Çevrenin Korunması
Küresel ölçekte organizmaların coğrafik yayılışının modelleri, abiyotik faktörlerin genel yansımasıdır. Bu modeller esas olarak sıcaklıktaki, ortalama düşen yağmur miktarındaki, tuzluluktaki ve ışıktaki bölgesel farklılıkları yansıtır.
Sucul ve Karasal Biyomlar
Biyosferin en büyük kısmını oluşturan sucul biyomlar, çoğunlukla ışık geçirgenliğine, sıcaklığa ve komünite yapısına göre dikey olarak tabakalaşır.
Karasal biyomların coğrafi yayılışı, büyük ölçüde iklimdeki bölgesel değişikliklere dayanır. Işık alma periyodu ve sıcaklığı hemen hemen sabit olan ekvator çevresi, tropikal yağmur ormanları ve savanayı içeren biyomları kapsar. Çöllerde, kurak koşullara uyum sağlamış bitki ve hayvanlar yaşar.
Maki, kışların ılık ve yağışlı, yazların kurak ve sıcak geçtiği yerlerde bulunan kurak, çalılık alanlardır. Ilıman kuşak otlakları, besin maddeleri açısından zengin topraklarda yer alır. Yapraklarını döken ılıman kuşak ormanları geniş yapraklı, iri gövdeli, yaprak döken ağaçların büyümesini sağlayacak kadar yeterli nemin olduğu orta enlemlerde yer alır. Kozalaklı ağaç ormanları, ılıman kuşağın kıyı yağmur ormanlarını ve kuzeydeki kozalaklı ağaç ormanlarını ya da taygayı kapsar. En büyük karasal biyom olan tayga, uzun süren soğuk ve karlı kış mevsimleri ve kısa yaz mevsimleri ile tanınır.
Arktik tundra, düşük sıcaklığın, rüzgârın bitkileri kısa boylu çalılara ya da hasır formlarına sınırlayan daimi don olayının görüldüğü, bitki gelişiminin en kuzey sınırlarında yer alır. Alpinik tundra ise yüksek enlemlerde meydana gelir.
Biyoçeşitlilik ve Korunması
Biyoçeşitliliğin üç düzeyi genetik, tür çeşitliliği ve ekosistem çeşitliliğidir. Biyoçeşitlilik, ekosistemlerin çeşitli tiplerini, bu ekosistemlerdeki komünitelerin tür zenginliğini, her türün popülasyonları arasındaki ve içerisindeki genetik farklılıkları kapsar.
Biyoçeşitliliği korumak için harekete geçmeliyiz. Çünkü, besin, ilaç, verimli topraklar, yapı malzemesi, yaşanabilir iklim, içilebilir su ve solunabilir hava için ona bağımlıyız.
Habitatların insan eliyle tahrip edilmesi, ortama sokulan yabancı türlerin ortaya koyduğu rekabet ve avlanma, aşırı kullanma ve besin zincirlerinin bozulması, biyoçeşitlilik için tehlike oluşturmaktadır. Evrimsel biyolojinin ve ekolojinin temel ilkelerine bağlı kalarak, çeşitli düzeydeki biyoçeşitlilik kaybı yavaşlatılmalıdır. Koruma programları; popülasyon ve tür, komünite, ekosistem ve ekosistem grupları düzeylerinde yapılmalıdır.
Türler, komünite ve ekosistem süreçlerini eşit olarak etkilemezler. Anahtar türler, beraberlerindeki türlere besin maddeleri sağlar, avcılara ve parazitlere karşı koyar ya da tozlaşmayı sağlayan türlerde olduğu gibi üremelerine aracılık eder. Bu nedenle anahtar türleri teşhis etmek ve onların popülasyondaki varlığını sürdürmelerini sağlamak gerekir.
Endemik türlerin bulunduğu alanlar, korumaya yönelik öncelikli yerlerdir. Doğal parkların çoğu korunmaya alınmış diğer alanlar, çevrelerindeki alanlar korunmadığı sürece, tehlike altındaki türleri korumak için yetersiz kalır.
Tahrip edilmiş alanların eski haline getirilmesi önemli bir koruma çabasıdır. Bunun için restorasyon ekolojisinin iki anahtar stratejisi vardır. Bunlar, ekosistem süreçlerinin arttırılması ve kirletilmiş ekosistemdeki toksik maddeleri etkisiz hale getirmek için prokaryotlar, mantarlar ya da bitkiler gibi canlı organizmaların kullanılmasıdır.
Sürdürülebilir gelişmenin amacı, ekolojik araştırmaların yönünü yeniden belirlemek, yer yüzeyindeki kaynakları korumak, yönetmek, akıllıca ve güvenli bir şekilde gelişim sağlamak için gerekli olan temel ekolojik bilgileri elde etmek ve tanımlamaktır.
Unutmamamız gerekir ki; biyosferin geleceği bizim de geleceğimizidir.