Halk Edebiyatı
Halk edebiyatı, halk arasında gelişen ve İslamiyet'ten önceki Türk edebiyatı geleneklerini sürdüren sözlü edebiyattır.
Halk edebiyatının genel özellikleri:
- Şiirlerde kullanılan dil, halkın kullandığı, konuştuğu dildir. Bu nedenle sık sık deyimlere ve güzel halk söyleyişlerine yer verilmiştir.
- Şiir musikiden ayrılmamıştır. Şiir, saz şairi (ozan) ya da âşık denen kişilerce, bağlama adı verilen bir sazla söylenmiştir. Söz kadar ezgi de önemlidir.
- Şiirler, dörtlüklerle oluşturulmuştur.
- Asıl ölçü hece ölçüsü olmakla birlikte aruz ölçüsü de kullanılmıştır.
- Genellikle hece ölçüsünün 7’li, 8'li, 11'li kalıpları kullanılmıştır.
- Yarım uyak kullanılmış, zaman zaman rediften yararlanılmıştır.
- Şiirlerde az da olsa mecaz ve benzetmeler kullanılmıştır. Boy serviye, yüz aya, kaş kaleme, diş inciye, yanak güle... benzetilmiştir.
- Aşk, tabiat, ayrılık, hasret, ölüm, yiğitlik, toplum, din, zamandan şikâyet sık sık işlenen temalardır.
Halk edebiyatı daha çok şiir alanında gelişmiştir. Düzyazı örnekleri geri planda kalmıştır. Düzyazı türleri arasında masallar, bilmeceler, tekerlemeler, halk öyküleri, atasözleri ve halk tiyatrosunu sayabiliriz.
Halk edebiyatı kendi içinde üç bölüme ayrılır:
- Anonim Halk Edebiyatı
- Aşık Edebiyatı
- Tekke ve Tasavvuf Edebiyatı
A. Anonim Halk Edebiyatı
Kim tarafından söylendiği bilinmeyen, halkın ortak malı sayılan ürünlerin oluşturduğu edebiyat koludur. Sözlü geleneğe dayanır. Halk diliyle söylenir. Anonim halk edebiyatı ürünlerini; mani, ninni, türkü, destan, tekerleme, bilmece, masal, karagöz, ortaoyunu, meddahlık, atasözü olarak sıralayabiliriz. Bu ürünlerde ölüm, aşk, hasret, yiğitlik gibi tüm insanlığı ilgilendiren konular işlenir.
Anonim Halk Edebiyatında Şiir Dışındaki Ürünler:
1. Halk Hikayeleri
Anadolu’da hikâyeci âşıkların, köy odalarında, düğünlerdeki erkek meclislerinde, kasaba ve kentlerin kahvehanelerinde saz eşliğinde anlattığı hikâyelerdir. Bu hikâyeci âşıklar, okuryazar, az çok kültürlü kişilerdir. Hikâyelerde genellikle sevgi ve kahramanlık konuları işlenir. Kişiler gerçek yaşamdakilere yakındır; olağanüstülükler sınırlıdır. Halk hikâyeleri oluştukları çağdaki sosyal yapıyı ve iç mücadeleleri de yansıtır. Olayların düzyazı biçiminde anlatılması hem dinleyiciye hem anlatıcıya büyük kolaylık sağlar. Araya serpiştirilen şiirler ve türküler ise âşığa sazı ve sözüyle sanatını gösterme olanağı sağlar.
2. Meddah
Geleneksel Türk Tiyatrosunun bir türü olan meddahlık, Türk halk zekâsının ve halkın, hikâyeleri karikatürize ederek anlatma yeteneğinin ürünüdür. Yüzyıllar boyunca Türk halkı arasında büyük ilgi görmüştür. Bir sözlü tiyatro ürünü olan meddahlık için, tek kişilik tiyatro, diyebiliriz. Meddah, tiyatronun bütün kişilerini kendinde birleştiren bir aktördür. Yüksekçe bir yerde, bir hikâyeyi başından sonuna kadar kişileri şivelerine göre konuşturarak anlatır. Perdesi, sahnesi, dekoru, kostümü bulunmayan bu tiyatronun her şeyi meddah denilen o tek kişinin zekâsına, bilgisine, söz söylemedeki hünerine bağlıdır. Meddahların çoğu şu klasikleşmiş beyitle hikâyelerine başlar:
Söyledikçe sergüzeşti verir bezme letafet
Dinle imdi berıde-i âcizden bir hoş hikâyet
3. Orta Oyunu
Halkın ortasında apaçık duran bir meydanda; metinsiz, suflörsüz, ezbersiz oynanan bir tiyatrodur. Anlatılan olaylar ustadan çırağa, kuşaktan kuşağa geçerek değişikliğe uğrar. Giriş (Hacivat’ın sahneye gelişi), muhavere (Karagözle Hacivat’ın karşılıklı konuşması), fasıl (asıl konu) ve bitiş (perdeden çekilme) gibi dört bölümden oluşur. Başoyuncu, oyunu açan, yürüten, kapatan; okumuş, orta sınıf şehirliyi temsil eden Pişekâr’dır. Pişekâr'la birlikte oyunu yürüten; ikinci oyuncu, kavuk ve kaftan giyen Kavuklu’dur. (Pişekâr, Hacivat’ın; Kavuklu Karagöz’ün yerini tutar.) Zenne (kadın tipini canlandırah erkek oyuncu), Rumelili (pelivan/arabacı), Balama (Rum-Frenk taklitçisi), Çelebi (zengin mirasyedi), Külhanbeyi (tulumbacı), Denyo (küstah mahalle çocuğu) gibi tipler kendilerini simgeleyen bir müzikle sahneye çıkar.
4. Karagöz
5. Atasözü
Atalarımızın çeşitli olaylardan edindikleri deneyimler ve aldıkları derslerin etkisiyle söylediği didaktik, öğüt verici, genellikle mecaz anlam taşıyan, kalıplaşmış, özlü sözlerdir.
Ağaç yaş iken eğilir.
Âşık âlemi kör, dört yanını duvar sanır.
Cennetin kapısını cömertler açar.
Dağ dağa kavuşmaz insan insana kavuşur.
6. Deyim
Aba altından değnek göstermek
Ağzını bıçak açmamak
Ölümüne susamak
7. Tekerleme
Sözcüklerin ses benzerliğinden yararlanılarak oluşturulan yarı anlamlı, yarı anlamsız sözlerdir. Şiir biçiminde de oluşturulan tekerlemelerde ölçü, uyak, seci ve aliterasyondan yararlanılır. Masal, hikâye, bilmece, halk tiyatrosu gibi bazı ürünlerde de kullanılır.
El el epenek
Elden düşen kepenek
Kepeneğin yarısı
Keloğlan'ın karısı
8. Bilmece
Tarlada biter
Makine büker
Sabah akşam
Elimizi yüzümüzü öper. (Havlu)
9. Fıkra
Bir düşünceyi insanlara, mizah öğelerini kullanıp onların gülümsemelerini sağlayarak aktarmak amacıyla oluşturulmuş kısa anlatılardır. Bu ürünlerde, güldürmenin yanında yol göstericilik de söz konusudur. Edebiyatımızda en bilinen fıkralar; Nasrettin Hoca, Karadeniz, Bektaşi fıkralarıdır.
Bir gün Nasreddin Hoca şehre gelip, bir arkadaşıyla birlikte handa kalmış. Gece yarısı arkadaşı sormuş:
-Hocam, uyudunuz mu?
-Buyurun bir şey mi var?
-Biraz borç para isteyeyim demiştim.
Nasreddin Hoca derhal horlamaya başlayıp:
-Ben uyuyorum, demiş.
Anonim Halk Edebiyatı Nazım Şekilleri
1. Mani
A. Düz Mani
Yedişer heceli dört dizeden oluşur.
Altını sarraf bilir
Hastayı cerrah bilir
Ben seni sevdiğimi
Yalnız bir Allah bilir
Denizin dibi derin
Üstüne halı serin
Sandık sepet istemem
Beni yârime verin
B. Kesik Mani
Birinci dizesi 7 heceden az, anlamlı ya da anlamsız bir sözcük grubu olan maniler. Bu kesik dize sadece kafiyeyi hazırlar. Kesik manilerde eğer uyak cinaslı ise bunlara “cinaslı mani" denir.
C. Ayaklı Mani
Kesik manilerin birinci dizesi doldurularak söylenir. Bunlara “doldurmalı kesik mani” de denir.
D. Yedekli (Artık) Mani
Düz maninin sonuna aynı uyakta iki dize daha eklenerek söylenir. Cinaslı uyak kullanılmaz, birinci dizeleri anlamlıdır.
2. Ninni
Annelerin, çocuklarını uyutmak için belli bir ezgiyle söylediği sözlü edebiyat ürünleridir. Anne, çocuğuna ilişkin isteklerini, iyi dileklerini, sevinçlerini, üzüntülerini anlatır. 7’li, 8'li ve 9'lu hece ölçüsü ile söylenir.
3. Türkü
Kendine özgü bir ezgiyle söylenen nazım biçimidir. Genellikle anonimdir. Adları bilinen saz şairlerinin söyledikleri de zamanla halka mal olmuştur.Türküler, düzenleyicilerinin, derleyicilerinin ve yörelerinin (Urfa, Çukurova, bozlak, hoyrat, kayabaşı...) adıyla anılır. Yapısı yönünden iki bölümden oluşur. Birinci bölüm türkünün asıl sözlerinin bulunduğu bölümdür. Buna bent adı verilir, ikinci bölüm ise her bendin sonunda tekrarlanan nakarattır. Buna kavuştak ya da bağlama da denir. Türküler 8'li (4+4) veya 11'II (4+4+3) hece ölçüsü ile söylenir. Aşk, tabiat, ayrılık, gurbet, hasret, sevgi ve güzellik gibi konular işlenir. Türkülerin konusu ve şekli devirden devire ve çevreden çevreye değişir.
B. Aşık Edebiyatı
Âşık adı verilen halk şairleri tarafından oluşturulmuştur. Âşıklar genellikle okuryazar değildir. Çoğu, şiirlerini sazla çalıp söyler. Bu sözlü ürünler, “cönk” adı verilen elyazması defterlerde toplanmıştır. Yazanı çoğu zaman belli olmayan bu defterler özellikle koşma, mani, destan, türkü, ağıt, ilahi gibi ürünleri içine alır.
Bazı cönklerde ayrıca hikâye, masal, fıkra gibi ürünler de bulunur. Âşıklar aynı zamanda köy köy, kasaba kasaba dolaşıp şiirlerini halka okuyan insanlardır. Âşıklar; köylerden, kasaba ve şehirlerden, bir de asker ocaklarından yetişmiştir.
Âşık edebiyatı ürünleri; koşma (koçaklama, güzelleme,taşlama, ağıt), semai, varsağı, destan olarak sıralanabilir. Âşık edebiyatının konuları Halk edebiyatının ortak konularıdır,
Aşık Edebiyatı Nazım Şekilleri
1. Koşma
Halk edebiyatı nazım şekilleri içinde en çok kullanılan türdür. Genel olarak 11 'li hece ölçüsüyle söylenir. (6+5) ya da (4+4+3) duraklıdır. Dize kümelenişi bakımından dörtlükler halindedir. Dörtlük sayısı en az 3’tür, 12'den de çok olmaz. Son dörtlükte ozanın adı yer alır. Uyak düzeni abab, cccb, dddb... şeklindedir. Sevgi, doğa, türlü acılar, insanlık sevgisi, yiğitlik gibi konular işlenir.
Koşmalar konuları bakımından kendi içinde adlandırılmıştır:
a. Güzelleme
Doğa güzelliklerini anlatmak ya da at, silah, kadın gibi sevilen varlıkları övmek için yazılan şiirlerdir.
b. Taşlama
Bir kimseyi yermek ya da toplumun bozuk yönlerini eleştirmek amacıyla yazılan şiirlerdir.
c. Koçaklama
Coşkun ve yiğitçe bir üslupla savaş ve dövüşleri anlatan, kahramanlık duygularını canlandıran şiirlerdir.
d. Ağıt
2. Semai
Hece ölçüsünün 8'li kalıbıyla söylenir, uyak düzeni koşmaya benzer. Dörtlük sayısı en az 3, en çok 5-6'dır. Kendine özgü bir ezgisi vardır. Koşmada işlenen temaların ve konuların hepsi, semaide de kullanılır: aşk, sevgi, doğa, güzellik, ayrılık acıları ve ölüm... Semainin koşmadan ayrılan yönleri; bestesi, ölçüsü ve dörtlük sayısıdır.
3. Varsağı
Halk edebiyatının çok yaygın olmayan bir nazım şeklidir. ilk olarak Toroslar’da yaşayan Varsak boyundan ozanlar tarafından kullanılmıştır. Kendine özgü bir bestesi vardır. Müziğinde ve sözlerinde, meydan okuyan, babacan, erkekçe bir hava duyulur. Hece ölçüsünün 8'li kalıbıyla söylenir.
Varsağının diğer nazım şekillerden farkı, bestesi ve “bre, be hey, hey” gibi ünlemlere yer verilmesidir. Konu olarak, hayattan ve talihten şikâyet işlenir.
4. Destan
Aşık Edebiyatının Temsilcileri
Köroğlu
16. yüzyılda yaşadığı sanılan halk şairidir. Bolu Beyi’nden babasının öcünü almak için dağa çıkıp eşkıya olan; ama yiğitlik ve iyilikseverliğiyle halkın gönlünde destanlaşan Köroğlu’nun kim olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Şiirleri arasında yiğitçe ve coşkun bir seslenişle söylenmiş koçaklamalar önemli yer tutar. Aşk, doğa ve ölüm konularını dile getirdiği şiirleri de vardır.
Karacaoğlan
16. yüzyılın sonları ile 17. yüzyılın başlarında yaşadığı sanılmaktadır. Âşık edebiyatının en büyük şairi sayılır. Bu nedenle kendisinden sonra gelen halk şairlerinin üzerinde çok etkili olmuştur. Aşk ve doğa şairidir. Dili sade, arı ve duru bir Türkçedir. Şiirlerinde, tasavvufa ve dini konulara yer vermemiştir. Şiirlerinde, yaşadığı dönemin önemli siyasi ve sosyal olaylarına da yer vermiştir. Divan şiirinden etkilenmemiş, Halk şiirinin şekil ve söyleyiş özelliklerine bağlı kalmıştır.
Aşık Ömer (1619 - 1707)
Doğum yeri ve tarihi hakkında çeşitli rivayetler vardır; bunların içinde doğruya en yakın görüneni, Konya'nın Hadim ilçesinin Gezlevi köyünde doğmuş olduğu yolundaki rivayettir. Düzenli bir medrese tahsili görmediği anlaşılmakla birlikte devrin kültür çevreleri içinde bulunmuş, kendini yetiştirmiş ve çağdaşı âşıklara göre daha seçkin bir yer kazanmıştır. Şiirlerinde kuvvetli bir Divan edebiyatı etkisi görülür. Hecenin yanı sıra aruzla da yazmıştır. Asıl gücü aşk şiirlerindedir. Semailerinde, içli duygularını çok güzel dile getirmiştir. Divan edebiyatının ifade ve dil özelliklerinin âşıklar arasında yayılmasına öncülük etmiştir. Divan’ı ve çok sayıda şiiri vardır.
Gevheri (? - 1720)
Bir şiirinden Şam'a, Arabistan'a gittiğini ve Rumeli’de bulunduğunu, bir paşanın divan katipliğini yaptığını öğreniyoruz. Toplumsal olaylarla ilgilenmemiş, şiirlerinde aşk ve doğa güzelliklerini işlemiştir. Halk dili ve hece ölçüsü ile yazdığı şiirlerinin yanı sıra aruz ölçüsüyle yazılmış şiirleri de vardır. Koşma, semai ve türkülerinde Divan şiirinin etkisi görülür.
Dadaloğlu (1785 - 1868)
Toroslar’daki göçebe Türkmenlerin Avşar boyundan olan Dadaloğlu’nun hayatı hakkında, söylentilerden başka bir şey bilinmemektedir. Türkmen aşiretlerini yerleşik hayata geçirme çabası karşısında, başkaldıranlarla birlik olmuş, çoğu şiirinde derebeyleri ve aşiretler arasındaki savaşları dile getirmiştir. Şiirlerinde yiğitçe bir sesleniş olduğu gibi, içli bir söyleyiş de vardır, içinde bulunduğu tarih ve toplum olayları karşısında, çevresinin duygu ve düşüncelerini yansıtmış olması bakımından önemlidir.
Dertli (1772 - 1845)
Bayburtlu Zihni (1795 - 1859)
Hem Divan hem. de Halk şiiri türündeki yapıtlarıyla tanınmıştır. Asıl adı Mehmed Emin’dlr. Zihni, onun takma adıdır ve Bayburt’ta doğduğu için Bayburtlu Zihni olarak anılmıştır. Trabzon ve Erzurum medreselerinde eğitim gördükten sonra İstanbul’a gelmiştir. Gördüğü haksızlıkları hicivleriyle ortaya koymuş, bu yüzden de hiçbir memuriyeti uzun süreli olmamıştır. Divan şiirini çok iyi bilen şair, Arapça ve Farsça şiirler yazmıştır. Asıl ününü âşık tarzında, hece ölçüsüyle yazdığı şiirleriyle sağlamıştır.
Yapıtları:
Seyrani (1807 - 1866)
Erzurumlu Emrah (? - 1860)
Aşık Veysel (1894 - 1973)
Sivas’ın Şarkışla ilçesinin Sivrialan köyünde doğmuş; çocukluğunda geçirdiği çiçek hastalığı yüzünden gözlerini kaybetmiş, içli bir saz şairidir. Şiirlerinde, insan, yurt ve doğa sevgisini dile getirmiş; onlara, karanlık dünyasından, kendine özgü duyuş ve düşünüşler serpiştirmiştir. ilkin başka ozanların türkülerini çalmaya başlamış, Ahmet Kutsi Tecer'in teşvikleriyle kendi sözlerini yazıp söylemeye başlamıştır. Şiirlerinde yalın bir Türkçe kullanmıştır.Yaşama sevinciyle hüzün, iyimserlikle umutsuzluk şiirlerinde iç içedir. Doğa, toplumsal olaylar, din ve siyasete ince eleştiriler yönelttiği şiirleri de vardır.
Yapıtları:
C. Tekke ve Tasavvuf Edebiyatı
Dini, tasavvufi düşünceyi yaymak amacıyla gelişen bir edebiyattır. Şairler bağlı bulunduğu tarikatın inançlarını yaymak için şiiri araç olarak kullanır. Bu edebiyatın konusu Allah aşkı ve “Vahdet-i Vücud” düşüncesidir. Tekke şairlerinin çoğu, tarikatlardan yetişmiş şeyh ve dervişlerdir; hoşgörüyü, ilahi aşkı ve sevgiyi benimsemişlerdir. Tekke şairleri cehennemden korkutmayı değil; aşk yoluyla Allah’ı sevdirerek, insanları Allah’a yaklaştırma yolunu seçmişlerdir. Tekke şiirlerinde hem Divan edebiyatına hem de Halk edebiyatına ait nazım şekilleri, hem hece hem aruz ölçüsü kullanılmıştır. Dil, halkın anlayabileceği bir dildir.
Tekke ve Tasavvuf Edebiyatı Nazım Şekilleri
1. İlahi
Allah’ı övmek ve ona yalvarmak için yazılan şiirlere denir. Özel bir ezgiyle okunur. Hecenin 7'li, 8'li ve 11'li kalıbıyla söylenir.
2. Nefes
Bektaşi şairlerin söyledikleri tasavvufi şiirlere denir. Genellikle tasavvuftaki vahdet-i vücut düşüncesi anlatılır. Bunun yanında Hz. Muhammed ve Hz. Ali için övgüler de söylenir.
3. Nutuk
Pirlerin ve mürşitlerin, tarikata yeni giren dervişlere tarikat derecelerini ve tarikat adabını öğretmek için söyledikleri şiirlerdir.
4. Devriye
Devir kuramını anlatan şiirlere denir. Devir kuramı Hz. Muhammed’in “Ben nebi iken Âdem su ile çamur arasındaydı.” hadisi ile ilgilidir. Mutasavvıflara göre vücut halindeki Hz. Muhammed, yeryüzüne sonradan gelmiştir. Halbuki ruh halindeki Hz. Muhammed ezelden beri vardı. Vakti gelen ruh maddi aleme iner. Önce cansız varlıklara, sonra bitkilere, hayvana, insana en sonra da insan-ı kamile geçer. Oradan da Allah’a döner. Bu inişi ve çıkışı anlatan şiirlere devriye denir.
5. Şathiye
İnançlardan teklifsizce, alaylı bir dille söz eder gibi yazılan şiirlerdir. Görünüşte saçma sanılan bu şiirlerin, yorumlandığında tasavvufla ilgili değişik konulara değindiği anlaşılır.
Tekke ve Tasafvvuf Edebiyatının Temsilcileri
Hacı Bektaş-ı Veli
Hacı Bektaş-ı Veli 13. yüzyılda yaşamış ünlü bir Türk mutasavvıfıdır. Bektaşîliğin kurucusudur. Türkistan'ın Nişabur şehrinde dünyaya gelmiş, birçok mutasavvıftan ders alarak iyi bir eğitim görmüştür. Türkistan’ın büyük şeyhi Ahmet Yesevi’nin işaretiyle Anadolu’ya gelmiştir. Kırşehir’e yerleşmiş ve pek çok derviş yetiştirmiştir.
Yapıtları:
Yunus Emre
13. yüzyılda Eskişehir’de doğup öldüğü söylenir. Hayatı efsanelerle örülmüştür. Yunus Emre; yaşadığı dönemin kültür kaynaklarını, halkımızın yüzyıllar boyu yaşattığı gür duygu ırmaklarını Anadolu insanının ölümsüz diliyle duru bir biçimde şiirleştirir. Onda Allah inancı ve insan sevgisi sonsuzdur. Şiir dili oldukça güzel, temiz ve içtenlik taşıyan bir halk Türkçesidir. İnsan, Allah, ölüm, varlık, yokluk kavramlarını tasavvuf anlayışında eriterek, halka ve hayata bağlı kalarak yazdığı ilahilerinin toplandığı “Divan”ı Tasavvuf edebiyatımızın en güzel örneğidir. Halk dilini özentisiz, coşkun bir lirizmle kullanır. Şiirlerinde hem aruz hem de hece ölçüsü kullanmıştır. Şiirleri insana ait duyguları işlemesi yönüyle evrenseldir, ilahileri yüzyıllarca, insanlar tarafından ezberlenmiş ve söylenegelmiştir.
Yapıtları:
Hacı Bayram Veli
14. yüzyılda yaşamış Türk mutasavvıfıdır. Bayramilik tarikatını kurmuş, Allah'ın insan gönlünde görünüş alanına çıktığı inancını savunmuştur. Yaşamını tekkesinde, çevresinde toplananları yetiştirmekle geçirmiş, düşüncelerini içeren lirik-didaktik şiirler yazmıştır. Tasavvufla ilgili görüşleri, kendinden sonra gelenlerce belli bir inanç düzeni olarak benimsenen Bayramilik'te son biçimini almıştır.
Kaygusuz Abdal
15. yüzyılın Bektaşi şairlerindendir. Asıl adı Gaybi olan şair, menkıbelere göre Alanya Beyi’nin oğludur; ElmalI’da Abdal Musa’nın tekkesinde kırk yıl kulluk ettikten sonra bir Bektaşi “ulu”su olarak Kaygusuz Sultan diye adlandırılmıştır. Şiirlerinden ve öğretici düzyazılarından, onun kültürlü bir şair olduğu anlaşılır. Hece ölçüsünün yanında aruz ölçüsünü de kullanmıştır. Çoğu şiirinde, benimsediği tasavvuf ve Bektaşilik ilkelerini, özgür bir düşünce içinde, softa görüşle alay edercesine savunmuştur, inançlardan teklifsizce, alaylı bir dille söz eder gibi yazdığı şathiyeleriyle tanınmıştır.
Yapıtları:
Pir Sultan Abdal
16. yüzyılda yaşamış olan Pir Sultan Abdal, Bektaşi tarikatına bağlı şairlerden biridir. Şiirlerinden, Sivas’ın Banaz köyünde doğduğu anlaşılır. Bir ayaklanma düzenlediği için Hızır Paşa tarafından yine Sivas’ta öldürülmüştür. Hayatı hakkında, söylentiler dışında kesin bir bilgi yoktur.
Şiirlerinde; tasavvuf, tabiat, aşk ve halkın gerçek yaşayışıyla ilgili konuları İşlemiştir. Divan edebiyatından hiç etkilenmemiş, Halk edebiyatı nazım şekilleri içinde, duygu ve düşüncelerini açık ve sade bir halk söyleyişiyle dile getirmiştir. “Sarı Tambura” adlı şiiri bize Yunus Emre’nin “Dertli Dolap” şiirini hatırlatır.
Niyazi-i Mısri (1617 - 1694)
Asıl adı Mehmet Şemsettin olan şair, Malatya’da dünyaya gelmiştir. 1638’de memleketinden ayrılarak Diyarbakır, Mardin, Bağdat ve Kerbela’ya gitmiştir. Daha sonra Mısır’a giderek bir süre orada öğrenim görmüştür. Bu yüzden kendisine Mısırlı anlamına gelen Mısri denmiştir. Burada öğrenimini tamamladıktan sonra Anadolu'ya gelmiş, 1964’te Limni’de vefat etmiştir.
Aruz ve hece ölçüsüyle şiirler yazmış, bu şiirlerini “Divan-ı İlahiyat” adlı yapıtında toplamıştır. Tasavvuf konulu yapıtlarının yanında, tefsir kitapları da kaleme almıştır. Yunus Emre’ye büyük bir hayranlık duyan şair, onun tarzında başarılı şiirler yazmıştır.
Erzurumlu İbrahim Hakkı (1703 - 1772)
18 Mayıs 1703'te Erzurum'da doğmuş bir mutasavvıftır. Arabistan ve Mısır'ı dolaştıktan sonra İstanbul'da Sultan I, Mahmud Han'ın özel izniyle saray kitaplığından yararlanmıştır. Tillo’da bir gözlemevi kurmuş, kendi geliştirdiği aletlerle gökyüzünü incelemiştir.
Şiirlerini, Divan adlı yapıtında toplayan şair, ünlü yapıtı Marifetname'de ise çağının jeolojiden astronomiye, fizyolojiden psikolojiye kadar pek çok alandaki bilgilerini bir araya getirmiştir. Yetmişten fazla yapıt vermiştir. Yapıtları arasında en bilineni olan “Marifetname” adlı yapıtı, yaşadığı dönemin bütün bilgilerini kapsayan, ansiklopedik özellikte bir yapıttır.
Yapıtları:
- Yazınsal Türler
- Söz Sanatları
- İslam Öncesi ve İslam Dönemi Türk Edebiyatı
- Halk Edebiyatı
- Divan Edebiyatı
- Edebiyat Akımları
- Tanzimat Edebiyatı
- Serveti Fünun Edebiyatı
- Fecr-i Ati Edebiyatı
- Milli Edebiyat
- Cumhuriyet Edebiyatı
- Batı Edebiyatı
- Türk Edebiyatı Kitap Özetleri I
- Türk Edebiyatı Kitap Özetleri II
- Dünya Edebiyatı Kitap Özetleri