TUS'a Hazırlanlar İçin En Önemli İngilizce Kelimeler Ve Anlamları
a variety of: pek çok çeşit
abstain from: kaçınmak
accumulate: toplanmak
actually: gerçekte
additionally: ek olarak
adequate: yeterli
afflict: zarar vermek
also: aynı zamanda
amount: miktar
approach: yol, yaklaşım
arise from: -den kaynaklanmak
as a consequence of: -ın sonucu ola-rak
as a consequence: sonuç olarak
as a result: sonuç olarak
at least: hiç olmazsa, en azından
as well as: kadar
at the onset of: -ın başlangıcında
avert: kaçınmak
absolute: mutlak , kesin
to attack: saldırmak , kriz , atak
appropriate: uygun , yerinde
according to: -e göre
to activate: etkin hale getirmek , canlandırmak
to act: hareket etmek, yazife görmek , rol almak
available: mevcut , var
to asses: değerlendirmek, taktir etmek
almost: hemen hemen
to avoid: sakınmak , kaçınmak
to ascend: yukarı çıkmak, yükselmek
to apply: uygulamak, başvurmak
application: uygulama, başvuru
alone: tek başına, yalnız
to associate: ilişki kurmak, ilişkilen-dirmek
anywhere: herhangi bir yer
advantage: avantaj
to affect: etkilemek
about: hakkında
another: başka, diğer
to advance: ilerlemek, ilerletmek
absence: yokluk, mevcut olmamak
among: arasında, arada
ability: muktedirlik, yetenek, beceri
anxious: endişe yaratan, kaygı verici
anxiety: endişe, kaygı
antigen: antijen
antibody: antikor
above: üstünde, üzerinde
against: -e karşı
to attenuate: zayıflatmak, güçten düşürmek
to inactivate: etkisiz hale getirmek, etkisiz kılmak
appetite: iştah
active: aktif
animal: hayvan
administer: idare etmek, vermek, uygulamak
to be able to: muktedir olmak
although: -e rağmen
to attend: bakmak, ilgilenmek, eşlik etmek
attention: dikkat, özen, ilgi gösterme
in addition: ilaveten, ilave olarak
additional: ilave, ilaveten
to aggregate: birikmek, kaynaşmak, toplanmak
aggregation: toplanma, bir araya gelme
always: daima, her zaman
agent: ajan, vasıta, görevli
abnormal: anormal, normal olmayan
author: otorite, yazar, müellif
to advocate: savunmak
abortion: abortus, düşük
adult: ergin, yetişkin
adulthood: ergenlik
age: yaş, ömür, çağ
to age: yaşlanmak, olgunlaşmak
artery: arter, atar damar
apparent: bariz, belirgin, belli
about: hakkında, ortalama
to attribute: atfetmek, yormak, mal etmek
air: hava
airway: hava yolu
along: boyunca, uzunluğunca
as: olarak, gibi
abrupt: ani, birden bire
to accompany: refakat etmek, bir-likte bulunmak
anorexia: iştahsızlık
to aspirate: içine çekmek, emmek
to add: eklemek, ilave etmek
to account for: mesul tutmak, sebe-bi olmak
area: bölge, alan
acquired: edinsel, kazanılmış, sonra-dan edinilen
to allow: izin vermek, bırakmak
to attach: bağlamak, birleştirmek
attachment: bağlantı, birleşme, bağ-lılık
to accelerate: hızlandırmak, çabuk-laştırmak
anemia: anemi, kansızlık
around: çevresinde, civarında
to ask: sormak, rica etmek
answer: cevap vermek
action: fiil, hareket, tesir etme, işleyiş
arm: kol
adverse: zıt, karşı, aksi
association: bağlantı, birlik, ortaklık
to appear: belirmek, görünmek
appear ance: görünüm, görünüş
to alter: değiştirmek, başka şekle sokmak, bozmak
ankle: ayak bileği
all: tüm, tam, hepsi
to augment: arttırmak, çoğaltmak
across: çapraz, diğer tarafa
aim: amaç, hedef
to approximate: yaklaşmak, yaklaş-tırmak, ortalamak
approximately: yaklaşmak, yaklaş-tırmak
alcohol: alkol
to asist: yardım etmek, katılmak, iş-tirak etmek
assisted: yardımlı
assistence: yardım, destek
adjacent: bitişik, bitişiğinde
belong to: ait olmak
bleed: kanamak
blood clot: kan pıhtısı
break loose: kopmak
breathing: nefes alma
because: çünkü, -dığı için
to block: tıkamak, engel olmak, kapamak
to bind: bağlamak
bladder: mesane, idrar torbası
to become: olmak
blood: kan
bloody: kanlı
brain: beyin
body: vücut
baby: bebek
bad: kötü, fena, çirkin
below: aşağı, aşağısında, aşağıda
boy: erkek çocuk
bile: safra
bile duct: safra yolu
basic: esas, temel, başlıca
basis: esas, ilke, kural, taban
blues: can sıkıntısı, neşesizlik
behavior: davranış, davranım
before: önce, önde, önünde
beforehand: önceden, daha evvel
to believe: inanmak
biochemistry: biyokimya
biochemical: biyokimya ile ilgili,
biyokimyasal
to breath: soluma, nefes alma
branch: dal, kol, branş
to beat: vurmak, çarpmak, atmak (kalbin atması)
beat: atma, atım, vuru
bowel: kalın bağırsak
to balance: denk etmek, dengelemek
balance: denge
breast: meme
basal: taban, asgari, en düşük
bone: kemik
bony: kemiksi bone
marrow: kemik iliği
bebeath: altında, alt tarafında
broad: geniş, yaygın
to bud: tomurcuklanmak
between: arasında
better: daha iyi
best: en iyi
care: bakım
case: vaka
causative: sebep olan
cause: sebep, neden
caution: dikkat
circumstance: koşul
clearly: açıkça
clog: tıkamak
clue: ipucu
cluster: küme
coincident with: aynı zamanda olan
common: yaygın
compared with: -ile karşılaştı-rıldığında
comprehend: anlamak
conclusive: sonuçlandırıcı
consist of: -den oluşmak
constant: sürekli
contact: temas
controversy: tartışma
course of illness: hastalığın seyri
crucial: çok önemli
cure: tedavi
to concentrate: konsantre etmek, yoğunlaştırmak
concentration: yoğunluk, konsantras-yon
to choice: seçmek
to complete: tamamlamak
completely: tamamen
to care: bakmak, itina göstermek
careful: dikkatli
to complain: şikayet etmek
complaint: şikayet
to clot: pıhtılaşmak
clot: pıhtı
cell: hücre
to cause: sebep olmak, neden olmak
cause: sebep, neden
causative: sebep olan
to close: yakınlaştırmak, kapamak
closure: kapatma, kapanma
closed: kapalı
caudal: kuyruk, uç
culture: kültür
chocolate: çikolata
to contain: içermek, içine almak
certain: kesin, mutlak, bazı
to clear: aşikar hale getirmek
clear: açık, aydınlık, berrak, aşikar
to consume: tüketmek
consumption: tüketim
chest: göğüs
cycle: siklus, döngü
consequence: netice, sonuç
course: seyir, akış, gidiş
to confer: danışmak, görüşmek, vermek
to be confined to: -e sınırlı olmak
to confine: kuşatmak, kapatmak, sınırlamak
chain: zincir, sıra
class: sınıf
to connect: birleştirmek
connective: bağlayan, bağlayıcı
to classify: sınıflama, sınıflandırmak
center: merkez
central: merkezi
component: uzuv, parça, üye, öğe
cartilage: kıkırdak
cognitive: idrakla ilgili, öğrenmeye dair
crystal: kristal
to couple: birleştirmek, eş yapmak
children: çocuk
to be called: olarak bilinmek, adlandırılmak
to carry: taşımak
carrier: taşıyıcı
to combine: bağlamak, birleştirmek,
kombine etmek
criter: kriter
circumference: çevre, çember
child: çocuk
childhood: çocukluk
current: akım, geçerli, çağdaş
capillary: kılcal damar, kapiller
to consider: düşünmek, dikkate almak, akılda tutmak
considereble: mühim, büyük, hatırı sayılır
concominttant: birlikte olan, beraber bulunan
to constitute: teşkil etmek, oluştur-mak, yapısında bulunmak
capacity: kapasite, kabiliyet, yeterlilik
cough: öksürük
copious: bol, bereketli
to collect: biriktirmek
collection: birikim, birikinti
country: ülke, memleket
to contract: kasılmak, büzülmek
contraction: kasılma
contractility: kasılabilme
contractile: kasılabilir
to continue: devam etmek
continuous: devamlı, sürekli
to be composed of: -den oluşmak, -den müteşekkil olmak
to contribute: katkıda bulunmak, yardımcı olmak
consolidation: birleştirme, sertleş-tirme,
konsolide etme
to compress: sıkıştırmak, baskı yapmak
compression: baskı, sıkıştırma
to be compatible: bağdaşmak, uyuşmak
to compensate: telafi etmek, ödünlemek
compensation: telafi, ödün
congenital: doğuştan, konjenital
content: içerik
to conduct: iletmek, yönetmek
conduction: ileti
conductor: iletken
to concern: ilgilendirmek, ilgili olmak
to correct: düzeltmek, sağaltmak
correct: doğru
to circulate: dolaşmak, dolanmak, devri daim yapmak
circulation: dolaşım, devinim
to commit: işlemek, yapmak, bağlamak
committed: bağlı olan, işlenen
chamber: odacık, boşluk
to cry: ağlamak, bağırmak
crying: ağlama
to confirm: teyit etmek, doğrulamak
to constrict: daraltmak, büzmek
constriction: daralma, büzülme
circular: yuvarlak, dairesel
to count: saymak
cupper: bakır
to confuse: karıştırmak
confusion: karuştırma, konfüzyon
condition: durum
conditioned: şartlanmış, şartlı
cigarette: sigara
cominon: ortak, sık
conipound: bileşik
to contaminate: kirletmek, bulaş-tırmak
contaminated: bulaşmış, kirlenmiş
choking: boğma, nefesini kesme
to designate: göstermek, belirtmek, ifade etmek
decide: karar vermek
decrease: azalmak
default: kusur
defense: savunma
deliberate: bilinçli
deprivation: dayanmak
destroy: tahrip etmek
die of: -den ölmek
dissection: parçalama
distinguish: ayrımına varmak
dizzines: baş dönmesi
drowsiness: uykusuzluk
drug trials: ilaç deneyleri
due to: yüzünden
duration: süre
demantia: demans, bunama
to deteriorate: bozulma, kötüye gitme
deterioration: kötüye gidiş
to die: ölmek
death: ölüm
depression: depresyon
to distinguish: ayırmak
dejection: keyifsizlik, kederlilik
to deposit: biriktirmek, depolamak
deposition: depo, birikim
distress: sıkıntı
deep: derin
to debilitade: sakat bırakmak, düşkünleştirmek
debilitated: düşkün
to disrup: kesmek, bozmak, zorla ayırmak
disruption: kesilme, bozulma
to demonstrate: göstermek
demonstrable: gösterilebilir
to develop: gelişmek, geliştirmek
development: gelişme, geliştirme
to damage: hasar verme, zarar verme
damage: hasar, zarar
to dilate: genişletmek
dilatation: genişleme, dilatasyon
density: yoğunluk, kesafet
dense: yoğun, kesif
defect: hata, kusur
defective: hatalı, kusurlu
dizzines: baş dönmesi
to decelerate: hızını kesme, yavaşlatma
depth: derinlik
descent: inme, alçalma
to descend: aşağı inmek, alçalmak
to describe: tanımlamak, tarif etmek
description: tamam, tarif
distinction: ayırt etme, ayırma, fark
to divide: ayırmak, bölmek
division: bölüm
to differentiate: birbirinden ayır-mak
differentiation: ayırım, ayrıştırma
to direct: idare etmek, yöneltmek, emir vermek
direction: yön, doğrultu
to diagnose: teşhis etmek
diagnosis: teşhis
to disseminate: yayılmak
dissemination: yayılım
deficiency: eksiklik, yoksunluk
deficient: eksik
to distribute: dağıtmak
distribution: dağılım
disease: hastalık
drug: ilaç
to be due to: -den dolayı
dose: doz
dosage: dozaj
to diller: fark etmek, benzemek, ayrılmak
difference: farklılık, fark
different: farkı, ayrı
distant: uzak
to denote: göstermek, kast etmek, demek
delivery: doğum, doğurma, yerine verme
to depend on: -e bağlı olmak
dependent: bağlı, bağımlı
dependence: bağımlılık
day: gün
daily: günlük
during: süresince, boyunca
deglutition: yutma, yutkunma
to define: tanımlamak, tarif etmek
disorder: hastalık, felaket, bozukluk
disadvantage: dezavantaj
detail: detay
to decay: çürümek, bozulmak
to detect: saptamak, tespit etmek
detection: tespit
decade: on yıllık süre
to disturb: rahatsız etmek, rahatsızlık vermek
disturbance: bozukluk, rahatsızlık
to determine: tespit etmek, karar vermek
dysfunction: fonksiyon bozukluğu
debris: artık madde, yıkıntı ürünü
duration: süre
dead: ölü
despite: -e rağmen
disproportion: oransızlık
to deny: inkar etmek, kabul etmemek
to drop: damlamak, indirmek, alçalmak
drop: damla, düşüş
to delay: geciktirmek
delayed: gecikme, geç kalmış
to dress: pansuman yapmak, giymek, giydirmek
dressing: pansuman
dry: kuru
disinfectant: dezenfektan
dark: koyu, karanlık
darkening: kararma, koyulaşma
discoloration: renk değişikliği, renk bozukluğu
to derive: türemek, türetmek, türevi olmak
derivative: türev
to document: belgelemek
to diminsh: azaltmak, küçültmek
distention: şişkinlik, gerilme, şişme
differential: ayırıcı
to decline: düşmek, alçalmak
decline: düşüş, alçalış
to degenerate: bozmak, aslından uzaklaştırmak
dilated: dilate, genişlemiş
deficit: açık, eksik
to depress: bastırmak, alçaltmak
distinct: ayrı, farklı
to exchange: mübadele etmek, değiş tokuş yapmak
effectively: etkili bir şekilde
elderly: yaşlı
elsewhere: diğer yerlerde
emphasizes: vurgulamak
empirically: deneysel olarak
encompass: kapsamak
encounter: karşılaşmak
enlargement: genişleme
enormous: çok büyük
environmental: çevresel
epidemic: salgın
especially: özellikle
essential: temel
establish: yerleştirmek
even: bile
even if: -se bile
even though: -e rağmen
evident: aşikar
exhaustion: yorgunluk
exist: var olmak
extend: uzatmak
extreme: aşırı
evanescent: kısa süreli, kısa ömürlü
empty: boş
to empty: boşaltmak
edema: ödem
endproduct: son ürün
to exaggerate: abartmak, büyütmek
everyone: herkes
everybody: herkes
to experience: deneyim kazanmak, tecrübe kazanmak
experienced: deneyimli, tecrübeli
especially: özellikle
exudate: eksüda
early: erken
etiology: etiyoloji, neden
elasticity: elastiklik
episode: yaka, olay, ara
era: devir, dönem
entire: tamamen, tümüyle
entry: giriş
to enter: girmek
to encircle: çevrelemek, etrafını çevirmek
to elicit: meydana çıkarmak
experiment: deney
experimental: deneysel
to estimate: tahmin etmek, değerlendirmek, hesaplamak
estimation: tahmin, değerlendirme
to enlarge: büyütmek
enlarged: büyümüş
edge: kenar
to examin: incelemek, muayene etmek
examination: inceleme, muayene
to establish: tesis etmek, tanı koymak, tayin etmek
to emit: yaymak, salıvermek
emission: yayılım
effect: etki
end: son
to end: bitmek, sonlanmak
every: her
extent: derece, miktar, mertebe
extensive: geniş, yaygın, aşırı miktarda
to exert: kullanmak, yapmak, göstermek
exertion: çabalama, uğraş, kullanma
excess: aşırı, fazla, ifrat
excessie: aşırı miktarda, fazlaca
to employ: kullanmak, iş vermek, çalıştırmak
endurance: tahammül, dayanma, dayanıklılık
exercise: egzersiz, idman, kullanma
to extract: çıkarmak, özetlemek, özünü çıkarmak
extraction: çıkarma, sökme, soy
to evaluate: taktir etmek, değerlendirmek
except: -den başka, müstesna, hariç
exception: istisna, ayrı, başka
to expose: maruz bırakmak
exposure: maruz kalma
to eliminate: çıkarmak, ortadan kaldırmak, bertaraf etmek
elimination: ortadan kaldırma
to excrete: boşaltmak, ifraz etmek, vücuttan atmak
excretion: atılım, boşaltım
environment: çevre
to elevate: yükseltmek, arttırmak
elevated: yükselmiş
evidence: delil, tanık, tanıklık
each: ger bir, her, başlı başına
emotion: emosyon, heyecan, his
eventually: en sonunda, neticede
emergency: acil
expression: ifade, anlam, terim
febrile: ateşli, ateşe ait
to fail: becerememek, başara-mamak, olmamak
fail: başarısızlığa uğramak
faint: bayılmak
fall: düşme
familial: aileye ait
fatigue: yorgunluk
flushing: kızarma
focus: odak noktası
frequent: sık sık
furthermore: üstelik
failure: başarısızlık, bozukluk, çalışamama
father: baba
fine: nazik, ince, iyi, mükemmel
face: yüz, çehre
facial: yüze ait, yüzle ilgili
to follow: takip etmek
fluid: sıvı
fiber: lif, iplik, tel
former: ilk bahsedilen, bir önceki
to facilitate: kolaylaştırmak
family: aile, cins, familya
friend: arkadaş
flight: uçma, uçuş
to feel: hissetmek
feeling: his, hissetme
food: gıda, besin
fraternal: kardeşçe, kardeşler arasındaki
fetal: fetüse ait, bebekle ilgili
fatal: ölümcül
factor: faktör, sebep, unsur
factory: fabrika
frequency: sıklık, frekans
fat: yağ, şişman, yağlı
foul: pis, kirli, bozuk
to fertilize: döllemek
fertilization: döllenme
fertilized: döllenmiş
floor: zemin, döşeme, kat
to fill: doldurmak
funnel: huni, baca, huni şeklinde
fear: korku, endişe
foreign: yabancı, el
fasting: aç olma
factitous: mücadeleci, geçimsiz
feature: nitelik, özellik
flow: akım, akış
to flow: akmak, süzülmek
fracture: kırık
female: dişi
to find: bulmak
finding: bulgu
to form: oluşturmak, şeklini vermek
form: şekil, biçim
formation: oluşum, yapı
formed: şekilli
first: ilk, birinci
fatique: yorgunluk, dermansızlık, güçsüzlük
far: uzak, ötedeki
fever: ateş
to function: işlev, rol, fonksiyon
functional: işlevsel
feasible: yapılabilir, mümkün
front: ön taraf, cephe
frozen: donmuş, dondurulmuş
gentle: nazik, kibar, yavaş
goal: amaç
general: umumi, genel
generalized: genelleştirilmiş
generally: genellikle, çoğunlukla
gross: kaba, koyu, toplam, makroskobik
gland: bez
to grow: büyümek, çoğalmak
growth: büyüme, gelişme
great: büyük, muazzam
good: iyi
girl: kız çocuk
gallbladder: safra kesesi
generation: nesil, jenerasyon, üretme üretim
grief: keder, hüzün, gam
gestation: gebelik
giant: dev
groove: oluk, kanal
groin: kasık
to grade: derecelere ayırmak
grade: derece
grey: gri
gallstone: safra taşı
german measles: kızamıkçık
girdle: kemer, kuşak
headache: baş ağrısı
heart failure: kalp yetmezliği
higldy: çok
hypertension: yüksek tansiyon
hypotension: düşük tansiyon
heart: kalp
health: sağlık
healthy: sağlıklı
to herniate: fıtıklaşmak
hypoxia: hipoksi
horn: boynuz
half-life: yarı ömür
hematogenous: kan yoluyla
heredity: kalıtım
hereditary: kalıtımsal
height: boy, yükseklik
hard: katı, sert, zor
to hazard: zarar vermek,riske sokmak
hazardous: tehlikeli
to harm: zarar vermek, yaralamak
harm: zarar, hasar
harmful: zararlı, dokunur
harmless: zararsız
host: konak
to heat: ısıtmak
heat: ısı, sıcaklık, hararet
heated: ısıtılmış
high: yüksek, yüksekteki
to hospitalize: hastaneye yatırmak
history: hikaye
human: insan
to heal: iyileştirmek
healing: iyileşme
head: kafa, baş
to hope: beklemek, ummak
hopeless: umutsuz
hollow: içi boş
hoarse: boğuk, kısık
hot: sıcak
hour: saat
hourly: saat başı
however: her ne kadar, bununla beraber, her nasılsa
humid: nemli
hungry: aç
heavy: ağır
to hear: işitmek
to help: yardım etmek
helpful: yardımcı
helpless: çaresiz
hind: arka, art
imbalance: dengesizlik
immobility: hareketsizlik
immortal: ölümsüz
in addition: ek olarak
in contrast: tersine
in fact: gerçekte
in part: kısmen
in the course of: sürecinde
inadequate: yetersiz
inappropriate: uygun olmayan
increase: artmak
indicate: göstermek
instead of: yerine
instruction: öğretim
intense: yoğun
to investigate: araştırmak
illness: hastalık
to inhabit: yerleşmek
to induce: uyarmak, teşvik etmek
induction: indükleme
to imply: ima etmek, kast etmek, sevk etmek
to impair: bozmak, zarar vermek
to implant: aşılamak
implantation: aşılama
to inhale: nefes almak
inhalation: soluk alma
to intake: almak, içeri almak
to isolate: izole etmek, ayırmak
isolation: izolasyon, yalnızlık
isolated: izole, yalnız
to institute: tesis etmek, kurmak
insidious: sinsi, gizli
to identify: tanımlamak, teşhis etmek
infarction: enfarktüs
to inherit: kalıtımla geçmek
inheritance: kalıtım, miras
injury: yaralanma, hasar, incinme
incision: ensizyon, kesi
to impose: yüklemek, üzerine koy-mak
incident: hadise, olay
incidental: tesadüfi
to include: içermek, içine almak
to influence: etki, tesir
to inform: bilgilendirmek
information: bilgi, danışma
importance: önem
important: önemli
to involve: içermek
incompatible: mümkün olmayan
to inhibit: engel olmak, durdurmak
inhibition: engel, durdurmak
to infect: bulaştırmak
infection: enfeksiyon
infectious: bulaştırıcı, enfekte
to invade: istila etmek
instance: örnek, defa, kere
initial: ilk, başlangıç
to intubate: entübe etmek
intermittent: aralıklı
intolerance: tahammülsüzlük
immunity: bağışıklık
instrument: alet, araç
inanimate: cansız
insoluble: çözünmeyen, erimez
to indroduce: tanıtmak, ileri sürmek
introduction: başlama, giriş, takdim etme
iron: demir
to irritate: tahriş etmek
irritation: tahriş
irritable: tahriş edici
idea: fikir, düşünce
to initiate: başlamak, başlatmak
to infiltrate: sızmak, yayılmak
irreversible: geri dönüşsüz
individual: birey, kişi
infant: süt çocuğu
indentical: eş, benzer, tıpa tıp, aynı
to itch: kaşımak, kaşınmak
itchy: kaşıntılı
to judge: muhakeme etmek, kıyaslamak
judgement: muhakeme
jaundice: sarılık
joint: eklem
jaw: çene
to join: bağlamak, birleştirmek
junctional: bağlantıyla ilgili
kidney: böbrek
to kill: öldürmek
knee: diz
to keep: saklamak, korumak
to know: bilmek
knowledge: bilgi
to locate: yerini tayin etmek
location: mevkii, yer, yerleştirme
liver: karaciğer
latest: en geç
layer: katman
lead to: yol açmak
leave: terk etmek
likely: olası
loss: kayıp
line: hat, çizgi
to line: sınırlarını çizmek
to lack: yoksun olmak
lung: akciğer
to lead to: -e ile sonuçlanmak
loss: kayıp
loose: gevşek
lesion: lezyon
liable: sorumlu
low: düşük, alçak
long: uzun
late: geç
later: sonra, daha sonra
liquid: sıvı
to live: yaşam, hayat
to last: devam etmek
little: az, küçük
latter: ikinci bahsedilen
level: seviye, hiza, düzey
labor: travayda bulunma
lymph: lenf
loneliness: yalnızlık
to lower: indirmek, düşürmek
left: sol
leg: bacak
less: daha az
to list: listelemek
to lubricate: yağlamak, kayganlaş-tırmak
lead: kurşun
to load: yüklemek
to lock: kilitlemek
male: erkek
to mislead: yanıltmak
to manage: idare etmek
management: idare
margin: kenar, sınır
to measure: ölçmek
measurement: ölçü, ölçüm
mortal: ölümcül
medium: çevre, ortam, besi yeri
to manifest: ortaya çıkmak
manifestation: belirti, ortaya çıkış
mean: ortalama
to mean: manasına gelmek, demek istemek
meaning: mana, anlam
membrane: zar
mother: anne
mass: kitle
to make: yapmak
malaise: kırgınlık
myalgia: miyalji, kas ağrısı
malfunction: bozuk işleme
malnutrition: kötü beslenme
manufacture: üretmek
migratory: gezici
modify: değiştirmek
morbid: sağlıksız
moreover: üstelik
most frequently: çok sık
most likely: büyük bir olasılıkla
midwife: ebe
minute: dakika
mask: maske
to mix: karıştırmak
mixture: karışım
to migrate: göç etmek, taşınmak
migration: göç
to move: hareket
to mediate: aracı olmak, araya girmek
medication: ilaç verme
man: erkek birey
marked: belli
member: üye, eleman
muscle: kas
muscular: kas ile ilgili
memory: hafıza
mood: ruh hali, mizaç
month: süre olarak ay
multiple: çoğul
malformation: şekil bozukluğu
massive: aşırı miktarda
to maintain: sürdürmek
maintenance: idame, sürdürme
milk: süt
milky: sütsü
mandatory: zaruri
measles: kızamık
moist: nem
moisture: nemlilik
nearly: hemen hemen
numerous: çok sayıda
nature: doğa, tabiat
natural: doğal
to necessitate: gereksinim duymak
necessary: gerekli
to need: ihtiyaç duymak
need: ihtiyaç
neck: boyun
next: sonraki, diğer
nose: burun
nutrition: beslenme
nausea: bulantı
to name: isimlendirmek
narrow: dar
narrowing: darlık, daralma
node: düğüm, nod
newborn: yeni doğan
notch: girinti, çentik
night: gece
nucleus: çekirdek
once: bir kere, tek
ovulation: yumurtlama
occasion: hal, durum
occasionally: ara sıra, nadiren
overall: tüm, baştan başa
old: eski, yaşlı
otherwise: aksi takdirde
to offer: teklif etmek, imkan vermek
to observe: gözlemek
observation: gözlem
to obstruct: tıkamak
obstruction: tıkanıklık
obstructive: tıkayıcı
ovary: over, yumurtalık
to originate: -den kaynaklanmak
objective: nesnel, objektif
object: cisim, nesne
obtain: elde etmek
occasional: ara sıra
occur: olmak
opposite: zıt
or: veya, yada
orderly: düzenli
outcome: sonuç
overall: tamamı
obesity: şişmanlık, obesite
obese: şişman, obez
to operate: ameliyat etmek
operation: ameliyat
to overlie: üzerinde uzanmak
overlying: üzerinde uzanan
to obligate: mecbur bırakmak, mecbur olmak
obligatory: zorunlu
onset: başlangıç, ortaya çıkış
other: başka, diğer
to occur: olmak, meydana gelmek
overdose: aşırı doz
output: verim gücü, randıman
oxygen: oksijen
ordinary: basit, sıradan, olağan
order: emir, düzen, sıra
to order: emretmek, sıraya dizmek
often: sık, sıklıkla
permeability: geçirgenlik
posture: duruş şekli, postür
pedicle: sap, pedikül
to progress: ilerlemek
progressive: ilerleyici
pulse: nabız
pattern: model, örnek, biçim
projectile: fışkırtır tarzda, kurşun gibi
to penetrate: sinmek
plain: düz, sade, yalın
particular: has, özgü, özel
to pump: pompa
pain: ağrı
painful: ağrılı
painless: ağrısız
presence: varlık, mevcudiyet
present: var, mevcut
to produce: üretmek
production: üretim
product: ürün
productive: verimli
particularly: özellikle
possible: mümkün
possibility: ihtimal
protean: değişen, çok yönlü
principal: belirgin, belli başlı
prominent: çıkıntılı, belli başlı
process: olay, süreç
property: özellik
palpitation: çarpıntı
pregnancy: hamilelik
pregnant: hamile
physiologic: fizyolojik
psychologic: psikolojik
to place on: yerleştirmek, üzerine koymak
puncture: ponsiyon
physician: doktor
pressure: basınç
to postpon: ertelemek
to protect: korumak, koruyucu olmak
protection: koruma
partially: kısmen
patient: hasta
perform: yapmak
place: yerleştirmek
point to: işaret etmek
practices: uygulamalar
predisposition: eğilim
prescribe: reçete yazmak
prevalent: yaygın
previous: önceki
primary: temel
principally: temel olarak
procedure: işlem
provide: sağlamak
proximally: uzvun bağlanma noktasına yakın
put on weight: kilo almak
passive: pasif
poor: fakir, eksik, zayıf
percent: yüzde (%)
to precede: önde gitmek, önde gelmek
pessinism: kötümserlik
prolonge: uzatmak, sürdürmek
prolonged: uzamış
platelet: trombosit
prior: önceki, önce
population: nüfus, halk
to palpate: ellemek, elle muayene etmek
to persist: ısrar etmek, sebat etmek
persistant: inatçı, devamlı
pathogen: patojen
purulent: cerahatli
to pass: geçmek
passage: geçiş, geçme
to predispose: yatkın kılmak
person: kişi, birey
portion: miktar, parça
previous: önceden
previously: evvelce, önceden
to presume: tahmin etmek
pink: pembe
parturient: doğum yapan
partial: parsiyel, kısmi
to pause: durdurmak, ara vermek
pause: ara, durak
pair: çift
primitive: ilkel
phase: safha, dönem
phenomenon: fenomen, olay
puberty: ergenlik
to promote: ilerletmek
pituitary: hipofiz
to permeate: nüfuz etmek, süzmek
to prepare: hazırlamak, hazırlanmak
preparation: hazırlama, düzenleme
to prevent: önlemek
propensity: eğilim
precise: kesin
precisely: kesin olarak
paralysis: felç, paralizi
to perform: yapmak
quiet: sessiz, sakin
to question: soru sormak, sorgulamak
to quarrel: kavga etmek, bozuşmak
range: değişmek, dolaşmak
to relieve: hafiflemek, acısını dindirmek
relief: rahatlama
to require: gerektirmek
requirement: gereksinim
to reflect: yansıtmak
to research: araştırmak
research: araştırma
resolution: çözülme, erme, dağılma
rapid: hızlı
ray: ışın
rare: ender
rarely: nadiren
ratio: oran
recent: yakın
recover: iyileşmek
reduce: azaltmak
related to: -la ilgili
relief: kurtulma
remarkable: dikkate değer
remadiable: düzeltilebilir
remove: kaldırmak
replace: yerine koymak
require: gerektirmek
respond: tepki vermek
result in: -le sonuçlanmak
rod: çomak, çubuk
to result in: -ile sonuçlanmak
to result from: -den dolayı olmak
result: netice, sonuç
rate: oran, hız, gidiş
rash: döküntü
reaction: reaksiyon, yanıt
to react: tepki vermek
region: bölge
response: cevap
to be responsible for: -den sorumlu olmak
responsibility: sorumluluk
to receive: almak
room: oda
to reveal: ortaya çıkarmak, açıklamak
resistance: direnç
resistant: dirençli
to refer: ima etmek
relative: röletif, nispi
relatively: nispi olarak
rubber: lastik
ring: halka
rich: zengin
reserve: stok, rezerv
real: gerçek
reversible: geri dönüşlü
to reduce: azaltmak, hafifletmek
reason: sebep
reasonable: makul, akla yatkın
to relapse: nüks etmek
to resolve: çözmek, ayrıştırmak
remote: uzak, uzaktan
regimen: rejim
to report: rapor etmek
to rule out: ortadan kaldırmak
to respirate: solumak, soluk alıp vermek
respiration: solunum
rest: istirahat, ara
to rest: dinlenmek
rough: kaba, pürüzlü
to remain: arta kalmak
rise: yükseliş
to rise: yükselmek
to raise: yükseltmek
to revolve: etrafında dönmek
resorption: yeniden emilme
to regulate: ayarlamak
regulation: düzenleme
to release: salmak
right: sağ, doğru
to reveal: artaya çıkarmak
retratcion: retraksiyon, büzülme, çekilme
rib: kaburga kemiği, kosta
to revise: revize etmek, gözden ge-çirmek
to realise: fark etmek
retardation: yavaşlatma, geriletme
recent: yakın, son zamanlar
recently: yakında, son zamanlarda
to recure: yeniden olmak
recurrent: tekrarlayan
relationship: ilişki, bağlantı
relation: yakınlık, ilgi
to relate: yakınlığı olmak
remodeling: yeniden şekillendirme
rickets: raşitizm
role: rol, görev
to render: kılmak, eylemek
to retard: engellemek
to replace: yerine geçmek
remainder: geriye kalan
stenosis: stenoz, darlık
to stress: vurgulamak
satisfactory: tatminkar
shortness of breath: nefes darlığı
situation: durum
solution: çözüm
spread: yayılmak
spontaneously: kendiliğinden
stage: dönem
stroke: felç
substance: madde
suffer: eziyet çekmek
suitable: uygun
supply: sağlamak
survival: hayatta kalma
sweating: terleme
significant: önemli
smell: koku
to smell: koklamak
sputum: balgam
single: tek, tekil
to subside: hafifletmek, geçmek
school: okul
to suspect: şüphelenmek
similar: benzer
simultaneous: eş zamanlı olarak
to share: paylaşmak
sample: numune, örnek
to sheed: dökülmek, dağılmak
stage: aşama
to stretch: germek, gerginleştirmek
to suck: emmek
shadow: gölge
to shrink: büzüşmek
sick: hasta
somewhat: nasılsa, nasıl oluyorsa
smooth: düz, pürüzsüz
synthesis: sentez
surgery: cerrahi
surgically: cerrahi olarak
surgeon: cerrah
to speed: hızlanmak
speed: hız
space: uzay
sensation: duyu,his
stem: kök, ana dal
sickle: orak
stone: taş
smear: yayma
smoke: duman
to seem: -gibi görünmek
satellite: uydu
to spread: yaymak
synergism: sinerji, birbirinin etkisini arttırıcı
sex: cinsiyet
study: çalışma
to study: çalışmak
size: boyut, büyüklük
skill: marifet
skilful: becerikli
skill: henüz, hala
style: stil, tarz
safe: güven
safety: güvenlik
to stimulate: uyarmak
stimulation: uyarı
step: adım, basamak, kademe
to secrete: salgılamak
secretion: salgı, sekresyon
to swallow: yutmak, yutkunmak
to stick: yapışmak
to select: seçmek
selective: seçici
skull: kafatası
sac: kase
severe: ciddi
specimen: numune, örnek
sheep: koyun
to supply: sağlamak, tedarik etmek
supplement: ilave, ek
sufficient: yeterli
sufficiency: yeterlilik
site: yer
sometimes: bazen
sign: işaret
susceptibility: duyarlılık
skin: deri
several: belli, birkaç
skeleton: iskelet
short: kısa
stool: dışkı
stroke: inme, felç
to show: göstermek
stuffy: tıkalı, dolu
strong: kuvvetli
to sweat: terlemek
sweat: ter
side: yan, taraf
soluble: çözünür, eriyebilir
to serve: sağlamak
to store: saklamak, depolamak
storage: depo, birikim
spinal cord: omurilik
swelling: şişme, şiş
to support: desteklemek
stain: boya
to stain: boyamak
smoking: sigara içme
spot: benek, nokta, leke
seizure: nöbet, havale
strain: germek, gerilim, suş (bakte-riler için)
to survie: canlılığını sürdürmek, yaşamak
strength: dayanıklılık
structure: yapı, strüktür
sense: duyu, his, duygu
speech: konuşma
sleep: uyku
state: durum, hal
such: gibi
sad: üzgün
sadness: kederlilik
to substiture: yerini tutmak
source: kaynak
since: -dığı için
so called: diye bilinen
to suffer from: -den muzdarip ol-mak
secondary: ikincil, sekonder
simulate: benzemek, taklit etmek
twice: iki kez
to tolerate: tahammül etmek
term: terim ifade
third: üçüncü
tract: yol
to take place: gerçekleşmek
to transmit: taşımak
transmission: nakil, taşıma
topic: konu, mesele
tight: sıkı, dar
tensile: gerilebilir, gerileyebilme, gerilme
tooth: diş
toothpaste: diş macunu
to treat: tedavi etmek
treatment: tedavi
teenager: 13-19 yaşları arasında olan
target: hedef
thereby: böylelikle
though: rağmen
toward: -e doğru
throughout: baştan başa
transient: geçici
to terminate: sonlanmak, bitirmek
top: tepe, üst
tongue: dil
thus: böylece
therefore: bu yüzden
traid: üçlü takım
tobacco: tütün
to tend: eğilimi olmak
tendency: eğilim
tissue: doku
temperature: sıcaklık, hararet
to train: yetiştirmek, idman ettir-mek
tranied: yatişmiş, idmanlı
time: zaman
tertiary: üçüncül
twin: ikiz
to think: düşünmek
thinking: düşünme, düşünce
tumor: tümör
to undertake: üzerine olmak
usual: olağan, genel
usually: genellikle
ultimately: sonunda
uncertain: belli olmayan
unless: -medikçe
until: -ıncaya kadar
urge: teşvik etmek
utilise: kullanmak
undue: gereğinden fazla, yersiz
to upset: altüst etmek
to undergo: uğramak
universe: kainat
universal: evrensel
under: altında
unknown: bilinmeyen
to underline: altını çizmek
underlying: altta yatan
urine: idrar
to use: kullanmak
usage: kullanım
usefull: faydalı
to unite: bağlamak, birleştirmek
unit: birim, ünite
unlike: aksine, farklı olarak
upper: üst taraf
value: değer
valuable: değerli
to value: değer biçmek
various: çeşitli
virtue: meziyet, özellik
to vary: değişmek
variable: değişken
valve: kapakçık
volume: hacim
via: vasıtasıyla, yoluyla
vessel: damar
violent: şiddetli
voluntarily: istemli
vertebrate: omurgalı
to vomit: kusmak
vein: toplar damar
vulnerable: savunmasız
variant: versiyon, varyant, çok az farkla birbirinden ayrılan şeyler
vaccine: aşı
to vaccinate: aşılamak
valid: geçerli
way: yol, yön, taraf, usul, biçim
within: içinde
whilst: iken, esnasında
worldwide: evrensel, dünya çapında
to wash out: su ile temizlemek
weak: zayıf, güçsüz
weakness: zayıflık, güçsüzlük
while: -iken, esnasında
with: ile
without: -sız –siz, olmaksızın
weight: ağırlık
whether: -ya –ya da, olup olmadığı
wall: duvar
to work: çalışmak
water: su
whatsoever: hiçbir türlü
widely: yaygın şekilde
widespread: yaygın
watery: sulu
to worsen: daha da kötüleşmek
wound: yara
wet: ıslak
whereas: oysa
week: hafta
to be worth: kıymetli olmak, değmek
way: yol, biçim
whooping cough: boğmaca
yellow: sarı
yellowish: sarımsı
year: yıl
young: genç
to yield: sağlamak, vermek, ürünü olmak
zero: sıfır
zinc: çinko
zone: bölge
- Present Continuous (I am doing) - Şimdiki Zaman
- Present Simple (I do) - Geniş Zaman
- Simple Present ve Present Continuous Arasındaki Farklar (Simple Present vs Present Continuous)
- Past Simple (I did) - Geçmiş Zaman
- Past Continuous (I was doing) - Süregelen Geçmiş Zaman
- Present Perfect Tense
- Present Perfect Tense ve Past Tense Arasındaki Farklar
- Present Perfect Continuous Tense
- Past Perfect Tense
- Past Perfect Continuous Tense
- Future Tense
- Future Continuous Tense
- Future Perfect Tense
- Future Perfect Continuous Tense
- Passive Voice-Edilgen Yapı
- YDS'de En Çok Çıkan 444 Kelime
- YDS'de En Çok Çıkan 555 Fiil
- YDS'DE EN ÇOK ÇIKAN 1111 KELiME VE TÜRKÇE ANLAMI
- Tıp Dil Sınavı İçin En Önemli 2222 İngilizce Kelime Ve Anlamı
- ingilizcede en çok kullanılan 3333 kelime
- İngilizcede En Çok Kullanılan 22222 Kelime
- Irregular Verbs-Düzensiz Fiiller