeki kaynakların sınırlı olduğuna ve geri dönüşümü olmayan bir şekilde tahrip edildiğine dikkat çekerek, ekolojik dengeyi koruyarak ekonomik kalkınmanın sağlanabilmesini açıklamaktadır. Ekonomik kalkınma ile doğal kaynakların korunması birlikte ele alınmalıdır. İnsanların doğal çevrede oluşturduğu değişikliklere örnek olarak, akarsular üzerine kurulan barajlar verilebilir.
Barajlar coğrafi koşullar dikkate alınarak projelendirme ve kullanım stratejileri geliştirilerek inşa edilirse;
- Doğal çevre kirliliğine neden olmayan ve yenilenebilir olan su gücünden enerji elde etme,
- Akarsuyun akımını kontrol edebilme ve taşkınlardan korunma,
- Sosyal, kültürel ve sportif faaliyetler yapabilme,
- Tarımsal üretimi artırma, yeni tarım alanlarının sulama ihtiyacını karşılama,
- İçme suyu ihtiyacını karşılama,
- Tatlı su balıkçılığının gelişmesi vb. elde edilir.
Ancak barajlar coğrafi koşullar dikkate alınmadan projelendirilir ve kullanım stratejileri geliştirmeden inşa edilirse;
- Tarihi ve güncel pek çok yerleşim yerinin sular altında kalması, insanların yer değiştirmesi,
- Coğrafi çevredeki bitki ve hayvan türlerinin zarar görmesi,
- Tarım topraklarında tuzlanma ve çoraklaşma görülmesi,
- Çeşitli hastalıkların yaygınlaşması vb. görülebilir.
Doğal Kaynakların Değeri ve Kullanımının Değişmesi
Doğan kaynakların insan için önemi zaman ve coğrafyaya göre değişmektedir. Bu değişimin sebebi insanların zamanla değişen ihtiyaçlarıdır. Ülkelerin sanayi ve teknolojideki gelişmişlikleri, sahip oldukları doğal kaynakların değerleri için belirleyici olmaktadır. Genellikle gelişmiş ülkelerde doğal kaynakların değeri daha yüksekken, az gelişmiş ülkelerde doğal kaynakların değeri daha azdır.
Önceleri su tarımda sulama amaçlı kullanılırken, günümüzde enerji üretimi, turizm, sanayi ve teknolojinin gelişmesinde önemli rol oynamaktadır. Tarım arazilerinin önemi nüfusun artmasına bağlı olarak büyümüştür. Artan ihtiyaç ve teknolojik imkanlar ilkel tarımdan sulu tarıma geçişle birlikte ziraat faaliyetlerinde modern tarım tekniklerinin kullanılmasını gerekli kılmıştır.
Doğal kaynakların en önemlilerinden biri de ormanlardır. Ormanlar önceleri tahrip edilerek kullanılırken, günümüzde sürdürülebilir yöntemler gözetilerek yararlanılmaya çalışılmaktadır. Ormanların sürdürülebilmesi için tahrip olan orman alanlarının koruma altına alınması ve ağaçlandırma yapılması gerekir.
Doğal kaynaklara olan talep gelişen teknolojiye ve ihtiyaçlara bağlı olarak zaman içinde değişmektedir. Örneğin, taş kömürüne yöneliş 19. yüzyılda Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerine yayılan yüksek fırınlar ve demir çelik sanayisi ile başlamıştır. Bugün bütün Dünya'ya yayılma eğilimi gösteren demir çelik endüstrisi, öncelikle demir cevheri ve maden kömürü kaynaklarına gerçek değerini kazandırmıştır. Demir cevheri üretimi ve demir çelik sanayisindeki gelişmeler, maden kömürü üretimini de teşvik etmiştir. Demir çelik üretimindeki gelişmeler önce İngiltere'de daha sonra Avrupa ülkeleri ve ABD’de demir cevherini maden kömürü ile ergitme denemelerinin başlamasına yol açmıştır. 20. yüzyılın başlarında petrol, elektrik ve nükleer enerjinin sanayi faaliyetlerinde kullanılmaya başlanmasıyla birlikte maden kömürüne olan bağımlılık azalmıştır. Örneğin, bugün önemli çelik üreticisi ülkelerden biri olan İsveç’te kömür bulunmaması nedeniyle çelik üretiminde elektrik enerjisi kullanılmaktadır. Ancak bu durum çelik üretiminin İsveç’te daha pahalıya mal olmasına yol açmıştır.
İçten yanmalı ve içten patlamalı motorların icadı, petrolün termik güç olarak önemini artırmıştır. 1937’de jet motorlarının icadı ile jet yakıtına olan ihtiyaç petrolün daha da değerlenmesine yol açmıştır. Zamanla dizel motorlar ve gaz türbinleri ile elektrik enerjisi üretilmiştir. Ancak kömürün sanayideki önemi bugün bile devam etmektedir. Dünya’daki kömür üretiminin % 69'u elektrik üretiminde kullanılmaktadır. İlerleyen yıllarda kömürün elektrik üretimindeki payının azalacağı doğal gazın artacağı tahmin edilmektedir. Maden kömürünün kullanımı ülkelere göre değişiklik göstermektedir. Örneğin, enerji elde etmede katı atıklar Orta Doğu ve Güney Amerika ülkelerinde düşük iken, Çin ve Asya’nın diğer ülkelerinde yüksektir. Günümüzde Çin, Hindistan, Güneydoğu Asya ve Güney Amerika'da metal sanayisinin gelişmesi kömür tüketimini artırmıştır.
Doğal Kaynak Kullanımının Farklı Olmasının Çevresel Etkileri
Ülkelerin gelişmişlik seviyeleri doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımı ve azami faydalanmadaki uygulamalar ile paralellik gösterir. Geri kalmış ülkeler, zengin doğal kaynaklara sahip olsalar bile teknolojik yetersizlikler nedeniyle azami kullanım ve sürdürülebilir faydalanmadan uzak yöntemlerle doğal kaynak kullanımını gerçekleştirmektedir. Yetersiz, hatalı ve eski teknolojilerin uygulandığı doğal kaynağın kullanımı, hem kaynağın hızla tükenmesine neden olmakta hem de coğrafi çevreye zarar vermektedir. Gelişmiş ülkelerdeki sanayi ve teknolojik imkanların kullanılması, hem doğal kaynaktan daha yüksek verim almak hem de doğal kaynağın sürdürülebilir kullanımını sağlamak ve coğrafi çevreye duyarlılık bakımından önemlidir.
Doğal kaynakların plansız ve bilinçsiz kullanılması birçok çevre felaketini de beraberinde getirmiştir. Bu felaketlerin başlıcaları şunlardır:
Taş Ocaklarının Çevresel Etkileri
Taş ocaklardan taşlar ya bloklar ya da küçük parçalar hâlinde çıkarılır. Taş ocaklarının faaliyeti sonucu oluşan tozlar, insanlar ve bitkiler üzerinde olumsuz etki yapar. Bu kirleticiler, bitki örtüsünün ve ekili alanların zarar görmesine neden olur. Taş ocaklarından çevreye verilen atık maddeler, çevredeki bitki örtüsüne, toprak yapısına, havaya, suya, tarım alanlarına ve canlı habitatlarına zarar verir.
Taş ocaklarındaki üretim, ocaklarda dinamit patlatarak ya da taşlar kesilerek yapılmaktadır. Bazı ülkelerde taş ocaklarının çeşitli patlayıcılar kullanılarak işletilmesi sonucu doğal çevre üzerinde bozucu, yıkıcı, tahrip edici, insan yaşamı üzerinde çeşitli olumsuz etkilere hatta yaralanma ve kazalara neden olmaktadır. Bazı ülkelerde ise taş ocaklarında kesme yöntemlerinin kullanılarak taş üretimi yapılması hâlinde patlatma ile doğal çevreye verilen zararlar önlenmekte, daha randımanlı üretim yapılmaktadır. Bu yolla her açıdan zararlar azaltılmaktadır.
Orman Tahribatının Yol Açtığı Çevresel Etkiler
Ormanlar karbondioksit tüketip, oksijen üretmesinin yanında, birçok hayvan ve bitki barındırması ve insanların ihtiyaçlarını karşılaması bakımından önemlidir. Ancak ormanların yeryüzüne dağılımı dengeli olmayıp, daha çok iklim koşullarına göre farklılık göstermektedir. Dünya’daki en önemli orman alanlarını tropikal yağmur ormanları oluşturur. Orman alanları değişik nedenlerden dolayı sürekli azalmaktadır. Bu azalma ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir. Ekvatoral yağmur ormanları kuşağı bulundukları ülkeler için önemli bir zenginlik kaynağıdır. Bu kuşakta yer alan ülkeler ekonomideki açıklarını yağmur ormanlarından elde ettikleri gelirler ile kapatmaya çalışırlar.
Yağmur ormanlarının tahrip edilmesinde etkili olan başlıca faktörler şunlardır:
- Tarım alanı ve yeni yerleşim alanları açma
- Hayvanlara otlak alanı açma
- Turizme yönelik yapılaşmalar
- Kara yolu inşası için yer açma
- Kereste, kâğıt ve odun elde etme
- Hidroelektrik santrallerin inşa edilmesi
- Madenlerin işlenmesi sırasında oluşan tahribatlar
Yağmur ormanlarının tahrip edilmesi sonucu ortaya çıkacak başlıca sorunlar şunlardır:
- Kuraklığın ve erozyonun artması
- Bitki türlerinin yok olması
- Tarım alanlarında verimsizlik oluşması
- Küresel ısınma ve iklim değişiklikleri olması
- Sel ve taşkınların sıklık ve şiddetinin artması
- Bölge halkının sosyal, kültürel ve ekonomik yönden zarar görmesi
Yer Altı Suyunun Kullanılmasının Çevresel Sonuçları
insanların yer altı sularını çeşitli amaçlar için kullanması uzun vadede iki önemli sonucu doğurur. Birincisi su tablası seviyesinin azalması, İkincisi kıyı kesimlerinde tatlı suyun tuzlu suyla yer değiştirmesidir. Ayrıca bazı bölgelerde yerin çökmesi ve toprağın tuzlanması da görülebilir.
Ülkemizdeki Konya Havzasında yağışların azalması, sıcaklık ve bilinçsizce su tüketimi sonucunda büyük bir çevre felaketiyle karşılaşılmaktadır. Havza içinde yer alan göllerin ve akarsuların kurumasıyla yer altı suları giderek azalmaktadır. Bugün yer altı sularının aşırı kullanımı, kaçak kuyular ve kuraklık nedeniyle yer altı su seviyesi iyice düşmüştür. Eskiden 8 metre derinliklerden çekilen sular, bugün 300 metreden çekilmektedir. İleriki yıllarda yer altı su seviyesinin düşmesi sonucu Tuz Gölü'nden ovaya doğru su girişi olacak ve bunun sonucunda çoraklaşma yaşanacaktır. Ayrıca yer altı sularının aşırı çekilmesi burada obruk oluşumunu hızlandıracak, Türkiye’nin en büyük ovası delik deşik olacaktır.
Yer altı suyu kullanımındaki mekânsal etkiler, ülkelerin aldığı tedbirlere göre değişiklik göstermektedir. Örneğin, Meksika'nın Mexico City şehri kurumuş bir göl yüzeyine kurulduğundan ve yer altı suyunun aşırı kullanımından dolayı şehir büyük zarar görmektedir.
Arazi Kullanımının Çevresel Etkileri
Doğa ile insan arasındaki karşılıklı ilişkilerin planlama yapılarak gerçekleşmesi meydana gelecek sorunları azaltır. Planlamanın başarılı olabilmesi için uzun bir sürecin her aşamasının incelenmesi gerekir.
Yeryüzünde nüfusun sürekli artması karşısında verimli arazi azalmaktadır. Bundan dolayı kıt olan doğal kaynaklardan en iyi şekilde yararlanabilmek için çeşitli planlamaların yapılması gerekir.
Arazi planlamasında doğru sonuca ulaşabilmek için göz önünde bulundurulması gereken başlıca özellikler şunlardır:
- Arazinin kullanım amacı belirlenmelidir.
- Arazinin topografya, bitki örtüsü, yerleşme, toprak, su durumunu gösteren haritalar hazırlanmalıdır.
- Arazi yetenek sınıflandırılmasıyla ilgili etütler yapılmalıdır.
- Doğal ve beşerî yapılarla ilgili riskler göz önünde bulundurulmalı, bu risklerin azaltılması yoluna gidilmelidir.
- Alt yapı çalışmalarına öncelik verilmelidir.
- Bölge halkının ihtiyaçları göz önünde bulundurulmalıdır.
- Araziden en üst düzeyde verim almaya yönelik projeler geliştirilmelidir.
- Uygulanacak projenin bölge halkı üzerindeki olumlu ya da olumsuz etkileri tespit edilmeli, bunlar için alternatif çözümler üretilmelidir.
- Projelerin doğaya olan olumsuz etkilerini en aza indirgeyecek çözümler üretilmelidir.
- Uygulama aşamasına geçilmelidir.
Doğanın kendi içerisindeki işleyişine insan tarafından yapılacak her türlü müdahalede insanın doğal dengeyi göz önüne alması gerekir. Bu denge gözetilmeden yapılacak her türlü çalışmalar karışıklıklara neden olacaktır. Örneğin, tarım dışı kullanılması gereken arazilerin tarım amacıyla kullanıldığı bölgelerde erozyon olayı büyük boyutlara ulaşmaktadır. Bunun yanı sıra tarım amacıyla kullanılması gereken arazilerin sanayi amaçlı kullanılması toprak kirliliğini artırır. Bu topraklar zamanla tarım vasfını yitirir.
Her türlü beşerî yapının inşasından önce geleceğe yönelik arazi kullanım planlarının çok detaylı bir şekilde yapılması gerekir. Fiziki faktörler göz önünde bulundurulmadan yapılacak her türlü yatırım karşımıza zaman veya emek kaybı olarak çıkacaktır.
Enerji Kaynakları
Dünya’da ticaret ve üretimdeki gelişmelere bağlı olarak enerjiye olan talep giderek artmaktadır. Ancak, Dünya üzerinde farklı rezerv miktarlarına sahip olan enerji kaynakları sınırsız değildir. Gelişen teknoloji ile birlikte yenilenemeyen kaynaklara eğilim artmakta, buna karşılık bu kaynakların rezervleri azalmaktadır. Bu durum, insanların yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmelerine yol açmaktadır.
Enerji kaynakları insanların yaşamında önemli bir yer tutar. Ekonomide hemen her sektör bir şekilde enerji kaynaklarına bağımlıdır. Günümüzde petrol, doğal gaz ve kömür yenilenemeyen enerji kaynaklarındandır. Petrol günümüzde daha çok ulaştırma sektöründe kullanılmaktadır. Doğal gazın ise havayı daha az kirletmesi nedeniyle enerji üretimindeki payı giderek artmaktadır. Artan ihtiyaçlara bağlı olarak enerji kaynaklarının kullanım alanı ve tüketimi artmıştır.
Dünya enerji gereksiniminin % 80’i kömür, petrol ve doğal gaz gibi fosil yakıtlardan, % 20’side hidrolik ve nükleer enerji başta olmak üzere hayvan, bitki artıkları, rüzgâr, güneş, jeotermal, dalga gibi enerji kaynaklarından karşılanır. Sanayi İnkılabı'ndan sonra ilk önce kömür, daha sonra petrol önemli hâle gelmiştir. Nükleer enerjinin sakıncaları nedeniyle bazı ülkelerde yasaklanmaktadır. Gelişen çevre bilinci nedeniyle günümüzde doğal gazın önemi giderek artmaktadır. Gelecek yıllarda ise temiz ve alternatif enerji kaynakları daha önemli hâle gelecektir.
Başlıca enerji kaynakları şunlardır:
Nükleer Enerji
Dünya ülkeleri artan enerji ihtiyacını karşılamak için yaklaşık 50 yıldır nükleer enerji kullanmaktadır. 31 ülkede 437 santral ünitesi faaliyet göstermektedir. Nükleer teknoloji Dünya elektrik üretiminin yaklaşık % 17’sini karşılamaktadır. Nükleer enerji tıpta ve endüstride kullanılan birçok izotopun üretilmesinde de kullanılmaktadır. Ayrıca gemi ve deniz altıların enerji ihtiyacını da karşılamaktadır. Dünya genelinde 1000’i aşkın ticari, askeri ve araştırma amaçlı nükleer reaktör işletilmektedir.
Petrol kaynaklarına uzak ülkeler 1973’teki petrol krizinden sonra nükleer enerji yatırımlarına ağırlık vermişlerdir. Fransa, Japonya ve Güney Kore bu yolla hem kendi enerji ihtiyacını karşılamış, hem de sanayisine ucuz elektrik sağlayarak ihracatta rekabet üstünlüğü kazanmıştır. Fransa’da tüketilen elektriğin % 73’ü nükleer enerjiden elde edilmektedir. Fransa aynı zamanda elektrik ihraç eden ülkelerin başında gelir. Japonya’da elektriğin yaklaşık % 30'a yakını nükleer enerjiden elde edilir.
Ülke | Santral Sayısı | Elektrik Üretiminin Yüzdesi |
---|---|---|
Fransa | 59 | 73 |
İngiltere | 23 | 26 |
Japonya | 56 | 28,3 |
ABD | 104 | 19,8 |
Rusya | 31 | 14,4 |
İsveç | 19 | 47 |
Almanya | 17 | 33,1 |
Alternatif Enerji Kaynakları
Alternatif enerji kaynaklan denilince akla Güneş, biyoenerji, hidrojen, rüzgâr, jeotermal, dalga ve hidroelektrik gibi enerji kaynaklan gelir. Bu enerji kaynakları bilinen fosil yakıtların yerini bir ölçüde tutması, üretim ve kullanım esnasında çevre dostu olması gibi özellikleri nedeniyle önem kazanmıştır. Dünya'daki enerji tüketiminin % 14’ü yenilenebilir kaynaklardan oluşmaktadır.
Güneş Enerjisi
Temiz ve masrafsız bir enerji kaynağıdır. Bazı bölgelerde yıl boyunca, bazı bölgelerde ise mevsimlik dalgalanmalar gösteren güneş enerjisi, ülkeleri diğer enerji kaynaklarına bağımlılıktan kurtarır. Güneş, ısı enerjisi olarak 1970’li yıllardan itibaren kullanılmaya başlanmıştır. Son yıllarda gelişen teknolojiyle birlikte güneş enerjisi elektrik enerjisi olarak kullanılmaktadır. Güneş enerjisi, güneş toplayıcıları ile ısıtma işlevlerinde, güneş panelleri ve fotovoltaik pillerle elektrik enerjisi elde edilmesinde kullanılmaktadır. Güneş enerjisinden son yıllarda arabalarda da faydalanılma yollarına gidilmiştir.
Dünya’da güneş enerjisi uygulamaları çok yaygındır. Fransa ile İspanya arasındaki Pirene Dağları üzerindeki güneş kolektörlerinde 320 °C sıcaklık sağlanmaktadır. Güneş’i çok az gören İsveç'te bile - 4 °C’deki bir havada 70 °C su elde edilmektedir. Dominik Cumhuriyeti'nde 2000'den fazla ev güneş enerjisiyle elde edilen elektriği kullanmaktadır. İsrail’de güneş enerjisi her yıl 300 000 ton petrole eş değer enerji sağlamaktadır. Bu durum, ülkenin birincil enerji gereksiniminin % 3’üne eşittir.
Biyoenerji
Bitkiler ve biyolojik her türlü atıktan elde edilebilecek olan enerjiye genel olarak biyoenerji denir. Biyoenerji, bitki ve hayvan atıklarından elde edilir. Biyoenerji; biyokütle enerisi, biyogaz ve biyodizel olmak üzere üçe ayrılır.
Biyokütle Enerjisi: Organik maddelerden enerji kaynağı olarak yararlanılmasıdır. Genellikle katı maddelerin yakılmasıyla enerji elde edilir. Birçok ülkede çöplerden elektrik enerjisi elde edilirken, İsviçre’de gazlaştırılan odundan jet yakıtı elde edilir. Başlıca biyokütle kaynakları; odun, yağlı tohum bitkileri (kolza, ayçiçeği, soya vb.), karbonhidratlı bitkiler (patates, buğday, mısır, pancar vb.), elyaf bitkileri (keten, kenevir), protein bitkileri (bezelye, fasulye, buğday), bitkisel atıklar, şehirsel ve endüstriyel atıklar ile hayvansal atıklardır. Biyokütleden enerji elde etmek için fazla yararlanılması erozyon, ekosistemin bozulması gibi çevre sorunlarına yol açabileceği için dengeli kullanılması gerekir.
Biyogaz (Biyomas) Enerjisi: Organik bazlı atıkların oksijensiz ortamdaki fermantasyonu sonucu ortaya çıkan renksiz, kokusuz, havadan hafif, parlak mavi bir alevle yanan gazdır. Biyogaz enerjisi Hindistan’da 1930'dan beri kullanılmaktadır. Çin'de günümüzde 7 milyon biyogaz ünitesi vardır. Kanada, yakıtı ağaç yongalarından oluşan, doğal gaz destekli 105 MW gücünde bir santral kurmuştur. Almanya’da, saatte 70 ton şehir çöpü yakılarak elektrik elde edilen santral bulunmaktadır.
Biyogazın başlıca yararları şunlardır:
- Ucuz ve çevre dostu bir enerji ve gübre kaynağı olması
- Hayvansal gübre içinde bulunan ve insan sağlığını tehdit eden etmenleri yok etmesi
- Üretimden arta kalan atıkların organik gübre kullanımında devam etmesi
Biyodizel Enerjisi: Kolza (kanola), ayçiçeği, aspir gibi yağlı tohum bitkilerinden elde edilen yağların ve hayvansal yağların bir katalizör eşliğinde alkol İle reaksiyonu sonucunda açığa çıkan ve yakıt olarak kullanılan ürüne biyodizel denir. Evsel kızartma yağları ve hayvansal yağlar da biyodizelin ham maddesi olarak kullanılmaktadır. Örneğin, Brezilya’da mısır ve şeker kamışından elde edilen alkol motor yakıtı olarak kullanılmaktadır. Son yıllarda Türkiye’de de çeşitli tarım ürünlerinden elde edilen alkol, petrol ürünlerine % 2 oranında katılarak kullanılmaktadır.
Türkiye'de bazı belediyeler çöp alanlarında açığa çıkan metan gazından elektrik üretmektedir. İstanbul, Ankara, Bursa gibi büyük şehirlerin çöplerinden, atık su tesislerinden biyogaz ve elektrik üretilmektedir.
Hidrojen Enerjisi
Hidrojen enerjisi, yakıtlar içerisinde çevresel olarak en temiz olanıdır. Yenilenebilir bir kaynaktır. Hidrojen yakıt olarak kullanılabildiği gibi oksijenle birleştirilerek elektrik üretiminde de kullanılabilmektedir. Hidrojen; motor yakıtı olarak kullanılabildiği gibi, sanayide, elektrik üretiminde, konutları ısıtmada da kullanılabilir. Hidrojen hâlen bir yakıt olarak uzay mekiği ve roketlerde kullanılmaktadır. Günümüzde cep telefonları, bilgisayar vb. alanlarda kullanabilmek için çalışmalar devam etmektedir. Hidrojen, gaz ve sıvı hâlde depolanabildiği için uzun mesafelere ulaşılabilmekte, bu sırada kayıplar meydana gelmemektedir.
Rüzgâr Enerjisi
Rüzgâr, Dünya’da kullanılan en eski enerji kaynaklarından biridir. Eksiden yel değirmenleri ile buğday öğütmek ve su pompalamak gibi işler için kullanılan rüzgâr, günümüzde elektrik enerjisi kaynağı olarak kullanılmaktadır. Elektrik enerjisi kaynağı olarak kullanılan ilk yel değirmeni 1890 yılında Danimarka'da yapılmıştır. Bu tarihten sonra rüzgârla çalışan değirmenler, küçük ev ve çiftliklere elektrik sağlamak için kullanılmıştır. Özellikle ABD ve Danimarka bu gelişmelerin lokomotifi olmuşlardır. Türkiye'de, son yıllarda temiz ve az maliyetli enerji olarak bilinen rüzgâr enerjisine ilgi artmaktadır. Türkiye’nin rüzgâr alan bölgelerinde santraller yavaş yavaş dönmeye başlamaktadır.
Jeotermal Enerji
Yer kabuğunun derinliklerinde birikmiş olan ısının oluşturduğu enerjidir. Bu ısı yeryüzüne çatlaklardan doğrudan sıcak su ya da buhar hâlinde ulaştığı gibi sondajla da çıkartılabilmektedir. Dünya üzerinde İzlanda, Yeni Zelanda, ABD, Japonya, Endonezya, Şili gibi ülkelerde jeotermal enerji yaygın olarak kullanılmaktadır. Jeotermal enerjiden Dünya’nın çeşitli yerlerinde ısıtmada, endüstride, tarımda ve elektrik üretiminde yararlanılmaktadır. İzlanda’da evlerin yaklaşık % 85'i, başkent Reykjavik’in tamamı 1943 yılından beri jeotermal enerjiyle ısıtılmaktadır. Ayrıca şehirde kaldırımların ve yolların ısıtılmasında jeotermal enerji kullanılmaktadır.
Dalga Enerjisi
Okyanus dalgalan kirletici etkisi olmayan büyük bir enerji kaynağıdır. Dalga enerjisi üreten makineler, enerjiyi ya okyanusun yüzeyindeki dalgalardan, ya da suyun altındaki dalgalanmalardan elde eder. Dalga enerjisi, güçlü rüzgârların estiği bölgelerde daha çok bulunmaktadır. Güney Afrika, Avustralya ve Amerika’nın kuzeydoğu ve güneydoğu kıyılarının yanı sıra, Kaliforniya ve İngiltere kıyıları da oldukça büyük enerji potansiyeli taşımaktadır. Fransa, Manş kıyılarından dalga enerjisi santrali ile 1996 yılından beri elektrik üretmektedir.
Gelgit Enerjisi
Gelgit hareketlerinden doğan enerji, gelişmiş makineler vasıtasıyla elektrik enerjisine dönüştürülmektedir. Gelgit hareketlerinden elektrik üretmek için, alçalan ve yükselen gelgit arasındaki farkın en az 5 metre olması gerekmektedir. Körfezler, gelgit enerjisi üretmek için en ideal bölgeleri teşkil etmektedir. Gelgit enerjisinden Rusya, Fransa, Kanada ve Çin gibi ülkelerde yararlanılmaktadır.
Hidroelektrik Enerjisi
Hidroelektrik enerjisi, yenilenebilir enerji kaynaklarının başında gelmektedir. Hidroelektrik gücün ekonomik olarak işletilebilir potansiyelinin hâlen 1/3’ü kullanılarak Dünya elektrik üretiminin % 17'si karşılanmaktadır. Hidroelektrik santraller sera gazları, kükürt dioksit ve parçacık emisyonlarının olmaması avantajına sahiptir. Barajların arazi kullanımında oluşturduğu değişiklikler, insanların toprakları boşaltması, bitki ve hayvan toplulukları üzerindeki olumsuz etkileri barajın yapım aşamasında alınacak tedbirlerle azaltılabilir.
Kaynakların Kullanımı ile Ortaya Çıkan Sorunlar
Dünya'da hızlı nüfus artışı ile birlikte madenlerin ve enerji kaynaklarının kullanım oranı artmıştır. Bu durum doğal çevreye zarar vermeye başlamış, beraberinde bir takım sorunları getirmiştir. Bu sorunların başlıcaları şunladır:
Termik Santrallerin Neden Olduğu Çevresel Sorunlar
Termik santrallerde soğutma, buhar elde etme ve temizleme gibi çeşitli amaçlarla su kullanılır. Bu işlemler sonucunda oluşan atık sular toprağa, yer altı sularına ve denizlere boşaltılır. Elektrik elde edilen termik santrallerden çevresel etkisi en fazla olanlar kömürle çalışanlardır. Termik santrallerde toz hâlindeki kömürün yanması sonucu ortaya çıkan uçucu küller, havaya yayılarak belirli mesafelerde yere çökmektedir. İçindeki zararlı gazların bir kısmı atmosferde serbest kalarak asit yağmurlarına neden olmaktadır. Termik santrallerden çıkan baca gazlarının ormanlara ve tarım ürünlerine verdiği zararın boyutu büyüktür. Termik santrallerin yaydığı cıva; sinir sistemini, gelişmeyi, öğrenme yeteneğini olumsuz olarak etkilemektedir. Yurdumuzda çevresel sorunların en fazla görüldüğü termik santrallerin başında Yatağan ve Gökova gelmektedir.
Petrol Kullanımının Neden Olduğu Çevresel Sorunlar
Ulaşım araçlarında, evlerin ısıtılmasında, ilaç ve plastik ürünlerinin yapımında, termik santraller gibi hayatın çok değişik alanlarında petrol ürünlerinin kullanımı hayatı kolaylaştırmasına rağmen üretim, taşıma ve kullanma aşamalarında hava, toprak ve su kirliliği gibi çevre sorunlarına yol açmaktadır. Petrolün araştırılması ve sondaj yapılması aşamalarında karaların ve okyanusların doğal ortamı bozulmaktadır. Depolama tankları ve boru hatlarındaki sızıntılar nedeniyle petrol ürünleri toprağa karışarak kirliliğe neden olmaktadır.
Petrol ürünleri yakıt olarak kullanıldığı zaman, küresel ısınmaya bağlı olarak karbondioksit açığa çıkmaktadır. Dünya’da petrolün taşınmasında en büyük pay deniz yollarına aittir. Deniz yollarıyla petrol taşınırken, kaza yapan petrol tankerlerinin karaya oturması, tankerlerden dökülen petrolün yanması, meydana getirdiği kirliliğin yanı sıra ekolojik dengede de büyük hasara yol açar. Kirlilikten en çok kendini temizleme olanağından yoksun olan körfezler, koylar ve iç denizler etkilenir.
Nükleer Santrallerin Neden Olduğu Çevresel Sorunlar
Nükleer santraller, enerji elde edilirken termik santrallerde olduğu gibi dışarı karbondioksit ve kükürt dioksit gibi zararlı gaz ve kül bırakmaz. Ancak reaktörden çıkan kullanılmış atıkların çevreye ve İnsanlara zarar vermeden tasfiye edilmesi gerekir. Radyoaktif atıkların dış ortamla teması telafisi mümkün olmayan sorunlara yol açar. Onun için radyoaktif atıkların yer altı sularından uzak yerlerde özel koşullarda depolanması gerekir. Nükleer santrallerde soğutma işlemi için kullanılan su, dışarı verildiğinde yüksek oranda ısınmakta ve o yöredeki canlıların ölmesine neden olmaktadır. Yeryüzünde değişik zaman dilimlerinde nükleer kazalar meydana gelmiştir. Bu kazaların sayısı çok az olmasına rağmen birçok insanı olumsuz olarak etkilemiştir.
Hidroelektrik Santrallerin Neden Olduğu Çevresel Sorunlar
Hidroelektrik santraller yapılırken, su altında kalan taşınmazlar ve yöre halkının başka yere yerleşmesi gibi sorunlar ortaya çıkmaktadır. Hidroelektrik santralin küçük iklim bölgesine, hidrolojik ve biyolojik çevreye etkileri vardır. Baraj gölünün geniş yüzey alanı buharlaşmayı artırmakta, tarım arazilerinde tuzlanma ve çoraklaşma olmakta, sudan kaynaklanan parazitler hastalıklar artmakta, su alanı altında kalan bitki ve ağaçların kesilip temizlenmemesi ile denge oluşuncaya kadar bir kaç yıl su kalitesi bozulmaktadır. Baraj gölü nedeniyle su yüzeyinin genişlemesi insanlar için zararlı bazı organizmaların üremesine neden olacaktır. Suda üreyebilen mikroplar çeşitli hastalıkların yayılmasına yol açacaktır. Hidroelektrik santrallerin işletilmesi aşamasında ise aşağı doğru akacak suyun miktarının ayarlanması ve projede istenen seviyede bırakılması akarsu ekolojik dengesini olumsuz etkilemektedir.
Yeni ve Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Neden Olduğu Çevresel Sorunlar
Hidroelektik santrallerin neden olduğu çevresel sorunlara önceden değinilmişti. Güneş, rüzgâr, jeotermal, biyokütle gibi yenilenebilir enerji kaynaklan da bilinçsizce kullanıldığında çeşitli çevresel sorunlar ortaya çıkar. Örneğin, Jeotermal enerji akışkan bünyesindeki yoğuşmayan gazlar nedeniyle az da olsa asit kirleticilere katkı yapmaktadır. Çöp ve benzeri bazı atıkların yakılması sonucu elde edilen biyokütle enerjisi hava ve çevre kirliliğine neden olmaktadır. Rüzgâr enerjisinin ise büyük arazi kullanımı, gürültü, görsel ve estetik etkiler, doğal hayat ve habitata etki, elektromanyetik alan etkisi, gölge ve titreşimler gibi olumsuz etkisi vardır.
Madenciliğin Çevre Kirliliğine Etkileri
Maden çıkarılması ve işletilmesi esnasında bir takım çevre sorunları ortaya çıkar. Bunların başlıcaları; doğal arazi yapısının değiştirilmesi ile bitki örtüsü, toprağın verimli olan üst kısmının değiştirilmesi, topraktaki asit oranının değişime uğraması, toprakta zehirli maddelerin birikmesi, kil oranının artması ile toprağın verimsizleşmesi, yer üstü ve yer altı sularının kirlenmesidir. Bu faaliyet ile kısmen hava kirliliği oluşmaktadır. Ayrıca, maden işletmelerinin bulunduğu bölgelerde doğal ve tarihi doku bozulmakta, bu durum da turizm faaliyetlerini olumsuz etkilemektedir.
Madencilik faaliyetleri ile bozulan çevrenin geri kazanılabilmesi için, açılan maden ocaklarındaki çukurlar doldurulmalı, hızla gelişen ağaç türleri ile ağaçlandırma yapılıp yeni bitki örtüsü oluşturulmalıdır.
Doğal Kaynaklar ve Çevrenin Korunması
Doğanın Sınırlılığı
Doğal Çevrenin Sınırlılığı: İnsanların ihtiyaçlarının çeşitlenmesi, tüketime bağlı olarak doğa ve insan arasındaki dengeyi doğanın aleyhine bozmuş, doğal çevrenin tahribatıyla birlikte zamanla açlık ve fakirlik hızla ilerlemiş ve ekolojik dengede bozulmalar meydana gelmiştir. Bilim adamları, sınırlı olan doğal kaynakların artan Dünya nüfusu sonucu hızla tüketildiğini ve çeşitliliğinin azaldığını belirtmektedirler.
Günümüzde gelişmiş ülkeler nüfus artış hızının az olması ve kullandığı teknolojiler sayesinde kaynak üretimi ve tüketimi arasındaki dengeyi sağlayabilmiştir. Az gelişmiş ülkelerde doğal kaynak kullanımından kaynaklanan ekolojik sorunlar daha fazladır. Ekolojik dengeyi bozan en önemli faktörlerden biri doğal kaynakların insanlar tarafından bilinçsizce kullanılmasıdır. Çayır, mera ve yaylaların aşırı otlatılması sonucu, bitki örtüsünün yok edilmesine bağlı olarak doğal yapıda bozulmalar meydana gelmektedir.
Toprak ve Orman Sınırlılığı: Toprağın doğal oluşum sürecini değiştirmek olanaksızdır. Dünya nüfusunun artışı ve bununla birlikte beslenme, konut gibi gereksinimlerin giderek artması toprağın yapısını bozmaktadır. Sağlıklı bir ormanda ömrünü dolduran ağaçların zamanla çürüyerek devrilmesiyle yer yer boşluklar oluşur. Bu boşluklar ormanların hayatta kalmasını sağlayan bir sistemdir. İnsanlar tarafından tahrip edilen yağmur ormanları ise yenilenememektedir. İnsanların oluşturduğu ormanlar türce zenginlik yerine tek türe dayalı kalitesiz ormanlardır.
Şehirleşmenin Sınırları: Şehirlerin çevrelerine doğru genişlemesi tarım alanlarını ve doğal yaşam alanlarını sınırlamaktadır. Plansız şehirleşme birçok canlının yaşam alanını sınırlandırmaktadır.
Doğanın Bilinçsizce Kullanımı: Günümüzde bilinçsiz ve yasak avlanma yapmak önemli ekolojik sorunları beraberinde getirmektedir. Bu nedenle birçok hayvanın nesli tükenmiştir. Canlı türlerinin hızlı tükenişinin doğuracağı sonuçlar nükleer bir savaşın etkilerine yakındır. Tarımda kullanılan kimi maddeler bazı canlılar için ölümcül nitelik taşıyabilmektedir. Her yıl binlerce hektar ormanın yok olmasından dolayı birçok canlı türü de yok olmaktadır.
Su Ürünlerinin Sınırlılığı: Günümüzde insanların dev gemilerle deniz ve okyanuslarda yaptıkları avlanmalar, deniz ve denizlere bağlı yaşayan canlılar üzerinde çok büyük olumsuz etkiler yapmaktadır, insanların su kaynaklarına yaptıkları etkilerden biri de fiziksel ve biyolojik kirliliktir. Şehirlerin kanalizasyon atıkları, çöpler, endüstriyel atıklar vb. sularda yaşayan canlıları olumsuz olarak etkilemekte, bazı canlıların nesillerinin yok olmasına neden olmaktadır.
Çevre Koruma Uygulamaları
Sanayi Devrimi’yle birlikte doğal kaynakların aşırı ve bilinçsiz kullanılması doğal çevrede çok büyük bozulmalara neden olmuştur. 19. yüzyıldan itibaren gelişen teknoloji ve sanayi faaliyetlerinin artmasına bağlı olarak ortaya çıkan kentleşme, orman yangınları, tarla açmalar, tarımda kullanılan ilaçlar ve oluşan kirlenmeler sonucu doğal kaynakların korunması büyük önem kazanmıştır. Bu amaçla çevrenin korunması amacıyla çeşitli çevre politikaları geliştirilmiştir.
Bu çerçevede Avrupa Birliği çevre politikası ile çevrenin korunması, kalitesinin yükseltilmesi, insan sağlığının korunması, doğal kaynakların akılcı ve dikkatli kullanılması, hem bölgesel hem de küresel çevre problemleri ile ilgili olarak uluslararası düzeyde önlemelerin alınmasını hedeflemektedir. Avrupa Birliği’nin Çevre Politikası'nın temel uygulama alanlarını atık yönetimi, gürültü, su, hava kirliliği, doğanın korunması ve iklim değişikliği oluşturmaktadır.
Doğal Afetlerden Korunmada Teknolojiden Yararlanma
Gelişen teknoloji ile birlikte doğal afetlerin etkisini en az düzeye indirmek için erken uyarı sistemleri geliştirilmiştir. Böylece afet olayı oluşmadan önce çeşitli önlemlerin alınması amaçlanmıştır.
Deprem Erken Uyarı Sistemi
20. yüzyılın ikinci yarısından sonra gelişen sismoloji bilimine paralel olarak depremin önceden tahminine yönelik çalışmalar başlamıştır. Bu konuda ilk ciddi çalışmalar ABD, Japonya ve Çin gibi gelişmiş teknolojiye sahip, depremden çok etkilenen ülkelerde başlamıştır. Bu çalışmalarda amaç, gelecekteki depremlerin nerede, ne zaman ve hangi büyüklükte olacağını belirlemeye çalışmaktır. Bu çalışmalar;
- Kayaçların fiziksel özelliklerinde görülen değişiklikler,
- Yer altı sularındaki radon miktarında artış,
- Su seviyesi ve sıcaklığında görülen değişiklikler,
- Hayvanların sergilediği anormal davranışlar,
- Sismik dalgalar
Üzerinde yapılmaktadır. Ancak, depremlerin nerede, hangi büyüklükte, ne zaman olacağı konusundaki bilgiler bugünkü teknoloji ile tam olarak saptanabilmiş değildir.
Meteorolojik Erken Uyarı Sistemleri
Meteorolojik kökenli doğal afetlerin oluş zamanı ve büyüklüğü, deprem gibi jeolojik kökenli afetlere göre önceden mümkün olmaktadır. Örneğin, sel ve taşkınların tahmini gelecekteki hava durumu ve buna bağlı olarak gelişecek olan yağış miktarının bilinmesi ile mümkündür. Sel gözlemi yapılan alanlara düşecek yağış miktarı, meteoroloji radarları ile tespit edilerek en fazla bir saat içinde sel uyarısı yapmak mümkündür. Böylelikle bu sistem sayesinde halk sel ve taşkınlara karşı tedbir almakta ya da tehlike bölgesinden uzaklaşabilmektedir. Ülkemizde de aşırı yağışların oluşturacağı muhtemel tehlikeler, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan bültenlerle basın yoluyla halka zamanında duyurulmaktadır. Aynı şekilde şiddetli fırtınalar da önceden tahmin edilebilmektedir. Eğer şiddetli fırtınalara açık okyanus kıyısındaki ülkelerde erken uyarı sistemleri kurulmamış olsaydı can kaybı daha fazla olacaktı.
Tsunami Erken Uyarı Sistemleri
Tsunamilerin önüne geçmek mümkün değildir. Ancak can kaybını ve oluşabilecek hasarları en aza indirmek mümkündür. Tsunami erken uyarı sistemi okyanus tabanına yerleştirilen basınç alıcı sinyallere göre çalışmaktadır. Bu alıcılarla okyanus diplerinde oluşan su hareketlerindeki artış belirlenerek olası tsunaminin yönü, hızı ve kıyıya varış süresi tespit edilebilmekte ve gereken uyarılar en kısa sürede yapılmaktadır. Bunun yanında adalara ve kıyılara gelgit ölçerler ile dalga hareketlerini ölçmek için tasarlanmış şamandıralar yerleştirilerek olası tsunaminin önceden tespiti mümkün olmaktadır.
Çevrenin Korunması ve Önemi
Çevre; insanların ve diğer canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları fiziki, biyolojik, sosyal, ekonomik ve kültürel ortamdır. Bu ilişkiler sistemi olan çevrenin bozulması ve çevre sorunlarının ortaya çıkması, genellikle insan kaynaklı etkenlerin doğal dengeleri bozmasıyla başlamıştır. İçinde bulunduğumuz yüzyıl birçok teknolojik imkanı insanlığın hizmetine sunarken, bir yandan da insanlığın ortak mirası olan çevreden geri getirilmesi zor, hatta imkansız olan varlıkları da alıp götürmektedir.
Çevreyi koruma fikrinin gelişimi Sanayi Devrimi'nden sonra başlamıştır. Toplumu çevre konusunda bilgilendirmek, bilinçlendirmek, topluma olumlu ve kalıcı davranış değişikleri kazandırmak ve sorunların çözümünde fertlerin aktif katılımını sağlamak çevre eğitimi ile mümkündür. Günümüzde doğal çevrenin korunması ve iyileştirilmesi giderek önem kazanan bir konu hâline gelmiştir. Dünya’da ve ülkemizde çok sayıda resmi kurum ve sivil toplum kuruluşları, doğal çevreyi korumaya yönelik çeşitli önlemler almakta, bunlarla ilgili projeler yapmaktadır. Bu çalışmalardan biri sulak alanların kurutulmasının önüne geçilmesidir. Sulak alanlar, tropikal gibi yeryüzünün en yüksek oranda oksijen üreten ekosistemleridir. Sulak alanlar ve göller ekosistemlerde görülen farklılıklar nedeniyle çok sayıda canlının yaşama imkanı bulduğu biyoçeşitlilik alanlarıdır. Türkiye'de son 40 - 50 yıldır sulak alanların kurutulmasıyla çok sayıda bitki ve hayvan türü yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Bu alanlardan bazıları yapılan çalışmalarla eski hâllerine dönüştürülmüştür.
Ramsar Sözleşmesi, 1971 yılında İran’ın Ramsar kentinde birçok ülke tarafından sulak alanların korunması yönünde imzalanan bir sözleşmedir. Tüm sulak alanların korunmasına birincil öncelik sağlanması, sulak alan ekosistemlerindeki biyolojik çeşitliliğin sürdürülmesi yönünde gerekli önlemlerin alınması bu görüşmeler sonucunda karara bağlandı. Türkiye bu sözleşmeye 1993 yılında imza atmıştır.
Belirli bir proje veya gelişmelerin çevre üzerindeki önemli etkilerinin belirlendiği sürece, çevresel etki değerlendirilmesi (ÇED) adı verilir. ÇED’in amacı; ekonomik ve sosyal gelişmeye engel olmaksızın çevre değerlerini ekonomik politikalar karşısında korumak, planlanan bir faaliyetin yol açabileceği bütün olumsuz etkilerin önceden tespit edilip gerekli tedbirlerin alınmasını sağlamaktır. ÇED yurdumuzda 1993 yılında kurulmuştur.
Dünya'da gelişen teknolojilerin bilinçsiz ve kontrolsüz kullanımı nedeniyle ortaya çıkan olumsuzlukların doğada neden olduğu çöküşü durdurmak amacıyla doğayı ve doğal kaynakları koruma düşüncesi son zamanlarda tüm Dünya’da hızla yayılmaktadır. Türkiye'de 1983 yılında yürürlüğe giren Millî Parklar Kanunu ile millî parklar, tabiatı koruma alanları, tabiat parkları ve tabiat anıtları olmak üzere 4 koruma alanı oluşturulmuştur.
Kaynakların Sınırlılığı
Günümüz dünyasında su; tarımsal üretim, endüstriyel kullanım, enerji üretimi, ulusal güvenlik gibi konularda önemli bir yere sahiptir. Su rezervinin yeterli olması ekonomik ve sosyal kalkınmanın sürdürülmesi açısından önemlidir. Dünya’daki tatlı su kaynakları sınırlıdır. Nüfus artışına bağlı olarak artan su talebiyle birlikte su kaynakları; miktar, kalite ve kullanım açısından ciddi sorunlarla karşı karşıyadır. Dünya Meteoroloji Örgütü’ne göre 2025 yılından itibaren 3 milyardan fazla insan susuzlukla karşı karşıya kalacaktır. Dünya’daki su kıtlığının nedenleri arasında;
- Yenilenebilir kaynak miktarının azlığı,
- Yanlış ve aşırı su kullanımı,
- Hızlı nüfus artışına bağlı olarak kişi başına düşen su miktarının azalması gösterilebilir.
Türkiye’de yanlış uygulamalar ciddi su sıkıntısını gündeme getirmiştir. Özellikle tarımsal sulama amacıyla yapılan uygulamalar sulak alanları olumsuz etkilemiştir. Suyun doğal akış yönünün değiştirilmesi, yanlış tarımsal sulama yöntemlerinin uygulanması, yer altı sularının kontrolsüz bir şekilde çekilmesi sulak alanların kurumasına yol açmıştır. Buna yurdumuzda en güzel örnek Konya Kapalı Havzası’dır.
Ülkemizde tatlı su kaynakları oldukça sınırlıdır. Ancak ihtiyaca cevap verebilmektedir. Türkiye’deki kullanılabilir su potansiyelinin yaklaşık % 16’sı içme ve kullanmada, % 72’si tarımsal sulamada, % 12’si de sanayide tüketilmektedir. Türkiye şimdilik su kıtlığı çeken ülkeler arasında yer almamaktadır.
Hava ve su gibi canlıların yaşaması için vazgeçilmez unsurlardan biri de topraktır. Toprağın tarım dışı kullanılması, ağır metallerle kirlenmesi ve erozyon sonucu oluşan etkilerle kayıplara uğraması verimi düşürmektedir. Yurdumuzda erozyonu önlemek, pek çok canlıya barınak oluşturmak, yer üstü ve yer altı sularının kaybını en aza indirebilmek amacıyla ağaçlandırma projeleri yapılmaktadır. Türkiye’de ağaçlandırma çalışmaları deyince de akla TEMA Vakfı gelir.
TEMA vakfı, 1992 yılında Türkiye’de erozyon ve çölleşme tehlikesine karşı toplumsal duyarlılığı artırmak ve bu mücadelenin bir devlet politikası hâline gelebilmesini sağlamak amacıyla kurulmuştur. TEMA Vakfı; mera ıslahı, mikro havza, ağaçlandırma, doğal varlıkları koruma, erozyonu önleme amaçlı kırsal kalkınma gibi projelerle mücadelesini sürdürmektedir.
Doğal Kaynakların Planlanması ve Kontrolü
Hızlı sanayileşme, doğal kaynakların sınırsız kabul edilmesi kaynakların hızla tüketilmesine neden olmuştur. Günümüzde Dünya’mızın karşı karşıya bulunduğu sorunların başında doğanın ve çevrenin kirlenmesi gelir. Sanayi Devrimi ile birlikte başlayan sanayileşme sürecinde doğal kaynaklar hiç tükenmeyecekmiş gibi kullanılmış bunun sonucunda doğal denge bozulmuştur.
Sürdürülebilir kalkınma yaklaşımı, insan sağlığını ve doğal dengeyi koruyarak sürekli olarak ekonomik kalkınmayı ve gelecek kuşaklara daha sağlıklı bir çevre bırakabilmeyi ifade eder. Sürdürülebilir kalkınmanın amacı doğal kaynakları koruma ve doğal kaynak kullanımında verimliliği sağlamaktır. Bunun için toprak, su, hava ve canlılardan oluşan doğal çevredeki kaynakların doğru kullanılması gerekmektedir.
Bir doğal kaynağın sürdürülebilir olmasının temel koşulu o kaynağın yenilenebilir olmasıdır. Su, rüzgâr, jeotermal kaynaklar ve Güneş enerjisi yenilenebilir nitelik taşımaktadır. Madenler, mineraller, petrol, kömür ve doğal gazın yenilenebilme niteliği bulunmaz. Oluşum süresi düşünüldüğünde toprak yenilenmesi çok uzun zaman alan bir kaynaktır.
Çevre Sorunlarının Boyutları ve Etkileri
Çevre sorunları günümüzde küresel, bölgesel ve yöresel etkilerinin yanı sıra gelecekteki olası etkileri nedeniyle önemli bir tehdit oluşturmaktadır. Çevre sorunları konusunda bireylere, sivil toplum kuruluşlarına ve devletlere önemli görevler düşmektedir. Bu konuda öncelikle toplumsal bilinç sağlanmalı, çevre sorunlarının gelecekte yol açacağı olası riskler azaltılmaya çalışılmalıdır.
Çevre Sorunları İçin Yapılan Çalışmalar
Gelişmiş ülkelerde genellikle insan hayatını tehdit eden unsurlar, yönetimler tarafından yasal düzenlemelerle ortadan kaldırılmaya çalışılır. Gelişmemiş ülkelerde ise ekonomik seviye düşük olduğu için yaptırım zayıflamakta ve yasal düzenlemeye gidilmektedir. Gelişmiş ülkelerde üretimin artması, bir yandan yenilenemez kaynakların hızla tüketilmesine, diğer yandan su ve hava kirliliğinin artmasına ve böylece bunların kıt kaynaklar hâline gelmesine yol açmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde ise çevre sorunları, öncelikle yoksulluğun ve toplumun geri kalmışlığının sonucudur. Bunlar düşük gelir seviyesi ve geri kalmış teknoloji kullanımının bir sonucudur.
Uluslararası çevre hukukunun gelişmesine katkı sağlayan en önemli unsur uluslararası çapta sözleşmelerdir. Bu sözleşmelerden bazıları şunlardır:
- 1971: “Sulak Alanların Korunması” İçin yapılan Ramsar Sözleşmesi
- 1973: “Türleri Tehlikede Olan Bitki ve Havyan Ticaretinin Önlenmesi" için yapılan Washington Antlaşması
- 1977: Dünya Çölleşme Konferansı (Nairobi)
- 1978: “Akdeniz’in Kirliliğe Karşı Korunması" amaçlı Barcelona Antlaşması
- 1992: Dünya Çevre Zirvesi (Rio)
- 1994: Biyolojik Çeşitliliği Koruma Konferansı (Bahama)
- 1994: “Çölleşmeyle Mücadele Antlaşması” BM tarafından hazırlanmış olup, 90 ülke İmzaladı.
- 1996: Şehir ve insan yerleşimlerinin ele alındığı Habitat 2 Konferansı (İstanbul)
Bu tür sözleşmelerden biri de Kyoto Protokolü’dür.
Kyoto Protokolü, Sera etkisi meydana getiren gazların salınımlarını kısmak üzere sanayileşmiş ülkeler için hedefler belirleyen uluslararası bir anlaşmadır. 1997 yılında oluşturulan protokol, 1992’de imzalanan bir çerçeve anlaşmasına dayanmaktadır. Kyoto Protokolü, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Antlaşması'nın yasal olarak bağlayıcılığı niteliğindedir. Bu protokole göre sanayileşmiş ülkeler ile piyasa ekonomisine geçiş sürecindeki ülkeler atmosfere saldıkları sera gazı miktarında indirime gitmeyi kabul etmektedirler.
Kyoto Protokolü'nde alınan başlıca kararlar şunlardır;
- Atmosfere salınan sera gazı miktarı % 5’e çekilecek
- Endüstriden, motorlu taşıtlardan, ısıtmadan kaynaklanan sera gazı miktarını azaltmaya yönelik mevzuatın yeniden düzenlenmesi
- Daha az enerji ile ısınma, daha az enerji tüketen
- araçları kullanma, daha az enerji tüketen teknoloji sistemlerini endüstride kullanma, ulaşımda, çöp toplamada çevreciliği ön planda tutma
- Atmosfere bırakılan metan ve karbondioksit oranının düşürülmesi için alternatif enerji kaynakları kullanma
- Fosil yakıtlar yerine biyodizel gibi yenilenebilir enerji kaynakları kullanma
- Çimento, demir çelik ve kireç fabrikaları gibi yüksek enerji tüketen işletmelerde atık işlemlerinin yeniden düzenlenmesi
- Termik santrallerde daha az karbon çıkaran sistemler, teknolojiler kullanılması
- Güneş enerjisinin önü açılarak, nükleer enerjide karbon salınımı sıfır olduğu için Dünya'da bu enerjinin ön plana çıkarılması
- Fazla yakıt tüketenden ve fazla karbon üretenden fazla vergi alınması
Doğal Mirasın Korunması
Estetik, kültürel, bilimsel, ekonomik unsurlarla zenginleşen doğal güzelliklerin ve biyolojik çeşitliliğin oluşturduğu değerlere doğal miras denir. Bilimsel ve görsel açıdan az rastlanan küresel değeri olan jeolojik ve jeomorfolojik oluşumlar, tükenme tehdidi altındaki hayvan ve bitki türlerinin yetiştiği yerler doğal mirası oluşturur. Travertenler, mağaralar, az rastlanan kıyı güzellikleri, kaplıcalar, volkanik şekiller gibi ilginç yapısal oluşumlar doğal mirasa örnek olarak verilebilir.
Ortak doğal miras eseri olarak kabul edilen sahaların bir kısmı doğal güzelliğiyle ön plana çıkarken, bir kısmı da ekolojik tür ve çeşitlilik bakımından ön plana çıkar. Örneğin, ABD'de Yellow Stone Ulusal Parkı Dünya’da eşine ender rastlanan doğal güzelliklere sahipken, Galapagos Adaları ise doğal tür ve çeşitlilik bakımından zengindir. Dünya nüfusunun hızla artması ile beraber sanayi, yerleşme, ticaret, turizm vb. faaliyetlerin bir kısmı doğal miras alanlarına yakın yerlerde gelişerek bu alanları tehdit etmiştir.
Doğal miras alanlarının korunması için yapılabilecek başlıca faaliyetler şunlardır:
- Doğayı kirleten ve doğada uzun sürede yok olmayan ambalajlar yerine, geri dönüşümlü ambalajlar kullanılmalı
- Biyolojik çeşitlilik ve ekolojik dengenin önemini kavratacak eğitim programları oluşturulmalı
- Yenilenebilir enerji kaynakları tercih edilmeli
- Çevreci ve az yakıt tüketen motorlu araçlar tercih edilmeli
- Çöpler geri dönüşüm için ayrıştırılmalı
- Organik ürünler kullanılmalı
- Su kaynakları aşırı derecede kullanılmamalı
- Orman alanları genişletilmeli
- Avcılık, doğal yaşamı ve türleri tehdit etmeyecek şekilde yapılmalı
- Turizm alanlarında iskana sınırlı şekilde izin verilmeli vb.
- Ekosistem ve Madde Döngüsü
- İnsan ve Doğa Etkileşimi
- Nüfusun Gelişimi, Dağılışı ve Nitelikleri
- Göçlerin Neden ve Sonuçları
- Ekonomik Faaliyetlerin Ortaya Çıkışı ve Gelişimi
- İlk Uygarlıklar, Şehirlerin Fonksiyonları ve Nüfus Politikaları
- Göç ve Şehirleşmenin Ekonomiyle İlişkisi
- Kıtaların Keşfi ve Küçülen Dünya
- Ülkeler Arası Etkileşim
- Ülkeleri Tanıyalım I
- Ülkeleri Tanıyalım II
- Ülkeleri Tanıyalım III
- Küreselleşmenin Etkileri
- Doğal Afetler ve Etkileri
- Doğal Kaynaklar ve Çevre
- Doğal Kaynakların Kullanımının Küresel Etkileri