Sürdürülebilirlik

31.08.2017 - 11:34

Sürdürülebilir ekonomik faaliyetlerin her aşamasında gerekli olan bir kavramdır. Enerjide, işletmede, kaynak kullanımında sürdürülebilirlik sürecin devam etmesi için önemlidir. Bu yazıdan ekolojik sürdürülebilirlik üzerinde duracağız. Bunun doğal olarak ekonomik ve çevresel etkileri olacaktır.

Doğanın dinamizmi canlı ve cansız varlıklar arasında sürdürülen ilişkilerden meydana gelmiştir. Bu ilişkiler bir düzen ve denge içinde gelişir. İşte doğada sürdürülen bu düzen ve dengeye ekolojik denge ya da doğal denge adı verilir. Doğal sistemler, bir yere kadar kendi kendilerini denetleyebilme özelliğindedirler. Günümüzde insanlar tarafından doğaya bırakılan ve doğanın zarar görmesine neden olan atıklar belli ölçülerde doğa tarafından yok edilebilmektedir. Ekosistem içerisinde hayranlık uyandıran böyle bir denge ilişkisi vardır.

Akarsu ve denizler de belli sınırlar çerçevesinde kendi kendini temizleme ve onarım gücüne sahiptir. Ancak hızlı nüfus artışı ve sanayileşmeye bağlı olarak ortama bırakılan atık maddelerin artması, ortamın taşıma gücünün aşılmasına neden olmuştur. Bu da çevre kirliliği denilen sorunları ortaya çıkarmıştır.

Çevre kirliliği, ekosistemlerde doğal dengeyi bozar ve canlıların hayat aktivitelerini olumsuz yönde etkiler. Son yıllarda ekolojik dengenin korunmasına yönelik pek çok düşünce üretilmiştir. Bunlardan biri de sürdürülebilirlik kavramıdır. Sürdürülebilirlik, bugünün ihtiyaçlarının gelecek nesillerin ihtiyaçlarını engellemeyecek biçimde karşılanması şeklinde tanımlanabilir. Bu kavram doğal kaynakların tüketilmeden kullanımına dayanır. Sürdürülebilirlik, hem yaşam kalitesinin hem de ekosistemin sunduğu hizmetlerin artırılmasını hedefler.

Bilim adamları "sürdürülebilir bir yapay ekosistem kurulabilir mi?" sorusuna yanıt bulmak amacıyla 1991 yılında Biyosfer II adı verilen bir proje geliştirdiler. Bu yapay biyosfer, Arizona çölünde cam ve çelik kullanılarak inşa edildi. 12000 m2’lik bu ekosistemde 8 kişiden oluşan bir ekip 2 yıl kadar yaşadı. Biyosfer II’nin içerisinde tarım alanı, orman, okyanus, sayan ve bir çöl ekosistemi bulunmaktaydı. 200 milyon dolara mal olan bu deneyin amacı, başka gezegenlerde insanlı istasyonların kurulmasına öncülük etmekti. Ancak bu sistemde beklenmedik bazı problemler ortaya çıktı. Kısa bir süre sonra atmosferin oksijen derişimi %14'e düşerken karbondioksit miktarı istenmeyen boyutlara ulaştı. Diazot monoksit miktarı beyine zarar veren değerlere yükseldi. 25 omurgalı hayvandan 19 tanesi ortadan kalkarken, tozlaşmayı sağlayan canlılar ve buna bağlı olarak da tozlaşmayla üreyen bitkiler yok oldu. Tesisteki karıncalar, yeşil çekirgeler ve hamam böceklerinin populasyonlarında aşırı artışlar ortaya çıktı. Böylece 2 yıl sonunda proje durdurulmak zorunda kaldı.

Sonuç olarak yeryüzünde çok uzun zamandan beri süregelen dengeleri oluşturmanın ve tüm canlılar için yaşanabilir bir ortam yaratmanın yapay bir ekosistemde sağlanamayacağı anlaşılmıştır. Bu deney bize doğal ekosistemler içindeki etkileşimin nasıl gerçekleştiğini henüz yeterince bilmediğimizi göstermiştir.

biyosfer II sürdürülebilirlik projesi

Nüfus Artışının Sürdürülebilirliğe Etkisi

Ülkemizde ve birçok ülkede hızla artan nüfus birçok ekolojik sorunu da beraberinde getirmektedir. Çünkü artan nüfusa karşı insan yaşamının kalitesini yükseltecek doğal kaynakların miktarı sınırlıdır. Nüfus artışına bağlı olarak kaynaklar hızla tükenmekte ve ekolojik denge bozulmaktadır. Bu durum kırsal kesimde kişi başına düşen toprak ve ürün miktarının azalmasına, göçün oluşmasına; kentlerde ise işsizlik artışı, konut ve enerji gereksinimi, çevre kirliliği gibi sorunların ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

Yapılan araştırmalara göre dengeli ve yeterli beslenme için nüfus başına 9 dekarlık tarım arazisinin düşmesi gerekmektedir. Bu değer dünya için 1950 yılında 2,3 dekar iken 1998 yılında 1,2 dekara gerilemiştir. Özellikle nüfusu fazla ve nüfus artışı hızlı olan bazı ülkelerde bu miktarın 0,2 - 0,7 dekar arasında değiştiği saptanmıştır.

İnsan nüfusu, arttıkça bir türün yaşama ortamı parçalara bölünüp bozulur, küresel iklim değişiklikleri ortaya çıkar. Bunlar biyoçeşitlilik azalmasına ve türlerin yok olmasına neden olan faktörlerdir.

Biyoçeşitliliği azaltan bir diğer faktör işgalci (istilacı) türlerin ortaya çıkmasıdır. Doğal olarak bulunduğu alanlardan bilerek ya da bilmeden getirilen ve getirildiği coğrafik bölgede hızla yayılarak yerli türlerin yaşama alanını işgal eden türlere işgalci tür denir. Bunlar geniş bir tolerans ve uyum esnekliğine sahip olduklarından farklı ekolojik koşullarda yaşayabilirler. Örneğin Amerikan sahillerinden Karadeniz'e gelen Mnemiopsis Sp. adındaki taraklı hayvan çok hızlı çoğalabilme özelliğine sahiptir. Bu canlılar hamsinin de besin kaynağı olan hayvansal planktonlarla beslendiklerinden Karadeniz'de hamsi ve hayvansal plankton sayısı giderek azalmıştır.

Mnemiopsis Sp.

Hayvansal planktonların azalması bitkisel planktonların sayısını artırarak ötrofikasyon denilen besin kirliliğinin oluşmasına neden olmuştur.

Dünyanın hemen her bölgesindeki bitki ve hayvan türleri arasında nesli tükenme tehlikesinde olan ve bir kısmı da ne yazık ki dünya üzerinden tamamen silinen binlerce tür bulunmaktadır. Yapılan tahmin ve araştırmalara göre insan etkisinden kaynaklanan tür yok olma miktarı yılda 1000 taneyi bulmaktadır.

Yaşam alanlarının insan faaliyetleri ile parçalanması sonucu önceden geniş bir alanda fazla sayıda bireyden oluşan populasyonlar, küçük alanlarda az sayıda bireylerden oluşan populasyonlara dönüşür. Küçük bir alanda sıkışan populasyonlarda akrabalar arası eşleşmelerin artmasıyla tür içi çeşitlilik azalır ve bozuk genlerin oranı artar. Böylece bir türün nesli yok olabilir.

Kentlerin Sürdürülebilirliğe Etkisi

Biyoçeşitliliğin sürdürülebilirliği açısından en büyük tehlikelerden biri de kentleşmedir. Kentleşme, doğal yaşam alanlarının özelliklerini değiştirmektedir. Ayrıca yoğun nüfus nedeniyle hem kaynakların tüketimine hem de atık madde oluşumu ve insan sağlığına yönelik tehditlerin artmasına yol açmaktadır.

Kentlerin ulaşım, konut, yakıt vb. ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla dünya üzerinde bıraktıkları "ekolojik ayak izi" sürekli olarak artmaktadır. Daha önceden de hatırlanacağı gibi ekolojik ayak izi, belirli bir nüfusun doğaya yükünü ölçmek için oluşturulan bir hesaplama yöntemidir.

Sürdürülebilir kentsel gelişmeyi sağlamak için doğal yaşam alanları, su kaynakları ve biyolojik çeşitlilik korunmalıdır. Ayrıca şehir içi nüfus yoğunluğu azaltılmalı, geri dönüşüm programları başlatılmalı ve yeşil alanlar artırılmalıdır.

sürdürülebilirlik ve kentlerde yeşil alanKentlerde yeşil alanlar artırılmalıdır.

Teknolojik Gelişmelerin Sürdürülebilirliğe Etkisi

Son yıllarda teknolojik alandaki gelişmelerin çok artması ve insan yaşamını kolaylaştıran pek çok makinenin kullanım alanına girmesi kömür, petrol, doğal gaz gibi fosil yakıtlardan elde edilen enerjinin daha fazla kullanılmasına yol açmıştır. Bu nedenle verimli ve çevreye zarar vermeyen teknolojilerin geliştirilip yaşama geçirilmesi insan refahının sürmesi için bir zorunluluk haline gelmiştir. Bu duruma ait bir örnek şudur. Almanya'da metal baskı ürünlerinin yapımında asit yöntemi uygulanıyordu. Ancak bu yöntem hem fazla su kullanımına hem de kullanılan suların çevreye zararlı atık sular haline dönüşmesine yol açıyordu. Yapılan çalışmalar sonucu yeni bir teknoloji geliştirildi (Elektrogravür teknolojisi). Bu yöntemin uygulanmasıyla çok daha az asitsiz atık su oluştu ve üretim üç katına çıktı.

Teknolojik gelişmeler ekosistemde bozulmalara yol açabilir.

Teknolojik gelişmeler ekosistemde geri dönüşü olmayan bozulmalara yol açabilmektedir. Bu nedenle teknoloji ve ekoloji arasında dengeler kurularak, sürdürülebilir bir kalkınma sağlayan ve çevreye zarar vermeyen teknoloji modelleri geliştirilmelidir.

Tarımın Sürdürülebilirliğe Etkisi

Endüstrileşmiş tarımda, geleneksel tarıma göre daha fazla verim elde edilir. Bu verim artışını sağlamak için kullanılan pestisitler, kimyasal gübreler, fosil yakıtlar ve sulama sistemleri ekosistemlerin zarar görmesine yol açmaktadır. Pestisitler zehirli kimyasal madde birikimine; aşırı kimyasal gübre kullanımı suların kirlenmesine; fosil yakıtlar hava kirliliğine, küresel iklim değişikliğine ve asit yağmurlarına; aşırı su kullanımı doğal kaynakların kurumasına sebep olan faktörlerdendir.

Çevre kirliliğini önlemek ve tarım topraklarının verimliliğini korumak için çevre dostu tarım sistemleri geliştirilebilir. Bunun için hava, su, toprak bilinçli kullanılmalı ve ekosisteme olumsuz etkileri olmayan sürdürülebilir tarım gibi üretim sistemleri üzerinde çalışılmalıdır. Üreticilerin şimdiye kadar uyguladıkları aşırı kimyasal ilaç ve gübre kullanımına dayalı tarımsal üretim yöntemlerini terk ederek, bölgelerine uygun yeni üretim tekniklerini hayata geçirmeleri sağlanmalıdır. Erozyon kontrolü gibi uygun toprak kullanımı yöntemleri, organik madde bakımından zengin hayvansal gübre kullanımı, baklagiller gibi fazla miktarda protein içeren ve toprağa azot sağlayan bitkilerin yetiştirilmesi uygun ekolojik yöntemlerden bazılarıdır.


Etiketler:
  • ekoloji    
  • Yorumlar
    Yorum Yap