Fotosentez - Konu detayı - Webders.net
Biyoloji

Fotosentez: Enerjinin Bağlanması

Basit inorganik moleküllerden, gereksinim duydukları bütün organik maddeleri sentezleyebilen ve dışarıdan hazır organik madde almadan yaÅŸayabilen canlılara ototrof canlılar denir. Ä°norganik maddelerden organik madde sentezlerken ışık enerjisini kullanan ototrof canlılara ise fotosentetik ototrof adı verilir. Fotosentetik ototrof canlıların büyük çoÄŸunluÄŸunu bitkiler oluÅŸturur. Ayrıca algler ve fotosentetik bakteriler de klorofil pigmenti taşıdıkları için fotosentez yapabilirler. O halde fotosentez olayı sadece bitkilere ait bir özellik deÄŸil, klorofil taşıyan tüm canlılara ait bir özelliktir.

Bitkilerin tamamı fotosentez yapmaz. Az sayıda da olsa heterotrof bitkilere rastlanır. Tam parazit bitkiler klorofilleri bulunmadığı için fotosentez yapamazlar. Bunlar ihtiyaç duydukları organik besin maddelerini üzerinde yaÅŸadıkları bitkilerin soymuk borularından karşılarlar. Cinsaçı heterotrof bitkilere örnek olarak verilebilir.

Biyosferde en önemli enerji dönüÅŸümü fotosentezle gerçekleÅŸtirilir. Fotosentez ile güneÅŸin ışık enerjisi kimyasal enerjiye dönüÅŸtürülür ve organik madde sentezi yapılmış olur. Ä°norganik maddelerden organik maddelerin sentezini gerçekleÅŸtiremeyen canlılara heterotrof canlılar denir. Hayvanlar, mantarlar, bazı protistler ve bakteriler bu gruba girer. Böcekçil bitkiler gibi bazı canlılar da hem ototrof hem heterotrof beslenir. Bu bitkiler aminoasit gibi azotlu bileÅŸiklerini böceklerden karşıladıkları için heterotrof, fotosentez yaparak karbonhidrat ürettikleri için ototrofturlar.

Heterotrof canlılar hem besin hem de oksijen bakımından fotosentez olayına bağımlıdırlar. O halde yeryüzünde hayatın devamı fotosenteze baÄŸlıdır.

Fotosentezle ilgili olarak yapılan çalışmalarda Ä°ngiliz rahip Joseph Priestly’nin rolü büyüktür. Priestly, 1972 yılında yanma ya da hayvanların solunumu sonucu kirlenen havayı, aynı yerdeki bitkilerin temizlediÄŸi fikrini ortaya atmıştır. Daha sonraki yıllarda yapılan çalışmalar sonucu fotosentez olayında karbondioksitin kullanılıp ortama oksijen verildiÄŸi saptanmıştır. Böylece atmosferdeki oksijen ve karbondioksit dengesinin korunmasında fotosentez ve solunum olaylarının önemi anlaşılmıştır.

Fotosentezin formülü aÅŸağıda gösterilmiÅŸtir:

6CO2 + 6H2O → C6H12O6 + 6O2 (ışık, klorofil)

Ä°nsanların çeÅŸitli faaliyetleri sonucu atmosfere salınan bazı gazlar sera etkisi yaratır. Bu durum dünya yüzeyinde sıcaklığın artmasına, yani küresel ısınmaya yol açar. Küresel ısınmaya neden olan gazların en önemlisi karbondioksittir. Atmosferdeki karbondioksit, yeÅŸil bitkilerin fotosentezi sırasında kullanılmaktadır. Ancak yeryüzünde yeÅŸil alanların azalması, atmosferdeki karbondioksit oranının artmasına neden olur. Bu durum da günümüzde küresel ısınmaya ve buna baÄŸlı olarak canlı türlerinin azalmasına yol açmaktadır.

Fotosentezin GerçekleÅŸtiÄŸi Yapılar

YeÅŸil bitkilerde fotosentez kloroplast adı verilen organelde gerçekleÅŸir. Kloroplast bitkinin yeÅŸil gövde ve olgunlaÅŸmamış meyve gibi tüm yeÅŸil kısımlarında bulunur; ancak yapraklar baÅŸlıca fotosentez organlarıdır.

Yaprak ve Kloroplast

Yaprağın alt ve üst yüzeyi çoÄŸunlukla tek tabakalı olan koruyucu epidermis hücreleri ile örtülüdür. Epidermis hücreleri kloroplast taşımaz. Epidermis hücreleri arasında bulunan stomalar (gözenekler) bitkinin gaz alış veriÅŸi yapmasını saÄŸlar. Yaprakta bulunan iletim demetleri (damarlar) su ve suda çözünmüÅŸ minerallerle, fotosentez sonucu üretilen organik besinlerin gerekli yerlere taşındığı yapılardır. Yaprağın alt ve üst epidermisi arasında mezofil tabakası yer alır. Mezofil tabakası, palizat ve sünger parankiması olarak adlandırılan kloroplastlı hücreleri içerir.

Kloroplastlar, çift katlı zarla çevrili organellerdir. Kloroplast içinde tilakoit denilen bir zar sistemi bulunur. Klorofil, ksantofil, karoten gibi pigmentler tilakoit zarlarındaki lipit tabakasına yerleÅŸmiÅŸtir. Diske benzeyen tilakoitlerin bir araya gelmesiyle oluÅŸan kümelere granum adı verilir. Granumlar birbirlerine ara lamellerle baÄŸlıdır. Granumlar ve ara lameller güneÅŸ ışığının en fazla miktarda emilmesini saÄŸlar. Granumların arasını dolduran ve mitokondri matriksine benzeyen renksiz ara maddeye stroma denir. Stroma içinde fotosentezde görev yapan enzimler ile DNA, RNA, ribozom ve bazı proteinler bulunur. Stromada bulunan DNA, RNA ve ribozomlar sayesinde kloroplastlar hem kendi faaliyetleri için gerekli olan proteinleri üretir hem de kendini eÅŸler.

Fotosentezin ışığa bağımlı reaksiyonları tilakoit zarlarda, ışıktan bağımsız reaksiyonları stromada gerçekleÅŸir.

Fotosentezin Kimyasal Tepkime Denklemi

Bitkilerin ışık varlığında karbondioksit ve sudan organik bileÅŸikler ve oksijen ürettiÄŸi çok uzun zamandan beri bilinmektedir. Bu olay aÅŸağıdaki ÅŸekilde gösterilebilir.

CO2 + 2H2O → (CH2O)n + O2 + H2O

(CH2O)n karbonhidratların genel formülüdür. Bu eÅŸitliÄŸin 6 ile çarpımı, altı karbonlu bir ÅŸeker olan glikozun çoÄŸunlukla bir son ürün olduÄŸunu göstermek bakımından kolaylık saÄŸlar.

6CO2 + 12H2O → C6H12O6 + 6O2 + 6H2O

Su, eÅŸitliÄŸin her iki tarafında da bulunur. Çünkü fotosentez sırasında 12 molekül su harcanırken, 6 molekül su yeniden meydana gelir. EÅŸitlik yalnızca net su tüketimini gösterecek ÅŸekilde basitleÅŸtirilebilir.

6CO2 + 6H2O → C6H12O6 + 6O2

Bilim insanları uzun yıllar boyunca fotosentez sonucu atmosfere verilen oksijenin karbondioksitten geldiÄŸini düÅŸünmüÅŸlerdir. 1930'larda Stanford Üniversitesi’nden C.B.Van Niel, fotosentezde ham madde olarak su yerine hidrojen sülfür (H2S) kullanan bazı fotosentetik bakterilerin yan ürün olarak oksijen yerine kükürt çıkarttıklarını saptamıştır. AraÅŸtırmacıya göre bakteri fotosentezi sırasında oluÅŸan kükürt H2S’den geldiyse, bitki fotosentezi sırasında oluÅŸan oksijen de karbondioksitten deÄŸil, sudan gelmelidir.

Sonraki yıllarda bilim insanları Van Niel’in varsayımını yaptıkları deneyle ispatlamışlardır. Deneyde ağır izotop olan oksijen (O18) kullanılmıştır. Fotosentez yapan bitkilere normal karbondioksit ve ağır oksijen içeren su verildiÄŸinde ağır izotopun, moleküler oksijen olarak ortaya çıktığı gözlenmiÅŸtir.

Buna göre fotosentez sonucu açığa çıkan oksijenin kaynağı sudur. Karbondioksitteki oksijen atomu hem sentezlenen glikoz hem de açığa çıkan suyun yapısına katılır.

Bakteri Fotosentezi

Fotosentez yapan bakterilerde yeÅŸil bitkilerden farklı olarak klorofil molekülü kloroplast içinde deÄŸil hücre zarı kıvrımlarında yer alır. Fotosentez yapan bakterilere; siyanobakteriler, mor kükürt bakterileri ve hidrojen bakterileri örnek olarak verilebilir.

Siyanobakteriler, fotosentez sırasında yeÅŸil bitkilerde olduÄŸu gibi karbondioksitle birlikte su kullanırlar ve oksijen gazı açığa çıkarırlar.

Mor kükürt bakterileri, hidrojen ve elektron kaynağı olarak su yerine hidrojen sülfür (H2S) kullanır. Bunlarda yan ürün olarak oksijen deÄŸil, kükürt oluÅŸur.

Hidrojen bakterileri, hidrojen ve elektron kaynağı olarak H2 gazını kullanır.

Işık Enerjisi ve Klorofil

Fotosentezde, spektrumun gözle görülebilen kısmı (görünür ışık) kullanılır. Görünmeyen ışık ise klorofil tarafından tutulamadığı için kullanılmaz. Işığın yapısında foton adı verilen enerji yüklü parçacıklar vardır. Fotosentezde görünür dalga boyundaki ışınların fotonlarındaki enerjiden yararlanılır.

Fotosentez Pigmentleri

Bir cisim üzerine düÅŸen ışık; cismin içinden geçebilir, cisim tarafından soÄŸurulabilir (emilebilir) ya da onun tarafından yansıtılabilir. Bu üç olayın aynı anda olması da mümkündür. Görünür ışığı emen maddelere pigment adı verilir. Farklı pigmentler, farklı dalga boyundaki ışığı soÄŸururken, soÄŸuramadıklarını geçirir ya da yansıtır. Yaprakların kloroplastlarında bulunan klorofil pigmenti kırmızı ve mavi ışığı soÄŸurur. YeÅŸil ışığı ise geçirdiÄŸi ve yansıttığı için yapraklar yeÅŸil renkte gözükür.

Bir pigmentin farklı dalga boylarındaki ışığı soÄŸurma ve geçirme oranı, spektrofotometre denilen bir cihazla ölçülür. Spektrofotometre, deÄŸiÅŸik dalga boyundaki ışık demetlerini bir pigment çözeltisine yönlendirir ve her bir dalga boyunda geçirilen ışık grubunu ölçer.

Klorofil, farklı dalga boylarındaki ışınları soÄŸurarak bitkide fotosentez olayının gerçekleÅŸmesini saÄŸlayan yeÅŸil renkli bir pigmenttir. Bitkilerde ve fotosentez yapan diÄŸer ökaryot canlılarda klorofil, kloroplastın tilakoit adı verilen yapılarında yer alır.

Klorofil molekülünde karbon, hidrojen, oksijen ve azot atomlarından oluÅŸan dört pirol halkası vardır. Merkezde ise magnezyum atomu yer alır. Bu yapıya porfirin adı verilir. Pirol halkalarından birine fitol denilen yirmi karbon atomundan oluÅŸmuÅŸ uzun bir alkol zinciri baÄŸlanmıştır. Porfirin kısmı ışığı soÄŸururken fitol kısmı tilakoit zara tutunmayı saÄŸlar.

Klorofildeki porfirin, yapı bakımından hayvanlardaki hemoglobine benzer. Hemoglobinden farklı olarak merkezde demir yerine magnezyum atomu bulunur.

Molekül yapıları birbirine benzeyen bazı klorofil çeÅŸitleri bulunur. Bunların içinde en yaygın olanı klorofil-a ve klorofil-b’dir. Klorofil-a tüm yeÅŸil bitkilerde bulunurken, klorofil-b yeÅŸil bitkilerin ve alglerin bazılarında bulunur. Klorofil-a’nın formülü C55H72O5N4Mg, klorofil-b’nin formülü ise C55H70O6N4Mg’dir. Yani klorofil-a molekülünde klorofil-b’ye göre bir oksijen atomu eksik, iki hidrojen atomu da fazladır. Atomlar arasındaki bu farklılık çözünürlük ve ışığı soÄŸurma açısından klorofil-a ve klorofil-b'nin birbirinden ayrılmasına neden olur. ÖrneÄŸin klorofil-a petrol eterinde, klorofil-b alkolde çözünür. Yine klorofil-a dalga boyu 662 nm, klorofil-b dalga boyu 654 nm olan ışığı soÄŸurur.

Bitkilerin plastitlerinde turuncu rengi veren pigmentler (karoten) ve sarı rengi veren pigmentler (ksantofil) de bulunur. Bunlara karotenoit adı verilir. Karotenoitler çiçeklere ve meyvelere renk verir. Kloroplastlarda bulunan karotenoitler ise fotosentezin gerçekleÅŸmesini saÄŸlayan renk spektrumunu geniÅŸletebilir. Çünkü bu yardımcı pigmentler, klorofilin yakalayabildiÄŸinden daha farklı dalga boyundaki ışınların soÄŸurularak klorofile aktarılmasında rol oynarlar. Bazı karotenoitlerin önemli bir fonksiyonu da ışığa karşı koruma saÄŸlamaktır. Bunlar aşırı ışığı soÄŸurup yayarak klorofile zarar vermesini önlerler.

Bazı alglerde ve siyanobakterilerde klorofilin yanı sıra fikosiyanin (mavi bir pigment) ve fikoeritrin (kırmızı bir pigment) bulunur. Bunlar, bitkilerdeki karotenoitler gibi soğurduğu ışığı klorofile aktararak fotosentezde etkili olurlar.

Fotosentez ile ışık spektrumu arasındaki iliÅŸkiyi Theodore Engelmann bir deneyle göstermiÅŸtir. Engelmann, önce ışığı prizmadan geçirerek dalga boylarına göre ayırmıştır. Böylece elde ettiÄŸi kırmızı, turuncu, sarı, yeÅŸil, mavi ve mor ışınları Spirogyra (yeÅŸil ipliksi bir alg) üzerine düÅŸürmüÅŸtür. Algin fotosentez hızını ölçmek için oksijenli ortamda yaÅŸayabilen bakterileri kullanmıştır. Deney sonucunda bakterilerin en fazla mavi, mor ve kırmızı ışınların alg üzerine düÅŸtüÄŸü bölgelerde toplandığını görmüÅŸtür. Engelmann, bakterilerin oksijenden daha fazla yararlanmak amacıyla bu bölgede toplanmasını mavi, mor ve kırmızı dalga boylarında fotosentezin daha hızlı olduÄŸu sonucuyla açıklamıştır.

Klorofilin Işık ile Etkinleştirilmesi

Kloroplastın tilakoit zarı üzerinde fotosistem adı verilen birimler yer alır. Bu birimlerde pigmentler, proteinler ve daha küçük organik moleküller bulunur. Işığı toplama görevi yapan her fotosistem, anten kompleksi ve reaksiyon merkezi (tepkime merkezi) olmak üzere iki bölümden oluÅŸur. Anten kompleksi, çok sayıda klorofil ve karotenoit pigmentleri içerir. Bu pigmentler ışık enerjisini toplayarak reaksiyon merkezine aktarırlar. Reaksiyon merkezinde ise klorofil-a molekülü ile birlikte “ilk elektron alıcısı” olarak adlandırılan özelleÅŸmiÅŸ bir molekül bulunur.

Tilakoit zar, fotosentezin ışığa bağımlı reaksiyonlarında iÅŸ birliÄŸi yapan iki tip fotosistem içerir. Bunlar fotosistem I (FSI) ve fotosistem II (FS II) olarak adlandırılır. Her iki fotosistemin reaksiyon merkezinde de birbirinin aynı olan klorofil-a molekülü bulunur. Ancak bunlar tilakoit zarda farklı proteinlerle birleÅŸmiÅŸtir ve bu nedenle de ışık soÄŸurma özelliklerinde küçük farklılıklar ortaya çıkmıştır. Fotosistem l'in reaksiyon merkezindeki klorofil 700 nm dalga boyundaki ışığı en iyi soÄŸurduÄŸu için P700, fotosistem ll’nin reaksiyon merkezindeki klorofil ise 680 nm dalga boyundaki ışığı en iyi soÄŸurduÄŸu için P680 olarak isimlendirilir.

Anten kompleksindeki bir yardımcı pigment, ışığın bir fotonunu soÄŸurur. SoÄŸurulan bu enerji bir pigment molekülünden diÄŸerine aktarılır ve en sonunda reaksiyon merkezindeki klorofile ulaşır. Böylece bir elektron klorofilden ayrılır ve uyarılmış bu elektron “ilk elektron alıcısı” tarafından tutulur. Bu olay ışığa bağımlı reaksiyonların ilk basamağını oluÅŸturur.

Fotosentez Reaksiyonları

Fotosentez olayı, “ışığa bağımlı reaksiyonlar” ve “ışıktan bağımsız reaksiyonlar” olmak üzere iki evrede gerçekleÅŸir.

Fotosentezin ışığa bağımlı reaksiyonlarında ışığın suyu parçalaması (fotoliz) sonucu oluÅŸan oksijen serbest halde açığa çıkar. Suyun hidrojenleri de NADP koenzimi ile birleÅŸerek NADPH molekülünü oluÅŸturur. Ayrıca bu evrede ışık enerjisi yardımıyla ATP sentezlenir.

Fotosentezin ışıktan bağımsız reaksiyonlarında ise karbondioksit, suyun hidrojenleriyle birleÅŸerek glikoza dönüÅŸtürülür. DönüÅŸüm için gerekli enerji ATP’den saÄŸlanır.

NADP (Nikotinamid Adenin Dinükleotit Fosfat) fotosentez reaksiyonlarında görev yapan önemli bir koenzimdir. NADPH, NADP+’nin indirgenmiÅŸ halidir.

fotosentezin evreleri

1. Işığa Bağımlı Reaksiyonlar

Fotosentez tepkimeleri klorofilin ışık tarafından uyarılmasıyla baÅŸlar. Tilakoit zarlarda; ferrodoksin (fd), sitokrom kompleksi (stk), plastokinon (pq) ve plastosiyanin (pc) den oluÅŸan elektron taşıma sistemi (ETS) bulunur. Klorofilden ayrılan elektronlar ETS'de yükseltgenme - indirgenme kurallarıyla bir molekülden diÄŸerine aktarılır.

Işığa bağımlı reaksiyonlarda güneÅŸ enerjisi kullanılarak su parçalanır (Fotoliz). Böylece elektronlar, protonlar ve oksijen serbest kalır. Elektron ve protonlar ATP ve NADPH oluÅŸturmak için kullanılırken oksijen atmosfere verilir. Işık enerjisi kullanılarak ADP’ye bir fosfat grubunun katılmasıyla ATP sentezlenmesine fotofosforilasyon denir. Işığa bağımlı reaksiyonlar; devirsiz ve devirli fotofosforilasyon olmak üzere iki yolla gerçekleÅŸir.

a. Devirsiz Fotofosforilasyon

Bu reaksiyonlarda gerçekleÅŸen olaylar ÅŸu ÅŸekilde özetlenebilir.

  • Fotosistem ll’nin ışığı soÄŸurmasıyla, reaksiyon merkezindeki klorofilden uyarılmış elektron ayrılır ve ilk alıcı tarafından tutulur.
  • Bir enzim suyun; elektron, proton (H+) ve O2’ye ayrışmasını saÄŸlar. FS ll'den ayrılan elektronların yerini suyun ayrışmasıyla oluÅŸan elektronlar alır. Bu sırada serbest kalan oksijen atmosfere verilir.
  • Fotosistem ll’den ayrılıp ilk alıcıya geçen her bir elektron, bir elektron taşıma sistemi (ETS) aracılığıyla fotosistem l’e doÄŸru taşınır. Elektronlar zincirde ilerledikçe açığa çıkan enerji, tilakoit zarda bulunan ATP sentaz enzimi yardımıyla ATP’nin sentezlenmesinde kullanılır. ETS’de taşınan bir elektron, fotosistem l’in reaksiyon merkezindeki klorofilin elektron açığını kapatır. Çünkü FS l’deki klorofil molekülü daha önce uyarılarak elektron kaybetmiÅŸ ve bu elektron da FS l’e ait ilk alıcıya geçmiÅŸtir.
  • FS l’deki ilk alıcı, elektronları ikinci bir elektron taşıma zincirine, o da ferrodoksine aktarır. Ä°ndirgenen ferrodok- sin yüksek enerjili elektronları stromada bulunan bir enzim yardımıyla NADP+’ye vererek yükseltgenir ve NADP protonlarla birleÅŸerek NADPH’ı oluÅŸturur.

Devirsiz fotofosforilasyorıda H2O molekülü kullanılarak ATP ve NADPH üretilir ve atmosfere oksijen verilir. Devirsiz fotofosforilasyonda su parçalanarak NADP+ için hidrojen, atmosfer için oksijen, fotosistem II için elektron kaynağı olur.

b. Devirli Fotofosforilasyon

Devirli fotofosforilasyonda sadece fotosistem I kullanılır. Bu reaksiyonlarda gerçekleÅŸen olaylar ÅŸu ÅŸekilde özetlenebilir.

  • Fotosistem l’nin ışığı soÄŸurmasıyla reaksiyon merkezindeki klorofilden, uyarılmış elektron ayrılır ve ilk alıcı tarafından tutulur.
  • ETS’ye aktarılan elektronların taşınması sırasında açığa çıkan enerji ile ATP sentezlenir.
  • Bu elektronlar tekrar FS l’deki klorofil molekülüne geri döner. Böylece klorofil molekülü kaybettiÄŸi elektronu tekrar almış olur.

Devirli fotofosforilasyonda NADPH üretilmez ve oksijen açığa çıkmaz, sadece ATP oluÅŸur.

Kloroplastlarda Kemiozmotik Hipoteze Göre ATP Sentezi

Mitokondrilerde olduÄŸu gibi kloroplastlarda da ATP sentezi kemiozmotik hipotez ile açıklanmaktadır. ikisi arasındaki temel farklardan biri protonların mitokondride zarlar arası boÅŸlukta, koloroplastta ise tilakoit boÅŸlukta birikmesidir.

Fotosentezin ışığa bağımlı reaksiyonlarında elektronlar tilakoit zarda bulunan ETS'den geçtikçe, stromadaki protonlar tilakoit boÅŸluÄŸa pompalanır. Tilakoit boÅŸlukta ayrıca suyun ayrışmasıyla da protonlar oluÅŸur. Protonlar, deriÅŸimlerinin yüksek olduÄŸu tilakoit boÅŸluktan ATP sentaz enzimi aracılığıyla stromaya aktarılır ve bu sırada ATP sentezi gerçekleÅŸir. ATP sentaz enziminin, ATP sentezini saÄŸlayan baÅŸ kısmı tilakoit zarın stromaya bakan tarafında bulunur. Bundan dolayı ATP stromada meydana gelir ve ışıktan bağımsız reaksiyonlarda besin sentezi için kullanılır.

Fotosentezin ışıktan bağımsız reaksiyonlarında 1 molekül CO2’nin kullanılması için ışığa bağımlı reaksiyonlarda 3ATP ve 2NADPH üretilir.

2. Işıktan Bağımsız Reaksiyonlar (Calvin Dögüsü)

Işıktan bağımsız reaksiyonlar kloroplastların stromalarında meydana gelir. “Karanlık reaksiyonlar" veya “karbon tutma reaksiyonları” olarak da adlandırılan bu evrede ışığa doÄŸrudan gereksinim yoktur; ancak ışığa bağımlı reaksiyonlarda üretilen ATP ve NADPH’a ihtiyaç duyulur. Ayrıca bazı enzimlerin aktif hale gelmesi için ışığa ihtiyaç olduÄŸu bilinmektedir. Işıktan bağımsız reaksiyonlar enzimlerin kontrolünde gerçekleÅŸtiÄŸinden sıcaklık deÄŸiÅŸimlerine karşı duyarlıdır.

Karbondioksidin organik maddeye dönüÅŸmesi, her biri ayrı bir enzim tarafından katalizlenen birçok basamakta gerçekleÅŸir. M. Calvin ve arkadaÅŸları tarafından ortaya çıkarılan bu reaksiyonlar dizisi, aÅŸağıda özetlendiÄŸi ÅŸekilde gerçekleÅŸir:

  • Bu reaksiyonlar, CO2'nin 5C’lu bir bileÅŸik tarafından tutulmasıyla baÅŸlar. Ä°ki fosfatlı olan bu 5C’lu bileÅŸik ribuloz difosfat olarak adlandırılır. Böylece 6C’lu kararsız bir ara bileÅŸik oluÅŸur.
  • Kararsız ara bileÅŸik kısa sürede parçalanarak her biri 3C taşıyan iki molekül fosfogliserik aside (PGA) dönüÅŸür.
  • PGA moleküllerine, ışığa bağımlı reaksiyonlarda oluÅŸan ATP’lerden birer fosfat grubu aktarılınca 3C'lu ikiÅŸer fosfatlı bileÅŸikler oluÅŸur. Bu bileÅŸikler difosfogliserik asit (DPGA) adını alır.
  • OluÅŸan yeni bileÅŸiklerin her birine bu kez ışığa bağımlı reaksiyonlarda üretilen NADPH'deki hidrojenler aktarılır. Böylece 3C’lu fosfogliser aldehit (PGAL) molekülleri meydana gelir. Bu sırada enerjisiz fosfat (Pj) çıkışı olur.
  • Daha sonraki reaksiyonlarda PGAL’lerin bir kısmı karmaşık tepkimeler dizisiyle kendi aralarında birleÅŸerek 5C’lu bir bileÅŸiÄŸi oluÅŸturur. Tek fosfatlı olan bu 5C'lu bileÅŸik, ribuloz monofosfat olarak adlandırılır. Bu bileÅŸiÄŸe ışığa bağımlı reaksiyonlarda üretilen ATP’nin bir fosfatı aktarılınca ribuloz difosfat oluÅŸur ve yeniden devreye girer. PGAL’lerin bir kısmı da 6C’lu bileÅŸikleri meydana getirmek üzere birleÅŸir. Bu 6C’lu bileÅŸikler ise fosfat çıkışları ile fruktoz ve glikoz gibi besin maddelerini oluÅŸturur.

Fotosentezin ışıktan bağımsız reaksiyonlarına 1 molekül CO2’nin katılması için reaksiyonlarda 3 ATP ve 2 NADPH kullanılır. Fotosentezin genel denklemine göre, 6 molekül CO2, reaksiyona girerse 6x3 = 18 ATP ve 6 x 2 = 12 NADPH’ye ihtiyaç vardır. Bir baÅŸka ifadeyle 1 molekül glikoz kazancı için ışıktan bağımsız reaksiyonların 6 kez tekrarlanması gerekir.

Işıktan bağımsız reaksiyonları karbon atomu açısından ÅŸu ÅŸekilde özetleyebiliriz:

6 molekül ribuloz difosfat, 6 molekül CO., yakalar ve 12 molekül PGAL oluÅŸur. Bu 12 molekül PGAL’in yapısında 36 karbon atomu vardır. 12 PGAL’in, 2 molekülü (6 karbon atomu) ÅŸeker yapımında kullanılır. Geri kalan 10 molekül PGAL (30 karbon atomu) ise 6 molekül ribuloz monofosfat yapımı için harcanır. Bu da 6 molekül ribuloz difosfata dönüÅŸür. Böylece baÅŸlangıçta kullanılan ribuloz difosfat molekülleri yeniden elde edilmiÅŸ olur.

fotosentezin adımları

Organik Moleküllerin Sentezi

Fosfogliser aldehit (PGAL), fotosentezde kilit rol oynayan bir ara bileÅŸiktir. Işıktan bağımsız reaksiyonlarda meydana gelen PGAL’in bir kısmı ribuloz monofosfatı (RMP) meydana getirirken geri kalan kısmı glikozun oluÅŸumuna katılır. Bitki hücreleri fotosentezle ürettikleri bu glikozları solunumda enerji elde etmek için kullanırlar. Glikozlar ayrıca ihtiyaç halinde sükroz, maltoz gibi disakkaritlerin veya niÅŸasta, selüloz gibi polisakkaritlerin sentezine katılır. PGAL'in bir bölümü yaÄŸ asidi ve gliserolü oluÅŸtururken, bir bölümü de aminoasit, vitamin ve organik bazların sentezine katılır.

Bitkilerde üretilen glikozların fazlası lökoplastta niÅŸastaya çevrilerek depolanır. Karbonhidratları bu ÅŸekilde depo etmenin en önemli avantajlarından biri, suda çözünmeyen niÅŸastanın ozmotik etkinliÄŸinin ÅŸekerden daha az oluÅŸudur. Hücre içinde çözünen ÅŸekerin aşırı miktarda birikmesiyle hücre çok fazla su alacak ve bu da aşırı ÅŸiÅŸmeye neden olacaktır. Kloroplastlarda da niÅŸasta tanecikleri bulunur.

Fotosentez Hızını Etkileyen Faktörler

Fotosentez hızı, birim zamanda tüketilen karbondioksit ya da açığa çıkan oksijen miktarı ölçülerek saptanabilir. Fotosentez hızını etkileyen faktörler çevresel ve genetik olmak üzere ikiye ayrılır.

Çevresel Faktörler

Işık Şiddeti: Işık ÅŸiddeti arttıkça fotosentez hızı belirli bir seviyeye kadar artar, sonra sabit kalır.

fotosentez ışık ilişkisi

Işığın Dalga Boyu: Fotosentez hızını ışığın dalga boyu ya da enerjisinin azalıp artması deÄŸil, klorofil molekülünün ışığı soÄŸurması etkiler. Klorofil molekülü en fazla kırmızı ve mor dalga boyundaki ışınları, en az ise yeÅŸil dalga boyundaki ışınları soÄŸurur. Bu nedenle fotosentez hızı mor ve kırmızı ışıkta en fazla, yeÅŸil ışıkta en azdır.

fotosentez ve dalga boyu

Karbondioksit Miktarı: Karbondioksit miktarı artınca fotosentez hızı belirli bir seviyeye kadar artar, sonra sabit kalır. Ortamdaki karbondioksit miktarı bitkinin gereksiniminden az olursa, fotosentez için gerekli diÄŸer koÅŸullar en uygun deÄŸerde olsa bile fotosentez yavaÅŸlar.

fotosentez ve karbondioksit

EÄŸer bitkinin fotosentez yaptığı ortamda potasyum hidroksit (KOH) ve sodyum hidroksit (NaOH) gibi bileÅŸikler bulunursa fotosentez olumsuz etkilenir. Çünkü bu bileÅŸikler ortamdaki CO2’yi tutar.

Seralara ıslak saman konularak bitkilerin daha fazla fotosentez yapması saÄŸlanabilir. Çünkü ıslak samandaki çürükçül bakteriler ayrıştırma yaparken seranın CO2 oranını artırır.

Farklı karbondioksit konsantrasyonlarında, ışığın ÅŸiddetine baÄŸlı olarak fotosentez hızında meydana gelen deÄŸiÅŸim incelendiÄŸinde daha farklı bir durum ortaya çıkar. DüÅŸük karbondioksit konsantrasyonunda, ışık ÅŸiddeti yüksek bile olsa fotosentez hızı düÅŸük olur. Karbondioksit fazla olduÄŸu zaman, fotosentez hızı ışığın ÅŸiddetine göre deÄŸiÅŸir. Yüksek karbondioksit konsantrasyonunda eÄŸer ışık ÅŸiddeti düÅŸük ise fotosentez hızı da düÅŸük olur. Yani fotosentez hızını miktarı en az olan faktör belirlemektedir.

fotosentez ve karbondioksit yoÄŸunluÄŸu

Sıcaklık: Işık ÅŸiddeti düÅŸük olduÄŸunda sıcaklık yükselse bile fotosentez hızında belirgin bir deÄŸiÅŸiklik gözlenmez. Ancak yüksek ışık ÅŸiddetinde sıcaklık artışı fotosentez hızını belirli bir deÄŸere kadar artırır. Bu deÄŸerden sonra ışıktan bağımsız reaksiyonlarda görev yapan enzimlerin yapısı bozulduÄŸundan fotosentez hızı düÅŸer. Sıcaklığın 40°C’nin üzerine çıkması birçok bitkide fotosentez hızını düÅŸürür.

fotosentez ve sıcaklık ilişkisi

Mineral Tuzları: Mineral tuzlarından bazılarının fotosentezde rolü vardır. Bitkiler mineral tuzlarını suda çözünmüÅŸ olarak topraktan alır. Demir (Fe), ferrodoksinin yapısında bulunur. Ayrıca klorofil sentezinde rol oynar. Magnezyum (Mg), klorofilin yapısına katılır. Azot (N) aminoasit, nükleik asit ve vitaminlerin; fosfor (P) ATP ve nükleik asitlerin yapısında yer alır. Bazı mineraller de fotosentez reaksiyonlarında görev yapan enzimlerin yapısına katıldıklarından fotosentez hızında etkili olurlar.

Bitkilerin fotosentez hızını (dolayısıyla büyüme hızını) bulundukları ortamdaki minerallerden miktarı en az olanı belirler.

Su Miktarı: Ortamdaki suyun belirli bir değere kadar artışı fotosentez hızım artırır. Bu değerden sonra fotosentez hızını etkilemez.

Ortamın pH’ı: Toprak ya da suların pH deÄŸeri bitkilerin geliÅŸimi için önemlidir. pH deÄŸiÅŸiklikleri biyokimyasal tepkimelerde görev yapan enzimlerin yapısını bozabilir. Bu nedenle de fotosentez hızını etkiler.

Genetik Faktörler

Genetik faktörler, bitkilerin kalıtsal özelliÄŸine baÄŸlı olarak ortaya çıktıkları için çevresel faktörlerden farklılık gösterirler. Bunlar kloroplast sayısı, yaprak yapısı ve sayısı, stomaların sayısı ve yapısı, kütikula kalınlığı, enzim miktarı ÅŸeklinde sıralanabilir.

Kloroplast sayısı: Bitkilerde fotosentez kloroplastlarda gerçekleÅŸir. Bu organelin sayısı az ise fotosentez yavaÅŸ, fazla ise fotosentez hızlı gerçekleÅŸir. ÖrneÄŸin yapraktaki palizat parankiması hücrelerinde kloroplast sayısı, sünger parankimasına göre daha çoktur ve buna baÄŸlı olarak da fotosentez oranı palizat parankimasında daha fazladır.

Yaprak yapısı ve sayısı: Bitkilerde yaprak geniÅŸliÄŸinin fazla olması fotosentez hızını artırır. Yine yaprak sayısının fazla olması da fotosentezi olumlu etkileyen bir faktördür. Fotosentez hızına yaprağın konumu da etki eder. ÖrneÄŸin bir bitkinin ışıktan tam yararlanamayan alttaki yaprakları ile direk ışık gören daha üstteki yaprakları arasında fotosentez hızı farklılık gösterir.

Stomaların sayısı ve yapısı: Stoma (gözenek) adı verilen küçük açıklıklar genellikle yapraklarda bulunur ve bitkinin gaz alış veriÅŸini saÄŸlar. Stoma sayısı ne kadar fazla ise bitki karbondioksitten daha çok faydalanır ve bu da fotosentezi olumlu etkiler. Ayrıca stomaların yapısı, büyüklüÄŸü ve dağılışı da fotosentez hızı üzerinde etkilidir.

Kütikula kalınlığı: Kütikula, yaprakların yüzeyini örten ve bitkinin su kaybını azaltan bir tabakadır. Bu tabaka kurak ortam bitkilerinde kalın, sulak ortam bitkilerinde ise incedir. Bitkilerde kütikula kalınlığı arttıkça, güneÅŸ ışığı bitki hücreleri tarafından yeterince kullanılamadığı için fotosentez reaksiyonları yavaÅŸlar.

Enzim miktarı: Fotosentezdeki biyokimyasal reaksiyonlar enzimlerin denetiminde gerçekleÅŸir. Bu nedenle fotosentezde görev yapan enzimlerin miktarı fotosentez hızını etkiler.

Fotosentez Solunum Ä°liÅŸkisi

YaÅŸamın devamı için gerekli olan en önemli süreçlerden biri olan fotosentezde, güneÅŸten gelen enerji canlıların iÅŸine yarayacak olan organik moleküller içinde depo edilir. Bu iÅŸ kloroplastlarda gerçekleÅŸir. Yani mitokondrilerin enerji üretmek üzere kullandığı organik moleküller güneÅŸten gelen enerji sayesinde kloroplastlarda üretilmiÅŸtir. Sonuç olarak bitki hücrelerinde kloroplast ve mitokondriler, hayvan hücrelerinde ise sadece mitokondriler enerji dönüÅŸtürücü olarak görev yapan organellerdir.

Oksijenli solunum tepkimelerinin son ürünü olan su ve karbondioksit fotosentezin ham maddesidir. Fotosentezde oluÅŸan organik moleküller ve oksijen de solunumda ham madde olarak kullanılır.

Bitkilerde fotosentez gündüz gerçekleÅŸirken, solunum gece - gündüz kesintisiz devam eder. Bitkilerde fotosentez hızı solunum hızından yüksektir. Gündüz, fotosentez sonucu oluÅŸan O2’nin bir kısmı hücreler tarafından solunumda kullanılır ve geri kalanı atmosfere verilir. Ancak gündüz solunum sonucu oluÅŸan CO2 fotosentezde kullanıldığı için atmosfere verilmez. Gece fotosentez durduÄŸu halde solunum devam eder. Bu nedenle solunum için gerekli olan O2 atmosferden alınır ve oluÅŸan CO2 atmosfere verilir.

Kemosentez

Fotosentezde, inorganik maddelerden organik madde sentezlemek için gerekli enerji ışıktan saÄŸlanır. Kemosentezde ise ışık enerjisi kullanılmadan organik madde üretilir. Bu olayda gerekli enerji; demir, kükürt, hidrojen, hidrojen sülfür, amonyak nitrit, nitrat gibi bileÅŸiklerin oksitlenmesiyle elde edilir. Kemosentez, bazı bakteriler ve bazı arkeler tarafından gerçekleÅŸtirilen ototrof bir beslenme biçimidir. Kemosentez yapan canlılar, klorofile sahip olmadıkları halde kendi besinlerini sentezleyebilirler.

Bazı canlıların güneÅŸ enerjisi yerine inorganik maddelerin oksidasyonuyla açığa çıkan kimyasal enerjiyi kullanarak organik madde sentezlemesine kemosentez denir. Kemosentezi gerçekleÅŸtiren canlılar da kemoototrof canlılar olarak adlandırılır. Kemoototrof canlılara; demir bakterileri, kükürt bakterileri ve hidrojen bakterileri örnek olarak verilebilir. Kemosentezde de fotosentezde olduÄŸu gibi karbon kaynağı olarak CO2 kullanılır.

Kemosentez, madde döngüsünün sürdürülmesinde önemli bir iÅŸleve sahiptir. BilindiÄŸi gibi azot, proteinlerin ve nükleik asitlerin temel bileÅŸenidir. Bu nedenle de bitkilerin topraktan azotlu bileÅŸikleri almaları gerekir. Proteinlerin parçalanması sonucu oluÅŸan amonyak, bitkiler tarafından azot kaynağı olarak kullanılamaz. Toprakta bulunan Nitrosomonas gibi bazı kemoototrof bakteriler amonyağı (NH3) nitrite (NO2-) çevirir. Nitrobacter adı verilen diÄŸer bir kemoototrof bakteri türü de nitriti nitrata (NO3-) yükseltger. Bu iÅŸlemler gerçekleÅŸirken açığa çıkan elektronlar ETS’den geçer ve böylece ATP sentezlenir. OluÅŸan ATP'lerin bir kısmı NADH oluÅŸumunda harcanır. Sonuçta ATP ve NADH kullanılarak CO2 ve H2O’dan glikoz meydana getirilir. Böylece Nitrosomonas ve Nitrobacter kemosentezle kendi besinini üretirken, azotlu bileÅŸikleri de bitkilerin kullanabileceÄŸi hale dönüÅŸtürmüÅŸ olur.

nitrosomenas ve nitrobacter

Son yılların en ÅŸaşırtıcı olaylarından biri, çok derin denizlerde yerkabuÄŸundan sızan sülfür ile yaÅŸayan bakteriler ve onlarla beslenen omurgasızlardan oluÅŸan derin deniz topluluklarının bulunması olmuÅŸtur. Işığın ulaÅŸmadığı bu bölgeler, barındırdığı canlıların kendi kendilerine yeterli olmaları nedeniyle bir ekosistem olarak kabul edilir. Buradaki besin üretimi, yeÅŸil bitkilerin yaptığı fotosentezle deÄŸil, bakterilerin yaptığı kemosentezle gerçekleÅŸmektedir.

Kükürt bileÅŸiklerinin oksidasyonunu gerçekleÅŸtiren kemoototrof bakterilerin en önemlileri Beggiatoa ve Thiospirillum'öur. Kükürdün oksidasyonu gerçekleÅŸirken önce H2S hidrojeninden ayrılır ve sonra su ile reaksiyona girerek seyreltik sülfürik aside (H2SO4) yükseltgenir. Reaksiyon sonucunda açığa çıkan enerji kemosentezde kullanılır.

Bakterilerin bazıları da fotosentez sırasında H2S kullanır. Ancak bu bileşiğin fotosentezde hidrojen kaynağı, kemosentezde ise enerji kaynağı olarak kullanıldığı unutulmamalıdır.

Yorumlar
Sen de Yaz