Türk Edebiyatı Kitap Özetleri II - Konu detayı - Webders.net
Edebiyat

Türk Edebiyatı Kitap Özetleri II

Edebiyat sınavında çıkabilecek kitapların özetleri bu bölümde verilmeye devam edilmiÅŸtir. Türk Edebiyatında önemli yer edinmiÅŸ eserler Türk Edebiyatı kitap özetleri I konusundan itibaren anlatılmaya baÅŸlanmıştır. Bu bölümde de önemli kitapların özetleri verilmeye devam edilecektir.

ÇaÄŸdaÅŸ Türkiye'deki Eserlerin Özetleri

Osmanlı Türkiye'si cumhuriyet kurulana deÄŸin adım adım çaÄŸdaÅŸlaÅŸmıştır. Cumhuriyetin kurulması ve sistemin devrimle tamamen deÄŸiÅŸmesi bu çaÄŸdaÅŸlaÅŸmanın final halkasını oluÅŸturmuÅŸtur. Bu süre zarfında edebi eserler topluma ışık tutmuÅŸ ve ileri gidiÅŸin önemli kaynakları olmuÅŸtur.

AyaÅŸlı ve Kiracıları (Memduh Şevket Esendal)

Ankara’da, AyaÅŸlı Ä°brahim Efendi adında biri, dokuz odalı bir apartman dairesini oda oda kiraya vermek­tedir. Odalarda, kadın-erkek, genç-ihtiyar, evli-bekâr çeÅŸitli insanlar oturmaktadır: AyaÅŸlının apartman katında geçen hayatını anı biçiminde yazan bekâr bir banka memuru; eski bir çiftlik sahibi olan yaÅŸlı HaÅŸan Bey; eski konsoloslardan ihtiyar Şefik Bey; odun ve kömür satıcısı Buharalı Abdülkerim ile karısı Ä°ffet Hanım; eski bar kızlarından Faika ile kocası ÅŸoför Fuat; geceleri odasında kumar oynatan Turan Hanım’la kocası Hâki Bey; bunlardan baÅŸka ikide bir deÄŸiÅŸen hizmetçiler; dışarıdan gelip giden misafirler. Romanda, Türkiye’nin çeÅŸitli kesimlerinden gelen bu insanların ayrı ayrı maceraları ve birbirleriyle olan il­iÅŸkileri anlatılmaktadır.

Gönül Hanım (Ahmet Hikmet MüftüoÄŸlu)

Eylül 1917’de Ruslara esir düÅŸen romanın baÅŸkahramanı ÜsteÄŸmen Mehmet Tolun, günün birinde bir Tatar genci ve onun kız kardeÅŸiyle tanışmıştır. Tatar genci Ali Bahadır Bey, kız kardeÅŸi ise Gönül Hanım'dır. Üçü de Türk kültür ve medeniyet tarihine bü­yük bir ilgi duymaktadır. Hepsi “Orhun Abideleri”ni görmek isterler. Böylece bu seyahati aralarında ka­rarlaÅŸtırırlar. Çok geçmeden onlara Macar teÄŸmen­lerden Kont Bela Zichy de katılır, Moskova'dan trenle yola çıkarlar. On gün süren tren yolculuÄŸunda ÅŸu gü­zergâhı izlerler: Moskova-irkutsk-Baykal Gölü'nün batı kıyısı-Udinsk... Udinsk'ten Selenga Nehri vadi­sinden güneye doÄŸru inerler. Arbunovk ve Selenginsk ÅŸehirlerini geçtikten sonra Kâhta'ya varırlar. Bu, Çin MoÄŸolistan'ı ile Sibirya sınırı üstünde, Rusya'daki son merhaledir. Bundan sonra Ken daÄŸlarının Kene silsilesini ve Karan Kovi boÄŸazını aÅŸarlar ve Urga'ya gelirler. Urga rastladıkları ilk MoÄŸol kasabasıdır. Bu­rada bir ay kalırlar, ÅŸehri gezerler ve daha sonraki yol için hazırlıklarını tamamlarlar. Bundan sonra at sırtın­da yolculuk ederler. Bu yolculukları önceki yolculuk­larına benzemez. Bu yolculukları daha yorucu ve ezi­yetlidir. Uzun bir yolculuktan sonra Orhun ırmağına kadar gelirler. Tepeden kuÅŸbakışı Orhun'u ve yayla­ları görürler. "Sarı ve kırmızı renkte kuru ot, kum ve taÅŸların ortasında Orhun nehri kıvrılmış uyuyan bir ej­der gibi hareketsiz durmaktadır." AkÅŸama doÄŸru “Kül Tigin Abidesi”ne varırlar. Hepsi son derece heyecan­lıdır. Tolun, abidelerin 732’de dikilmesi ve 1917 yılın­daki durumu hakkında bilgi verir. Abidelerin bulun­duÄŸu külliyeyi gezerler. Birkaç gün abidelerin kopya­sını almakla, onları okumakla uÄŸraşırlar. Radloff ve Thomsen'in çıkardıklarındaki eksiklerinin halli ve ta­mamlanması ile meÅŸgul olurlar. Zamanla Tolun'la Gönül Hanım arasında bir aÅŸk baÅŸlar. Ancak Tolun utangaç ve çekingen olduÄŸu için Gönül Hanım'a açı­lamamaktadır. Eserin sonlarına doÄŸru yeni “Orhun Abideleri”nde Gönül ile Tolun’un niÅŸanlanma töreni yapılır. Bu sırada heykellerden birinin kopmuÅŸ başı­nın bir MoÄŸol'da olduÄŸunu öÄŸrenirler ve bunu satın alırlar. Kont bunu Tolun'la Gönül'e hediye olarak alır. Birkaç aylık bir ayrılıktan sonra Tolun'la Gönül evle­nirler ve Bebek'teki evlerine yerleÅŸirler. Tolun, KoÅŸoçaydam heykeliyle kitabelerin kopyalarını Müze-i Hümayun’a bağışlar ve seyahatnamesini yayımla­mak için hazırlıklara baÅŸlar. Gönül de kız öÄŸretmen okulu açmaya çalışır.

Fahim Bey ve Biz (Abdülhak Şinasi Hisar)

Fahim Bey, Bursa eÅŸrafından birinin oÄŸludur. Galata­saray’da okumuÅŸ, bir süre Babıâli’de aylıksız olarak çalışmış; babası Ä°stanbul’a gelirse durumunu anla­masın diye büyük bir konak tutmuÅŸ, döÅŸeyemediÄŸi bu konağın boÅŸ odalarında sabahları keman çalmış; günün birinde Londra elçiliÄŸi üçüncü kâtibi olmuÅŸtur. Bu iÅŸ kendisine o kadar önemli görünmüÅŸ olacak ki, Londra’nın en büyük terzisine gidip, bir sefaret kâti­bine iyi giyimli olmak için ne lazımsa yapmasını söy­lemiÅŸ; bir süre sonra elçiliÄŸe, kapılardan sığmayan bir ambar getirmiÅŸler. Fahim Bey, bu bir ambar dolu­su elbiseyi bütün ömrü boyunca giymek zorunda kalmış. GençliÄŸinde kendisini damat alabilecek bir­çok paÅŸa ve beyden birinin kızıyla evlenip zengin bir eve iç güveysi girmektense, orta halli bir ailenin kızı Saffet Hanım’la evlenmeyi yeÄŸlemiÅŸtir. 1908 MeÅŸruti­yetinden sonra memlekette bir “özel teÅŸebbüs” mo­dası baÅŸlayınca, Fahim Bey de dışiÅŸlerindeki göre­vinden ayrılarak Bursa Ovası’nda pamuk yetiÅŸtirmeyi düÅŸünmüÅŸ, planlar kurmuÅŸ, iÅŸi gerçekleÅŸtirmek için bir sermaye sahibi aramaya koyulmuÅŸtur. Fakat elin­de bir imtiyazı yoktur, toprakların sahipleri baÅŸka baÅŸka kimselerdir, bütün bu kimseler onu kendileri­ne vekil yapmış deÄŸildirler; bu adamlara Fahim Bey’in planlarını nasıl kabul ettireceÄŸi, bulunacak sermayeyi onlara hangi güvence (teminat) karşılığın­da dağıtacağı ve ortaklaÅŸa pamuk ekimini nasıl dü­zenleyip yöneteceÄŸi belli deÄŸildir. Sermaye sahipleri bunun sadece hayal olduÄŸunu görünce cayarlar. Fa­him Bey’in bundan sonraki hayatı hep bu iÅŸin peÅŸin­de koÅŸmakla geçer. Ä°stanbul’un kenar mahallelerin­deki küçük evinde yoksul, sıkıntılı bir hayat sürerken bile, büyük bir ÅŸirketin başında olmanın getireceÄŸi servet, bolluk ve mutluluk hayallerine gönlünü kaptı­rır. O kadar ki, günün birinde iÅŸ gerçekleÅŸirse kendi­ni bir ÅŸirket yönetimine hazırlamış olmak için, Galata’da, Arslan Hanı’nda bir idarehane açar ve bu ha­yali ÅŸirket adına hayali alışveriÅŸlere giriÅŸir, defterler doldurur, mektuplar yazar, bunlara yine kendisi ce­vaplar verir. Olay duyulunca, Fahim Bey’in adı büs­bütün “deli”ye çıkar ve hayatı, bir türlü gerçekleÅŸe­meyen bu hayallerin arasında sona erer.

Huzur (Ahmet Hamdi Tanpınar)

Mümtaz ve Suat'ın, Nuran’a olan aÅŸklarıdır romanın merkezi. Mümtaz ve Nuran birbirini sevmekte ve ev­lenmeyi tasarlamaktadırlar. ÜmitsizliÄŸe düÅŸen Suat ise intihar eder. Bu trajedi nedeni ile Nuran’dan ay­rılan Mümtaz’ın iç dünyası yıkılmıştır. Radyoda, II. Dünya savaşının baÅŸladığı haberi verildiÄŸi sırada, Su­at’ın hayalini gören Mümtaz merdiven başına yıkılır. Romanda, Mümtaz ile Nuran’ın aÅŸkı çerçevesinde DoÄŸu ile Batı, eski ile yeni, geçmiÅŸin deÄŸerleriyle var olan deÄŸerler, aÅŸk ile toplumsal sorumluluk arasın­daki çatışmayı ve bu çatışmanın doÄŸurduÄŸu bireysel bunalımları irdeler. Yazar, okuru, Ä°stanbul’un en gü­zel yerlerini Mümtaz ile dolaÅŸtırırken Ä°stanbul’a olan aÅŸkını da dile getirir.

Küçük AÄŸa (Tarık BuÄŸra)

Dünya Savaşı resmen sona ermiÅŸ; savaÅŸ sonrası bir­çok asker memleketine geri dönmüÅŸtür. Bu erlerden biri de Salih adlı AkÅŸehirli bir askerdir. Memleketine döndüÄŸünde kaybettiÄŸi kolunun acısıyla beraber, ül­kenin durumunu daha acı bir ÅŸekilde anlayan Salih, gittiÄŸinden beri çok ÅŸeyin deÄŸiÅŸtiÄŸini görür. Önceleri dost olarak yaÅŸayan Rumlar ve kendi halkı ÅŸimdi bir­birinden soÄŸumuÅŸtur. Salih'in samimi arkadaşı olan Niko da bir Rum’dur ve geliÅŸmelerden o da etkilen­miÅŸtir. YavaÅŸ yavaÅŸ Yunan ve Ä°ngiliz ordularının iÅŸgal haberleri gelmekte ve iki halkın birbirine olan düÅŸ­manlığı artmaktadır. Salih ise yüzyıllardır Osmanlı hi­mayesinde rahatça yaÅŸayan Rumların bu davranışını bir ihanet olarak görmekle beraber arkadaşı Niko’dan kopamamaktadır. Rumlarla olan dostluÄŸu ka­sabalı tarafından fark edilir ve kasabalı Salih'i dışlar. Salih artık sürekli Niko ve onun çevresiyle dolaşır ol­muÅŸtur. Artık Osmanlı ve PadiÅŸaha olan güvenci de sarsılmıştır. Bu sırada kasabaya Ä°stanbullu Hoca adında bir hoca gönderilir. Ä°stanbul'dan gönderiliÅŸ amacı kasabada padiÅŸaha ve Osmanlıya baÄŸlılığı teÅŸvik edici düÅŸünceyi saÄŸlamaktır. Hoca düÅŸünce ve icraatlarıyla Anadolu’da Küçük AÄŸa olarak ünlenir. Ancak bunu çok sonra öÄŸrenir.

Dokuzuncu Hariciye KoÄŸuÅŸu (Peyami Safa) 

Romanın baÅŸkahramanı olan on beÅŸ yaşında bir ço­cuk, yedi yıldan beri bacağındaki kemik hastalığı yü­zünden hastane hastane dolaÅŸmaktadır, iyileÅŸmesi için, heyecansız, durgun bir hayat sürmesi salık veri­lir, aksi halde ameliyat olması gerekecektir. Hastalığı onu normal yaşından çok daha olgun davranmaya sevk etmiÅŸtir. Çocuk, sık sık gidip geldiÄŸi Eren­köy'deki akrabası PaÅŸa’nın kızı Nüzhet’i sevmeye baÅŸlar. Hızla geçen günlerden sonra nihayet evine dönen çocuÄŸun aÄŸrıları gün geçtikçe arttığından an­nesi onu fakülteye götürür. Dokuzuncu Hariciye Ko­ÄŸuÅŸuna yatırılır. Burası ona hapishane gibi gelir ve ilk gecesi olaylı biter. Bu korkuya dayanamaz ve bütün gücüyle bağırıp çağırır. Zor geçen günlerin sonunda ameliyat günü gelir. Ameliyatı bitince doktor bacağın kurtulduÄŸunu ancak yere basamayacağını söyler. Nüzhet'ten gelen karttan PaÅŸa’nın hastalandığını Nüzhet'in de doktor Ragıp'la nikahlanacağını öÄŸrenir. Acılar içinde geçen günlerin sonunda hastaneden ta­burcu edilir.

Susuz Yaz (Necati Cumalı)

Konusu adından da anlaşılacağı üzere "su”dur; Ana­dolu'da hep var olan, yüzyılımızın son çeyreÄŸinde sı­nırları da aşıp uluslar arası, savaÅŸ çıkartacak kadar önemli bir hale gelen su paylaşımıdır. Mevcut suyun herkese yetmemesi üzerine, tarlasından su çıkan iki kardeÅŸ suyu sahiplenir. Çıkan su kavgası kardeÅŸler­den birinin cinayet iÅŸlemesiyle sonuçlanır ve diÄŸeri hapse girer. Cezaevine düÅŸen kardeÅŸ evlidir ancak gelenek olduÄŸu üzere suçu küçük üstlenir. Bir süre içerdeki kardeÅŸiyle ilgilenen aÄŸabey daha sonra ge­line göz koyduÄŸu için kardeÅŸinin ölüm haberinin gel­diÄŸi yalanını bütün köye yayar ve nihayet böylece ça­resiz kalan gelinle evlenir. Ancak yıllar sonra ceza­evinden beklenmedik ÅŸekilde çıkıp gelen küçük kar­deÅŸ olayları öÄŸrenince kıyamet kopar.

Keşanlı Ali Destanı (Haldun Taner)

Ali, SineklidaÄŸ'da oturan bir gençtir. Zilha isminde bir kızı çok sever. Bir gün Zilha'nın belalı amcası öldürü­lür ve suç Ali'nin üzerine atılır. Ali, bir türlü suçsuzlu­ÄŸunu ispat edemez. Mahallenin en sevilmeyen ada­mını öldürdü diye herkes tarafından sevilir ve mahal­lede ünlenir. Hapisten çıkınca muhteÅŸem bir karşıla­ma töreni hazırlanır. Ali, mahallesine gelir gelmez mahallenin muhtarlığına adaylığını koyar ve muhtar olur. Mahallede kısa sürede çok ÅŸeyi deÄŸiÅŸtirir. Haraç olayını kaldırır ve mahalleyi bir düzene koyar. Zilha, amcasını öldürdü diye Ali'ye yüz vermez. Bu arada, Ali'yi sevmeyen kiÅŸiler yavaÅŸ yavaÅŸ ortaya çıkmakta ve arkasından sessizce kuyusunu kazmaktadırlar. Bir süre sonra Zilha'nın amcasının gerçek katili Cafer or­taya çıkmıştır. Cafer'den Ali'yi öldürmesini isterler. Zilha, Ali'nin yanına döner ve barışırlar. Beraber mut­lu bir hayat süreceklerini zannederler; fakat Cafer, Ali'yi öldürmekte kararlıdır. Cafer, evin önüne gelir; Ali tam evden çıkarken Cafer ateÅŸ eder ve Ali vurulur. O acıyla Ali, silahı tuttuÄŸu gibi Cafer'i öldürür. Bu se­fer Ali gerçekten katil olur. Böylece Ali, tekrar hapis­haneye döner.

Devlet Ana (Kemal Tahir)

Roman, ErtuÄŸrul Bey’in at bakıcısı Demircan'ın öldü­rülmesi olayı ile baÅŸlar. Bu olay, atla geziye çıkan Ke­rim ve Orhan Bey aracılığı ile görülür ve herkes bu olaydan haberdar edilir. Kerim, Demircan'ın kardeÅŸi­dir. GördüÄŸü bu olay karşısında ÅŸok geçirir ancak ay­nı tepkiyi annesi Bacıbey'in göstermemesine ÅŸaÅŸar. Bacıbey'in herhangi bir tepki göstermemesindeki se­bep, oÄŸlu Demircan'ın vurulduÄŸu anın hoÅŸ bir manza­ra arz etmeyiÅŸidir. Ama intikam ateÅŸiyle yanıp tutuÅŸ­maktadır. Daha sonra romanda ikinci derecedeki olay ErtuÄŸrul'un ölümü ve Osman Bey'in oymağın beyliÄŸini üstlenmesidir. DiÄŸer yandan oÄŸlu ölen Bacıbey, Kerim'i aÄŸabeyinin yerini alması için onu zorlar. Bu amaçla Kerim, kılıç derslerine baÅŸlar. Orhan Bey'le bir­likte Kaptan ÇavuÅŸtan kılıç dersi alırlar. Bu arada Kap­tan ÇavuÅŸ'un güzel kızı Aslıhan ile Kerim'in arasında bir duygusal iliÅŸki baÅŸ gösterir. Öte yandan Osman Bey zamanının ulularından Şeyh Edebali'nin kızını alır ve Edebali'nin kızı olan Bala Hatun, Osman Bey'in ikin­ci hanımıdır. Evlendikten sonra Osmanlı aÅŸiretinin ge­leneklerine kolaylıkla uyar. DiÄŸer yandan Orhan Bey, Nilüfer Hatun'la olan iliÅŸkisini evlenmeye kadar vardı­rır. Ancak, roman Orhan Bey evlenmeden son bulur.

Bereketli Topraklar Üzerinde (Orhan Kemal)

Sivas’ın köylerinden birinde üç çocukluk arkadaşı Ä°flahsızın Yusuf, Köse Hasan ve Pehlivan Ali, hemÅŸerilerinden birinin Çukurova'da fabrikası olduÄŸunu bil­diklerinden hemÅŸerileri iÅŸ verir umuduyla yola koyu­lurlar. Üç arkadaÅŸtan sadece Yusuf daha önce Si­vas'ta cer atölyesinde kısa bir süre çalışmıştır. DiÄŸer­leri ÅŸehri hiç görmemiÅŸtir. Umutlarını gerçekleÅŸtirmek için uzun ve zorlu tren yolculuÄŸuyla Adana'ya inerler. Şehre indiklerinde gördüklerinden çok etkilenirler. ŞaÅŸkınlıkla binaları, otomobilleri, sokaktaki kadınları seyrederler. Daha sonra gördükleri kiÅŸilere sora sora hemÅŸerilerinin fabrikasını bulurlar. HemÅŸerileri, onla­ra çırçır fabrikasında iÅŸ verir. Artık üç arkadaÅŸ hayal­lerini gerçekleÅŸtirebileceklerini düÅŸünerek rahatla­mışlardı. Irgatbaşı iÅŸlerini gösterir. Fabrikadaki makineler, çalışan kadın ve çocukları görünce afallarlar. Irgatbaşı iÅŸin köydeki gibi kolay olmadığını ve her hafta, haftalıklarını aldıklarında ona avanta vermeleri gerektiÄŸini anlatır. Bu fikir üç arkadaşı rahatsız etmiÅŸ­tir. Şehirde insanlar baÅŸkasının sırtından geçinmenin fırsatlarını kaçırmıyorlardı. Şehir köydeki gibi deÄŸildi. Önce karşı gelmek isteseler de, sonunda kabul et­mek zorunda kalırlar. Fabrikada çeÅŸitli yerlerde, çok zor ÅŸartlarda, ayrı ayrı çalışırlar ve akÅŸamları kirala­dıkları ahırda buluÅŸurlar. Şehirdeki insanları tanıma­ya, anlamaya çalışırlar. Çünkü köylerindeki doÄŸal or­tam, samimiyet, insanlık, yardımlaÅŸma ve saygı yok­tur burada. Şehirde hayat baÅŸkasının cebindeki pa­rayı kendi cebime nasıl koyarım düÅŸüncesi üzerine kuruludur. Ä°nsanlar bencildir. Köyden çok farklı olan yaÅŸam ÅŸartlarında hayallerini süsleyen gaz ocağını, analarına alacakları elbiseyi düÅŸünerek çalışırlar. An­cak sulu kozada çalışan Köse Hasan çok kötü hasta­lanır. Ä°ÅŸe gidemez duruma gelir. ArkadaÅŸları bir süre ona baksalar da, daha fazla ücret veren bir iÅŸ bulur ve hasta arkadaÅŸlarını bırakır giderler. Yeni iÅŸlerinde de avanta alan ustabaşına göz yumarlar. Kabullenemeseler de düzen böyleydi, baÅŸka çareleri yoktu. Yeni iÅŸleri inÅŸaat iÅŸçiliÄŸiydi. Bir süre sonra hasta arkadaÅŸ­larının öldüÄŸünü duyarlar.

Teneke (YaÅŸar Kemal)

Kaymakamı olmayan kasabada, Tahrirat kâtibi Resul Efendi kaymakam vekilidir. Çeltik ekme zamanı gel­miÅŸtir. Çeltik aÄŸaları, Hazırlatmış oldukları çeltik yasa­sına uymayan “Çeltik Komisyonu Raporu”nu Tahri­rat kâtibi olan Resul Efendi'den onaylamasını isterler. Görevini kötüye kullanmak istemeyen Resul Efendi raporu imzalamaz. Bunun üzerine Ankara'ya ve Adana’ya Resul Efendi aleyhine telgraflar çekilir, görevini yapmadığı ileri sürülür ve Resul Efendi adına birçok yalanlar uydurulur, aynı zamanda sıkıştırılıp tehdit edilir. Bir süre sonra kasabaya, Fikret Irmaklı adlı genç bir kaymakamın atandığı öÄŸrenilir. Çeltik aÄŸala­rı, hemen harekete geçerler. Kasabanın en güzel ve en yeni binasını kaymakam için dayayıp bir güzel dö­ÅŸerler. Kasabaya geleceÄŸi gün, kaymakamı Ceyhan istasyonunda birçok otomobil ve otobüs ile karşılar­lar. Kaymakamı alıp kasabaya getirirler; birlikte yeni­lir, içilir, sohbet edilir. AÄŸalar, kaymakama yaranmak Ä°çin her olanağı kullanırlar. Kaymakam da bu iÅŸte acemi olduÄŸundan ve “Çeltik Yasası”nı incelemedi­ÄŸinden aÄŸaların hazırlattıkları raporu okumadan im­zalar. Raporun onaylanmasıyla iÅŸler karışır. OkçuoÄŸlu adlı bir çeltik aÄŸası, ruhsatına dayanarak, Sazlıdere köyünü boÅŸalttırmak, her yere çeltik ekmek ister. Sazlıdere köylüleri bu yasa dışı isteÄŸe direnirler; çünkü yasa gereÄŸince çeltik tarlalarının köye üç bin metre uzaklıkta olması gerekmektedir. Bu arada kay­makamın çeltik aÄŸalarından rüÅŸvet aldığı dedikodusu yayılır. Kaymakam farkında olmadan aÄŸaların tuzağı­na düÅŸmüÅŸtür. Resul Efendi bu duruma dayanama­yıp tüm olup bitenleri kaymakama anlatır ve okuması içinde bir çeltik yasası verir. Kaymakam yasayı oku­yunca çeltik aÄŸalarıyla olan iliÅŸkisini keser. OkçuoÄŸlu ise Sazlıdere'yi göl haline getirir. Köy su altında kalır. Sıtma tehlikesi baÅŸ gösterir. Köylüler topluca kayma­kama çıkıp durumu anlatırlar. Kaymakamlık önünde gösteride bulunurlar. Özellikle Zeyno Ana köylülere önderlik yapar. Kaymakam hemen “Çeltik Komisyonu”nu toplayıp Sazlıdere'ye gider. Her ÅŸeyi gözleriy­le görür, çeltikçilere verdiÄŸi ruhsatları geri alır. Bunun üzerine Müftü ile Rıza DeÄŸnek, kaymakama rüÅŸvet teklif etmek için gönderilirler, ama sonuç alamazlar. Bunun üzerine kaymakamın evini taÅŸlatırlar, pence­resine kurÅŸun yaÄŸdırırlar ama kaymakam yasalardan ÅŸaÅŸmaz. Bu kez çeltik aÄŸaları izinsiz, ruhsatsız bütün sahaları sulamaya, ekmeye baÅŸlarlar. Kaymakamda su bentlerinin başına jandarma gönderir, nöbet tuttu­rur ama çeltik aÄŸaları jandarmayıda kendi tarafına çekerler. Özellikle OkçuoÄŸlu Sazlıdere'yi göl haline getirir. Sazlıdere köylüleri, bıçak kemiÄŸe dayanınca silahlanıp OkçuoÄŸlu'nun su bentlerini denetim altına alırlar. OkçuoÄŸlu beliren tehlikeyi önlemek amacıyla ertesi gün kapı kapı dolaşıp her aileye bol para vere­rek köyü boÅŸalttırır. Sadece Kürt Mehmet Ali köyde kalır. O ne para alır ne de köyden çıkar. OkçuoÄŸlu Mehmet Ali'yi adamlarına öldürtmek ister ama baÅŸa­ramaz. Artık kaymakamı kasabadan sürdürtmek için Ankara'ya giden çeltik aÄŸaları da dönmüÅŸlerdir. Ba­ÅŸarmışlar istediklerini gerçekleÅŸtirmiÅŸlerdir... Birkaç gün sonra, kaymakamın Kağızman'a atandığını bildi­ren yazı gelir, kaymakam kasabadan ayrılır. Arkasın­dan çeltik aÄŸalarının çaldığı teneke sesleri ortalığı bü­yük bir gürültüye boÄŸar.

Ä°nce Memed (YaÅŸar Kemal)

Toroslar'daki Dikenliözü'ndeki beÅŸ köyden birisi DeÄŸirmenoluk'tur. Bu köyde kanun ve töreleri Abdi AÄŸa koyar ve uygular. Köyün yağız delikanlılarından Memed, günlerdir Abdi AÄŸa'nın tarlasını sürmektedir. Dayanamayacağını anlayınca her ÅŸeyi bırakıp Kemse Köyü'ne gider ve Süleyman'a sığınır. Memed'in bu yaptığı aslında bütün köy ahalisinin hayalidir. Bunu öÄŸrenen Abdi AÄŸa Süleyman'ın kapısına dikilir ve Memed'i alıp köye götürür. O yaz Memed haÅŸatı ya­par ve Abdi AÄŸa'nın topraklarını sürer. Memed arka­daşı Mustafa ile ilk defa kasabaya giderler. Kasaba­daki yaÅŸam Memed'i çok etkiler. AÄŸaların olmadığı herkesin hür olduÄŸu bu hayat özlemiyle Memed, sev­gilisi Hatçe'yi kaçırmak için köye gider ve beraber ka­çarlar. Abdi AÄŸa'nın yeÄŸeninin niÅŸanlısı olan Hatçe ile Memed'in kaçmalarının ardından AÄŸa'nın adamları ve yeÄŸeni onları yakalamak için izlerini sürerler. Abdi AÄŸa'nın yeÄŸeni ölür, Memed yaralanır ve kaçar. Hat­çe ise yakalanır. Memed, bir gece köye geldiÄŸinde anasının öldüÄŸünü duyar ve Hatçe'nin başına gelen­leri öÄŸrenir. Memed köye gelir ve Abdi AÄŸa'yı vurur. Bu duruma sevinen köylü bayram eder. Memed ise atını daÄŸlara doÄŸru sürer ve o günden sonra Memed'den haber alınmaz.

Hürrem Sultan (Orhan Asena)

Kanuni Sultan Süleyman'dan sonra kim padiÅŸah ol­malı? Bu konuda Kanunînin eÅŸleri Hürrem Sultanla Gülbahar Sultan arasında iktidar kavgası vardır. Hür­rem Sultan telaÅŸlıdır; çünkü Gülbahar'ın oÄŸlu Şehzade Mustafa yaşı ve becerileri nedeniyle iktidara yakındır. Hürrem damadı Sadrazam Rüstem PaÅŸa ile ittifak ya­pıp Şehzade Mustafa'ya karşı komplo kurar. PadiÅŸahı oÄŸlu Mustafa'nın aleyhine kışkırtır; aralarını açar. So­nunda Kanuni Sultan Süleyman Şehzade Mustafa'yı öldürtür. Bu ise Valide Sultan adayı Hürrem'e umdu­ÄŸunun aksine mutluluk deÄŸil acılar getirir: Çünkü bu sefer kendi oÄŸulları arasında ölümlere yol açan taht kavgası baÅŸlar, iktidar uÄŸruna can yakanın canı yanar.

Yine Bir Gülnihal (Turan OflazoÄŸlu)

Ä°smail Dede Efendi, yaptığı güzel bestelerle II. Mah­mut'un beÄŸenisini kazanmış ve himayesine girmeyi baÅŸarmıştır. Saray’da bulunduÄŸu sıralarda, gönlünü haremden Gülnihal adlı bir cariyeye kaptırır. Güinihal de ona âşıktır. Karısının adı da Gülnihal olan Ä°smail Dede Efendi, iki aÅŸk arasında acı çekmektedir. Ayrı­ca Mevlevi dergâhına baÄŸlıdır ve Saray ile dergâh arasında da seçim zorluÄŸu yaÅŸamaktadır, iki Gülnihal’in sevgisi arasında çıkmaza düÅŸen Ä°smail Dede Efendi, Mevlana’dan yardım ister. Mevlana da ona, aÅŸkın en büyük mutluluk olduÄŸunu ve aÅŸkını Allah’a yöneltmesi gerektiÄŸini söyler. DüÅŸsel bir ışık içinde beliren Mevlana Allah’a ulaÅŸmanın en güvenli yolu­nun musiki olduÄŸunu belirtir. Ä°smail Dede Efendi’ye yaÅŸadığı acıları ezgiye dönüÅŸtürmesini öÄŸütler. Bu çeliÅŸkili duygularını, yaptığı güzel bestelerle dile geti­rir. PadiÅŸahın Batı müziÄŸini düÅŸünen Ä°smail Dede Efendi, sanatına son noktayı koymaya kararlıdır. ÖÄŸ­rencisi Dellalzade’den kendi bestelerini bir kitapta toplamasını ister.

Yorumlar
Sen de Yaz