Türk Edebiyatı Kitap Özetleri I
Bu bölümde Türk Edebiyatında önemli yer edinmiş bazı kitapların özetleri verilecektir. Özellikle edebiyat sınavında çok çıkan kitapların özetlerine daha çok yer verilmiştir.
Tanzimat Dönemi ve Sonrası Eserlerin Özetleri
Eserleri incelerken Tanzimat Döneminden bu yana ortaya konulan eserleri inleyeceğiz. Bu nedenle kitap özetlerini de buradan itibaren vereceğiz.
Taaşşuk-I Talat Ve Fitnat (Şemsettin Sami)
Babasının, kendisi küçükken ölmesi üzerine, annesi tarafından büyütülen Talat’ın halinde bazı değişiklikler görülüyor. Annesi, evde bulunan Sudanlı bir kadının çocuğu evlendirme teklifine karşı, bu değişikliğin evlilikle ilgisi olmadığı kanaatini besler. Hâlbuki Talat, Fitnat ismindeki genç kızı evinin penceresinden görmüş, onunla görüşebilmek için kadın elbiseleri giyerek onun yanına kadar sokulmuştur. Fakat kızı, üvey babası bir zengin adamla evlendirmek ister. Tesadüfen, kızın evlendiği adam vaktiyle annesini terk eden babası çıkar ve kız bunu sevgilisinden ayrılmanın üzüntüsüyle kendini vurduğu zaman öğrenir. Kızın ölümü üzerine gerek babası, gerek Talat kendilerini öldürürler.
Cezmi (Namık Kemal)
Cezmi XVII. asırda yaşamış, şair, binici, kahraman bir sipahidir. İran’a karşı açılan bir cenge gider. Orada ordu ile bulunan Kırım şehzadelerinden Adil Giray ile çok iyi arkadaş olurlar. Adil Giray İranlıların bir baskınında yakalanır. Şahın karısı Şehriyar, Adil Giray’ı sever, fakat genç, şahın kız kardeşi Perihan’a âşıktır ve kız da buna karşılık verir. Araya mezhep işleri karışır, Adil Giray İran saltanatını Şiilerden almak için çalışırken, aşkına karşılık göremeyen Şehriyar öç almak için bir plan hazırlar. Bu plan sonunda Şehriyar da hayatını kaybeder; ama Perihan ile Adil Giray ölürler ve bunlar tarafından kendilerine yardım için İran’a çağırılan Cezmi de yaralanır.
Vatan Yahut Silistre (Namık Kemal)
İslam Bey, gönüllü olarak orduya gideceği için, uzaktan sevmekte olduğu Zekiye ile vedalaşmak üzere onun odasına girer. Zekiye’ye, kendisi hakkında beslediği sevgiyi anlatır. Kız da ona karşı kayıtsız olmadığı gibi, İslam Bey’in arkasından o da erkek elbisesi giyerek gönüllüler takımına karışır, Silistre’ye kadar gider. Silistre’de kuşatma altında kalırlar. Bu arada İslâm Bey yaralanır, ona, Âdem ismini almış olan Zekiye bakar. Yaralı olduğu halde İslam, yanında Abdullah Çavuş ve Zekiye ile düşman cephanesini ateşlemek üzere giderler. Dönüşlerinde düşmanı, kuşatmayı kaldırıp çekilmiş vaziyette bulurlar. Kumandan Sıtkı Bey de, Zekiye’nin vaktiyle bir namus meselesinde itaatsizlik ettiği için rütbesi sökülen, asıl adı olan Ahmet’i değiştirip Sıtkı’yı kullanarak yeniden askerlikte rütbe kazanmış olan babası çıkar. İslam ile Zekiye’nin düğünleri kazanılan savaşın mutluluğuyla birlikte yapılır.
Felatun Bey’le Rakım Efendi (Ahmet Mithat Efendi)
Mustafa Meraki alafrangalık meraklısıdır. Biri kız, biri erkek iki çocuğu vardır. Bunları çok şık giydirir; fakat öğrenimlerine o kadar önem vermez. Oğlu Felatun Bey büyüyünce kalemlerden birine memur olur; fakat işe gidecek yerde vaktinin çoğunu eğlence yerlerinde, ahbapları ziyaretle filan geçirir. Babası ölünce payına on altı bin liralık bir miras düşer. Polini adlı bir aktriste âşık olur. Sonunda âşık olduğu aktris uğrunda bütün servetini tükettiği gibi, bin beş yüz lira da borca girer, tanıdıklarından birinin yardımıyla Akdeniz adalarından birinde bir mutasarrıflık elde ederek İstanbul’dan uzaklaşır. Rakım Efendi ise eski Tophane kavaslarından birinin oğludur. Daha bir yaşında iken babası ölmüştür. Annesiyle Arap dayısı Fedayi’nin çalışmaları sayesinde öğrenimini tamamlar; hariciye kalemlerinden birine memur olur, buraya önce parasız, sonra da ufak bir aylıkla gidip gelir. Fransızca öğrenir, bir matbaacıya kitap çevirir, yabancılara Türkçe dersi verir, böylece epey para kazanır ve Canan adlı bir cariyeyi satın alarak ona okuma yazma öğretir, piyano dersi aldırır. Sonunda, iyice yetişmiş bulunan Canan He evlenir.
İntibah (Namık Kemal)
Âli Bey, yirmi bir yirmi iki yaşlarında, iyi eğitim görmüş, toy bir mirasyedidir. Bir gün Çamlıca’da gezerken gördüğü Mahpeyker adlı kadına bir görüşte âşık olur. İkinci karşılaşmada onunla konuşmayı başarır. Mahpeyker düşkün bir kadındır. Âli Bey, bu kadınla düşüp kalkmaya, sefahate ve içkiye başlar. Annesi oğlunu bu tehlikeli yoldan kurtarmak ve eve bağlamak için, Dilaşub adlı güzel bir cariye satın alır. Âli Bey ilkin kızın yüzüne bakmaz; fakat bir gün Mahpeyker’i evinde bulamayınca, şüphelenir, bırakır; Dilaşub’a bağlanır. Oysa Mahpeyker, kendisini altı ay kadar rahat bırakmasını istemek üzere, eski âşığı Abdullah Efendi'nin evine gitmiştir. Yüzüstü bırakıldığını anlayan Mahpeyker, hem kızdan, hem de Âli Bey’den öç almak hevesine kapılır; âşığı Abdullah Efendi ile birlikte bir plan kurar. Bu plana göre, Dilaşub’a iftira edilecek ve onun hıyanet etmekte olduğu Âli Bey’e duyurulacaktır. Bu, bir Çamlıca gezisinde gerçekleştirilir. Âli Bey eve gelerek kızı döver, satılığa çıkartır; işin bu sonucu alacağını önceden hesaplayan Mahpeyker, esirciye tembih etmiş olduğu için, Dilaşub'u kendisi satın alır. Âli Bey hasta olmuştur, iyileştiği zaman kendini içkiye verir, bir yandan da babadan kalan servetini tüketir, annesi kahrından ölür. Öbür yandan Mahpeyker, Âli Bey’in artık hiçbir zaman kendisine dönmeyeceğini anlayınca, öç alma isteği daha da şiddetlenir, bu sefer delikanlıyı öldürmek ister. Abdullah Efendi ile anlaşarak, onun Üsküdar’daki bağ köşkünde düzenlenecek bir eğlenceye Âli Bey’i davet ettirir. Âli Bey, orada, Abdullah Efen-di’nin adamı olan bir Hırvat tarafından öldürülecektir, intikam sahnesinde hazır bulunmak için, bağ köşküne Mahpeyker de gider. Dilaşub, Mahpeyker’le Hırvat’ın konuşmasını duyar, gidip her şeyi Âli Bey’e haber verir; delikanlı duvardan aşarak karakola koşar. Dilâşub, Âli Bey’in paltosuna sarınarak, minderin üzerine büzülür. Hırvat, Ali Bey sanarak, Dilâşûb’u bıçaklar. Bu sırada Âli Bey, polis ve mahalleli ile birlikte köşke girer. Herkes Hırvat’ı kovalamaya başlamıştır. Mahpeyker, Âli Bey’e, bütün entrikayı öç alıcı bir dille anlatır; sabrı tükenen Âli Bey, Mahpeyker’i, Dilaşub’un yarasından çıkarılan bıçakla öldürür. Yaralı olarak yakalanan Hırvat, sorgusu yapılırken, yaraların etkisiyle ölür; Abdullah Efendi’ye korkusundan inme iner; Dilaşub, Âli Bey’in annesinin yanma gömülür; Âli Bey hapse atılır, altı ay sonra da üzüntüsünden yaşama veda eder.
Sergüzeşt (Samipaşazade Sezai)
Kafkasya’dan getirilen dokuz yaşında bir kız çocuğu olan Dilber, cariye olarak bir eve satılır. Evin çok merhametsiz hanımı ile ondan daha aşağı kalmayan Teravet isimli zenci bir halayıktan çok eziyet çeker, çok erken kalkmaya, yaşıyla uygun olmayan ağır ev işleri görmeye mecbur kalır. Nihayet efendisi memur olarak dışarı gideceği için yol parası bulmak amacıyla Dilber de lüzumsuz bazı ev eşyasıyla beraber tekrar satılır. Dilberi satın alan esircinin evinde büsbütün başka bir hayat başlar: Ud çalmayı, şarkı söylemeyi öğrenir. Birkaç yıl süren bu maddi rahatlık içinde Dilber büyümüş, güzelleşmiş ve değeri de artmıştır. Tekrar Asaf Paşa isminde zengin birine 150 liraya satılır. Asaf Paşa’nın konağında maddi rahatın en iyisini bulur. Terbiyesine devam ederler; hatta Fransızca bile öğrenmeye başlar. Fakat öyle bir muamele görür ki içinde insanı inciten bir şey vardır. Hanımı “bu mahluku” adam yerine koymaz. Hanımında, mensup olduğu topluluktan geçen fena bir aşağı görme duygusu vardır. Genç oğlu Celal bir müddet sonra Dilber’i sever; fakat çok azametli olan annesi oğlunun bir halayık parçasıyla meşgul olmasına tahammül edemeyerek kızı tekrar satılığa çıkarır ve bu sefer kız zengin bir Mısırlıya satılarak onunla Mısır’a gider. Dilberin bu kayboluşu Celal Bey’i deli eder. Kız da Mısır’da kendisine gönül veren bir harem ağasının yardımıyla kaçarken mukadder olan esaretten canını kurtarmak için kendini Nil nehrine atar.
Araba Sevdası (Recaizâde Mahmut Ekrem)
Bihruz Bey isminde bir paşa oğlu, babasının ölümünden sonra yüklü bir mirasa sahip olmuştur. Bu gencin alafranga giyinip kuşanmak, Fransızca konuşmak gibi özentileri yanında bir başka özentisi de özel bir arabaya sahip olmaktır. Delikanlı, bir gün Çamlıca bahçesinde genç, güzel bir kadın görür. Hayalinde onu kibar bir aile kızı olarak tasarlar. Bu arada idaresizliği yüzünden para yönüyle de bazı sıkıntılara düşer. Bir kere iki üç cümle konuşabildiği kızı da bir daha göremez, yalancılıkta meşhur bir arkadaşının, kızın ölümü hakkında uydurduğu bir haber kendisini büsbütün perişan eder. Bir gün Şehzadebaşı’nda bir gezintide rastladığı bu kızın gerçek kimliği hakkında bir fikir edinir.
Zehra (Nabizade Nazım)
Zehra küçük yaşta anasız kalmış, babasının nezareti altında büyümüştür. Zehra, anasızlığın verdiği müthiş bir kıskançlıkla rahatsızdır. Babasının katiplerinden biriyle evlenir. Fakat gözünden bile kıskandığı kocasının evdeki Sırrıcemal’le ilgilenmesi, sonra kocasının başka bir ev tutarak onunla yaşaması kendisini çileden çıkarır, intikam almak için genç ve güzel bir Rum kızını kocası Suphi’ye musallat eder. Suphi bu Rum kızı uğruna Sırrıcemal'i terk ettiği gibi olanca parasını da bu yolda sarf eder ve günden güne kötü duruma düşer. Yaşayabilmek için tulumbacı olur. Nihayet bir türlü unutamadığı Rum kızını intikam almak için öldürür. Kendi de birçok ıstıraptan sonra ölür.
Karabibik (Nabizade Nazım)
Olay, Antalya’nın Kaş ilçesine bağlı Bemelik köyünde geçer. Karabibik, babadan kalma tarlasının dört dönümünü komşusu Kara Durmuş'a satarak “bedel-i nakdi” (askerlik görevi görme yerine verilen para) ödemiştir; geri kalan sekiz dönümünü ele geçirmek isteyen öbür komşusu Yosturoğlu ile kavgalıdır. Elindeki bu küçük tarlayı sürmek için her yıl Koca imam'ın öküzlerini kiralamaktadır. Kızı Huri’yi imam’ın kayınçosu Sarı İsmail’e vererek öküzleri bedava kullanmayı düşünür. Sarı İsmail’in başka bir kızla evleneceğini öğrenince, Temre köyündeki tefeci Rum tüccardan yüksek faizle borç alıp iki öküz edinir. Artık çift sahibi olduğu için, kızını nasıl olsa birinin alacağını düşünür. Tarla yüzünden kavgalı bulunduğu Yosturoğlu'nun yeğeni Hüseyin, Huri’yi sever, onunla evlenir. Bir süre sonra, Karabibik, sol böğründeki sancılı hastalığı tedavi ettirmek için Temre’deki Rum doktora gider: Doktorun hanımı Eftalya evde yalnızdır; Karabibik, kadına sarkıntılık eder.
Mavi ve Siyah (Halit Ziya Uşaklıgil)
Ahmet Cemil, okulu bitireceğine yakın babasını kaybeder ve kendisiyle annesinden ve kız kardeşinden ibaret olan ailesini geçindirmek onun üzerine kalır. Bu işi başarabilmek için bir taraftan bazı kitapları tercüme edip satar, bir taraftan da özel ders verir. Bütün bu ıstıraplı hayat şartları arasında, büyük ümitler bağladığı eserini de bitirmeye çalışır. Okulu bitirince, gazetelere yazı yazarak geçinmeyi tercih ettiği için, memur olmaz. Eseri okunacak, basılacak, meşhur ve zengin olduktan sonra, okul arkadaşı olan Hüseyin Nazmi'nin kız kardeşi Lâmia’yı isteyecektir! Bu sevdadan kendisinden başkasının haberi yoktur. Bütün bu geleceğe ait olan şeyleri mavi, mehtaplı bir gecede hatırından geçirir. Fakat sonra bütün ümitleri yavaş yavaş, birer birer söner; kız kardeşi birçok eza ve cefadan sonra ölür, sevgilisi Lâmia da bir başkasıyla nişanlanır. Bunların sonucu olarak, Ahmet Cemil de yazdığı ve bütün ümitlerini bağladığı eserini kendi eliyle ateşe atıp yakar ve annesini alarak siyah bir gecede İstanbul’dan uzaklaşır.
Aşk-I Memnu (Halit Ziya Uşaklıgil)
Bu eserde, eşi ölen Adnan Bey’in kırk beş yaşında olmasına ve biri kız öteki erkek iki küçük çocuğu bulunmasına rağmen ikinci bir evlilik yapmasıyla işlediği hatanın hikâyesi anlatılır. Adnan Bey’in yeni evlendiği genç ve güzel karısı Bihter, İstanbul'un meşhur simalarından Firdevs Hanım’ın kızıdır ve Adnan Bey’e sırf zenginliğinin hatırı için verilmiştir. Fakat bu zenginlik onun ihtiyaçlarını gidermez. Adnan Bey’in yalısında sürekli kalan, Behlül isimli, genç ve macera arayan bir yeğen vardır; bu yeğen, yengesinin kalbinde “memnu (yasak) bir aşk’’ uyandırır. Fakat Behlül bundan çabuk bıkarak gene eski hayatına döner, bu maceracı hayattan da bıkınca Adnan Bey’in kızı olan Nlhal'i sever, onunla evlenmek üzere hazırlanırken Bihter’in, aşkını müdafaa için aldığı vaziyet üzerine bu macera duyulur. Bihter intihar eder, Behlül kaçar; Nihal de, eskisi gibi, o kadın gelmeden önce olduğu gibi, babasıyla mutlu olmaya çalışır.
Eylül (Mehmet Rauf)
Süreyya Bey ile Suat Hanım, babalarının Bakırköy’deki bağında, sakin bir hayat geçiren ve birbirlerine bağlı bir çifttir. Suat Hanım, kocasına bir sürpriz yapmak için, bir yazlık evin kirası olan kırk lirayı kendi babasından isteyen Suat, kocasının arzusunu yerine getirebilmiş olmaktan çok büyük bir sevinç duymaktadır. Bu sevince, akrabalarından olan Necip’i de ortak ederek birlikte Boğaziçi'nde Yeni Mahalle'de ufak bir ev kiralarlar. Necip, Suat’ı vefa, kadınlık, şefkat bakımlarından çok takdir ederken, bir gün bu takdirin derin bir aşka dönüştüğünün farkına varır. Nihayet Necip’in büyük bir ümitsizlik içinde itiraf ettiği bu aşkın Suat’ın ruhunda uyandırdığı endişeler, azaplar inceden inceye tahlil ve tasvir edilmiştir. Bu itiraf üzerine bir çıkmaza giren olay, Suat’la Necip'in bir yangında ölmeleriyle biter.
Şıpsevdi (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
Meftun Bey okumak için gittiği Paris’te yıllarca kalır, okumaz. Dönüşte, Erenköy’ündeki babadan kalma köşkünde alafranga bir hayat sürme hevesine kapılır. Bunu gerçekleştirebilmek için çok paraya ihtiyacı olan Meftun, zengin ama cimri komşuları Kasım Efendi’nin bağnaz kızı Edibe ile evlenmeyi tasarlar. Bu evlenmeye Kasım Efendi’nin razı olmayacağını bildiği için, kendisine, piyangodan on beş bin liralık büyük ikramiye çıktığı söylentisini yayar. Kasım Efendi beş yüz lira “başlık parası” alarak kızını verir. Meftun’un kız kardeşi Lebibe’yi de Kasım Efendi'nin oğlu Mahir alır. Cimri ihtiyar, kızının da oğlunun da bakımını Meftun’un üstüne bırakır. Boğazına kadar borca giren Meftun, kayınbiraderi Mahir’i kandırarak ona, Kasım Efendi’nin mührünü ve kasasındaki altı yüz lira para ile Balıkpazarı’ndaki bir hanın senedini çaldırtır; iki bin lira borç karşılığında hanı ipotek eder. Kasım Efendi işi öğrenince, Meftun’u zorlayarak kızını boşatır, oğlunu da reddeder. Mahir, sevdiği kadının hıyanetini öğrenince, kendini öldürür. Meftun Paris'e kaçar. Edibe, babasının yanına gider; fakat kocasından aldığı alafrangalık dersinin etkisiyle, eve gizlice erkek almaya başlar, bunu öğrenen Kasım Efendi felç olur. Meftun, Kasım Efendi’den kalacak servete konabilmek İçin eski karısıyla yeniden evlenmeyi düşünmekte ve İstanbul'a dönebilmek için Kasım Efendi’nin ölümünü beklemektedir.
Mürebbiye (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
Dehri Efendi, altmış beş yetmiş yaşında zengin biridir. Ölen karısından biri kız diğeri erkek iki; odalığından da yine biri kız diğeri erkek iki küçük çocuğu vardır. Bu iki küçük çocuk için, Anjel isminde Paris’ten İstanbul’a gelmiş, düşük ahlâklı bir ecnebi kadını mürebbiye olarak alır. Kadın yalıda, Dehri Efendi’nin büyük oğlu Şemi’yi, Dehri Efendi'nin on sekiz yirmi yaş küçüğü olan “Amca Bey”i, Dehri Efendi’nin kızı Melâhat’ın kocası Sadri’yi “paralarından yararlanmak için” baştan çıkarır ve bu üçünü yalı içinde büyük bir ustalıkla idare eder. Sonunda, kıskançlığı fena halde ayaklanan Şem’i bir gece amcasıyla eniştesinin planları ile mürebbiyenin odasına hücum eder ve öldürmek için aradığı rakibini bulmak için açtığı bir dolapta babasıyla karşı karşıya gelir.
Şık (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
Saf biri olan Şöhret Bey alafrangalığa özenir. Madam Potiş isminde ahlak bakımından düşkün bir kadına rastlar. Onunla birkaç gün daha yaşayabilmek için “İstanbul’da bir eşi daha bulunmaz cerbezede ve kadınlarca eli bayraklı tabir edilen derecenin pek üstünde edepsiz bir kadın olan” annesinin küpelerini çalıp satar ve metresiyle bir lokantada yemek yemeye giderken yanlarına modaya uygun olmak için bir de köpek alırlar. Köpek, başlarına türlü bela getirir: Sokakta öteki sokak köpekleri bunlara hücum eder, iki sarhoş Ermeni külhanbeyi kendi şiveleriyle bunun hakkında iddiaya girişip kavgaya başlarlar. Gittikleri lokantayı köpek altüst eder. Şöhret Bey cebindeki bütün para ile bu ziyanı ödemek mecburiyetinde kalır. Madam Potiş'i de eskiden tanıdığı bir serseri götürür. Geceleyin Madam Potiş’in kiracı olduğu eve gidip onu arayan Şöhret’in başına bir çuval kömür tozu dökerler. Bu halde dolaşırken arkadaşı Maşuk Bey’e rastlayarak onun evindeki eğlenceye gider. Orada da şıklık ve alafrangalık merakını gülünç bir şekilde dışarı vuracak hareketlerde, münakaşalarda bulunur; Fransızca uydurma manzumeler okur, kan zayıflığının sülükle tedavisi hakkında uydurma nazariyelerden dem vurur. Anlattığı saçmalıklardan sonra kapı dışarı edilirken arkadaşlarının bazı kıymetli eşyalarıyla paralarını da alır. Bir iki gün sonra da Tepebaşı bahçesinde gene gülünç bazı sahnelerden sonra polisin eline düşer.
Yaban (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
Ahmet Celal, bir paşa oğludur. Yedek subay olarak katıldığı Birinci Dünya Savaşı’nda bir kolunu kaybetmiştir. Daha otuz beş yaşına basmadan her şeyin bittiğini; aşkın, arzunun, umut ve tutkunun sönüp gittiğini kendi içinde duymuştur. İstanbul’a İngilizlerin girmesi üzerine, emireri Mehmet Ali’nin çağrısına uyarak, onun Orta Anadolu’da Porsuk çayı kıyısındaki köyüne gidip yerleşir. Köylü için Ahmet Celal yabandır. Köylü kızı Emine’yi sevmeye başlar; oysa Emine, Mehmet Ali’nin kardeşi İsmail’in karısıdır. Köye Yunan ordusu girer. Ülkenin tamamı işgal altında olmasına rağmen köylülerin bunu umursamaması, sonuçta; evlerinin kundaklanması, yiyeceklerinin yağmalanması, kadın ve kızlarına tacizde bulunulması onların akıllarını başlarına getirir. Bu durumu gören Ahmet Celal sevgilisini yanına alıp kaçmaya çalışır. Ahmet Celal, Emine ile birlikte, bu toptan öldürme çemberinden sıyrılıp kaçmak ister. Yaralanırlar. Geceyi bir mezarlıkta geçirirler. Sabahleyin yola çıkacaklardır; fakat Emine kımıldayamayacak kadar ağır yaralıdır. Ahmet Celal onu bırakır ve bilinmeyen bir yöne doğru gider.
Kiralık Konak (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
Babadan kalma bir servete sahip olan Naim Efendi, memurluk yapmakta ve bu serveti özenle idare etmektedir. Beş yıl kadar önce karısı Nefise Hanımefendiyi kaybetmiştir. Naim Efendi, geçmişine her yönüyle bağlı bir Osmanlı beyefendisidir. Naim Efendi'nin kızı Sekine Hanım, tembel ve iradesiz bir kadındır. Kocası Servet Bey ise; kırk beş yaşlarında, alafranga yaşama düşkün bir insandır. Servet Bey'in oğlu Cemil, eğlence hayatına çok düşkündür. Servet Bey'in kızı Seniha ise Edebiyat-ı Cedide (Servet-i Fünun) kitaplarını okuyan, o edebi cereyanın meydana getirdiği bir tiptir. Konağa çay günlerine gelen Faik Bey'le Seniha arasında bazı ilişkiler gelişir. Faik Bey, aşkta Seniha'yı çok toy bulur; o, zengin bir evlilik peşindedir. Çay günlerinin bir diğer müdavimi Seniha'nın halasının oğlu Hakkı Celis'tir. İsraflar ve hesapsız harcamalar yüzünden Naim Efendi maddi bakımdan zor duruma düşer. Konak kiraya verilir, araba satılır. Naim Efendi, torunlarını çok sevdiği için her türlü eziyete katlanır.
Ateşten Gömlek (Halide Edip Adıvar)
İzmir’in işgali sırasında kocası ve çocuğu Yunanlılar tarafından öldürülen Ayşe, bir İtalyan ailenin yanına sığınarak, İstanbul’a, akrabası Peyami’nin yanına gider. Ulusal coşku içinde çalkalanan İstanbul'da protesto mitingleri yapılmaktadır. Ayşe, Peyami ve Peyami’nin arkadaşı Binbaşı İhsan, Kuva yi Milliye’ye katılmak üzere Anadolu’ya geçerler. Peyami ile İhsan, hastabakıcılık yapan hemşire Ayşe’yi içten içe sevmeye başlamışlardır. Bu aşk, her ikisi için de bir “ateşten gömlek” olmuştur. Anası, babası Yunanlılar tarafından öldürülen köylü kızı Kezban da, karşılık görmeyen bir aşkla ihsan’ı sevmekte ve Ayşe'yi kıskanmaktadır. Savaşta İhsan ile hemşire Ayşe ölür; bacaklarından ve başından yaralanan Peyami de, Ankara’da Cebeci Hastanesi’nde ölür.
Handan (Halide Edip Adıvar)
Handan, kolej okumuş ayrıca özel derslerle yetişmiş bir kızdır. Ders aldığı Nazım, II. Abdülhamit istibdadına karşı içinde bağımsızlık ve meşrutiyet istekleri besleyen ülkücü bir adamdır. Düşünce ve mücadele arkadaşı olabileceğini umduğu Handan’la evlenmek ister. Handan, kendisini aşktan başka maksatlarla isteyen Nazım’ı reddeder; Hüsnü Paşa adında birisiyle evlenir. Bir jurnal üzerine tutuklanan Nazım, hapishanede Handan’a iki mektup yazıp sonra da kendini öldürür. Hüsnü Paşa, zengin bir adamdır. Handan'la evlenişi bile, sırf onun maddi varlığını beğendiği içindir. Karı koca Avrupa’da yaşamaktadırlar. Handan’ın derin duyarlılığı, zekâsı, kocasını tekeli altına almak isteyişi Hüsnü Paşa'yı sıkmaya başlamıştır. Paşa, karısıyla her gün kavga çıkarmakta, ona hakaret etmekte, artık eve bile uğramamaktadır. Handan, mağrur olduğu için, her şeye rağmen kocasına sadık kalmaktadır. Sonunda beyin hummasına yakalanır, bütün belleğini kaybeder, işte o zaman, bilinçaltındaki bir sevgi -yeğeni Neriman’ın kocası Refik Cemal’e karşı duyduğu sevgi- kendini göstermeye başlar. Belleği yerine gelince, Refik Cemal’e karşı duyduğu aşkıyla, çok sevdiği yeğeni Neriman’a ve onun iki çocuğuna karşı olan görevi arasında çırpınır, türlü yürek acıları içinde ölüme kadar sürüklenir.
Sinekli Bakkal (Halide Edip Adıvar)
Abdülhamit devrinde, Sinekli bakkal mahallesinin imamının kızı Emine, aynı mahallede bakkallık yapan karagözcü ve ortaoyuncu Tevfik ile babası istemediği halde, evlenir. Tevfik, ortaoyununda “zenne” (kadın) rolüne çıktığı için “Kız Tevfik” diye anılmaktadır. İmam çok bağnaz bir adamdır. Onun eğitimi ile yetişmiş bulunan Emine kocasıyla geçinemeyerek yine babasının evine döner. Tevfik, İstanbul’da ünlü bir ortaoyunu sanatçısı olur. Bir gün oyunda karısının taklidini yaptığı için İstanbul’dan sürülür. Emine'nin Tevfik’ten bir kızı olur, adını Rabia koyarlar, imam, Rabia’yı da din eğitimi ile yetiştirir, hafız yapar. Rabia Abdülhamit’in Zaptiye Nazırı Selim Paşa ile karısı Sabiha Hanım tarafından korunmaktadır. Olağanüstü güzel bir sesi olan kıza, aynı konağa gidip gelen Mevlevi şeyhi Vehbi Dede alaturka musiki dersi verir. Paşanın oğlu Hilmi’ye piyano dersi vermek için konağa gelip giden İtalyalı piyanist Peregrini, kızın sesine hayran olur. Ünü bütün İstanbul’u tutan Rabia, Kuran ve Mevlit okumak için cami cami dolaşmakta ve bütün kazancını imam’a vermektedir. Günün birinde kızın babası Tevfik sürgünden döner, Sineklibak- kal'daki eski bakkal dükkânını yeniden açar. Rabia da dedesinden ayrılır, babasıyla oturmaya başlar. Kızın sanatına hayran olan Vehbi Dede ve Peregrini, Tevfik’in evine gidip gelmeye başlarlar. Rabia, Kuran’ı, hele Mevlit’i öylesine üstün bir sanatla okumaktadır ki, Doğu musikisinde adeta bir çığır açmıştır. Bu yıllarda Türkiye’de “Genç Türkler” Abdülhamit’in istibdadını kaldırmak için gizli gizli çalışmaktadırlar. Ortaoyununda zenne rolüne çıkan Tevfik, bir gün kadın kılığına girip “Genç Türklerin Avrupa’dan gelen ihtilalcı gazetelerini Fransız postanesinden alırken yakalanır. İş meydana çıkınca, Hilmi ile Tevfik Şam’a, ötekiler de Yemen’e ve Fizan’a sürülür. Babasının oyun arkadaşı bir cüce ile yalnız kalan Rabia’yı sevmeye başlayan Peregrini, o günlerde ölen annesinden kalan serveti alarak İstanbul’a yerleşir, Müslüman olur, Osman adını alır ve Rabia İle evlenir. Bu yıllarda imam da ölür; Rabia kendi çevresinden ayrılmak istemez, imam’dan kalan eve yerleşirler. Abdülhamit'e tam bir görev duygusuyla bağlı bulunan ve padişah aleyhinde çalışanlara türlü işkenceler ettirmekten çekinmeyen Selim Paşa, kendi oğlunu da sürdükten sonra, yavaş yavaş değişmeye başlar. Babalık ve insanlık duyguları uyanır, görevinden ayrılır. 1908'de Meşrutiyet ilân edilince Tevfik sürgünden döner; Rabia’nın bir çocuğu olmuştur; Sineklibakkal’da yine eski mutlu hayat başlar.
Çalıkuşu (Reşat Nuri Güntekin)
Pek küçük yaşındayken annesi ölen Feride, babası da sınır sınır dolaşan bir subay olduğu için büyükannesinin yanında büyümüştür. Okul çağına gelince Feride'yi İstanbul'da ki bir Fransız kız yatılı okuluna yollamışlardır. Feride neşeli, zeki, çok asi, ele avuca sığmaz çok hareketli bir kızdır. Fırsat buldukça bir erkek gibi ağaçlara tırmanıp daldan dala atladığı için öğretmenlerinden biri onu çalıkuşuna benzetmiş, sonra da bu benzetme, onun adı olarak kalmıştır. Babasının da ölmesi üzerine Feride'nin, yakını olarak sadece bir teyzesi kalmıştır. Feride, okulun büyüklü küçüklü tatillerini her zaman teyzesinin evinde geçirmektedir. Bu teyzenin Kamuran adlı, Feride' den büyük bir oğlu vardır. Kamuran Feride' ye karşın ağır başlı, kız gibi bir erkektir. Bu yüzden Feride sürekli onla dalga geçmektedir. Fakat bunların arasında Kamuran, Feride'yi farkında olmadan büyük bir aşkla sevmeye başlamıştır. Bu sevgi bir süre sonra karşılıkta görür. Feride de Kamuran'a karşılık vermektedir. Feride'nin teyzesi de bu durumu çok istediği için, Feride okulunu bitirdikten sonra iki gencin evlenmeleri kararlaştırılır. Düğün hazırlıkları tamamlanmak üzereyken, bir gün kadının teki çıka gelir ve Feride'ye Kamuran'ın Avrupa'da bulunduğu sırada orada bir kızla aşk yaşadığını söyler. Bu durum hiçbir şeyi umursamaz gibi görünen Feride'yi çok derinden etkilemiştir. Feride, bunun sonucunda gururuna yenilir ve derhal teyzesinin evinden uzaklaşır, yolunu izini kaybettirir; her şeyi yüzüstü bırakıp kaçar. Öğretmenlik yaparak, Anadolu’nun Zeyniler köyü, Bursa, Çanakkale, İzmir, Kuşadası gibi çeşitli köy, kasaba ve şehirlerinde dolaşır. Güzelliği başına dert açar, gittiği her yerde karşısına bir erkek çıkar, dedikodular olur. Zeyniler köyünde iken tanıştığı ihtiyar doktor Hayrullah Bey’le Kuşadası’nda ikinci kez karşılaşır. Babacan bir adam olan Hayrullah Bey, Feride’yi kızı gibi korur; halkın dedikodusu üzerine, dış görünüşü kurtarmak için, onunla kâğıt üzerinde evlenir; fakat aralarındaki ilişki bir baba-kız ilişkisidir. Feride, öğretmenliğe başlayınca bir “günlük” tutmuştur. Hayrullah Bey bu defteri bulur, okur ve saklar. Hastalanınca, Feride’ye, kendisinin ölümünden sonra, verdiği kapalı bir zarfı Kâmuran'a vermesini vasiyet eder. Feride vasiyeti yerine getirir. Zarfın içinde, Hayrullah Bey’in bir mektubu ile Feride’nin “günlük”ü vardır. Kâmuran, mektubu ve defteri gece sabaha kadar okur, her şeyi öğrenir, Feride’yi bir daha hiç bırakmayacağını söyler, onunla evlenir.
Yaprak Dökümü (Reşat Nuri Güntekin)
Ali Rıza Bey namuslu bir memurdur. İşinden çıkarılmıştır. Fikret, Necla, Leyla adında üç kızı; Şevket adında bir oğlu vardır. Şevket bir bankada memurdur. Evin bütün yükü onun üstündedir. Üstelik bir de Ferhunde adlı daktilocu bir kız ile evlenmiştir. Leyla, Necla ve Ferhunde modern hayat ve eğlence düşkünüdürler. Haftada iki gece evde toplantı yapılmaktadır. Şevket bütün bu masrafları karşılamak zorundadır. Evin gidişini beğenmeyen Fikret, Adapazarı’nda yaşlı ve birkaç çocuklu dul bir adamla evlenir; böylece, ağacın yapraklarından biri düşer. Şevket, bankadan aldığı paraları ödeyemeyerek bir buçuk yıl hapse mahkûm olur; böylece, ağacın ikinci yaprağı da düşer. Şevket hapiste iken karısı kaçar, ağacın bir yaprağı daha düşmüş olur. Necla, kendini zengin gösteren bir Suriyeli ile evlenir, Suriye’ye gidince eşinin birkaç hanımının olduğunu görür, böylelikle, ağacın dördüncü yaprağı da düşer. Leyla kötü yola sapar; Ali Rıza Bey, kızını evden kovar; son yaprak da böylece düşer. Leyla bir avukatla yaşar. Annesi de onunla birlikte oturmaktadır. Ali Rıza Bey’e hafif bir inme iner. Hastaneye yatar. Leyla, bir gün Ali Rıza Bey’i hastaneden alır, kendi oturduğu lüks apartmana götürür. Ali Rıza Bey artık Leyla’nın yanında yaşamaktadır, sıkıldığı zaman onu araba ile gezmeye çıkarmaktadırlar. Yalnız, ara sıra, eski kahve arkadaşları ile göz göze gelmesi onu üzmektedir.
- Yazınsal Türler
- Söz Sanatları
- İslam Öncesi ve İslam Dönemi Türk Edebiyatı
- Halk Edebiyatı
- Divan Edebiyatı
- Edebiyat Akımları
- Tanzimat Edebiyatı
- Serveti Fünun Edebiyatı
- Fecr-i Ati Edebiyatı
- Milli Edebiyat
- Cumhuriyet Edebiyatı
- Batı Edebiyatı
- Türk Edebiyatı Kitap Özetleri I
- Türk Edebiyatı Kitap Özetleri II
- Dünya Edebiyatı Kitap Özetleri