Yumuşama Dönemi
II. Dünya Savaşı 1919 yılında Dünya’da kurulan güçler dengesini yıkmış 1945-1950 yılları arasında iki kutuplu ve iki bloklu bir denge sistemini doğurmuştu. 1950’li yıllar ise bloklaşmanın sertleştiği ve savaş ihtimallerinin arttığı dönemdir. Doğu ve Batı bloğu olarak ayrılan dünyada Kore Savaşı istisna tutulursa daha çok Soğuk Savaş hüküm sürmüştür. Bu dönem yaklaşık olarak 1962 yılına kadar devam etmiştir. Bu tarihten itibaren, bloklar arasında önce bir yumuşama, sonra da devletlerarası ilişkilerde önemli değişim ve gelişimler başlamıştır.
Yumuşamaya Doğru
- 1962 Küba Bunalımı sırasında olası bir nükleer savaşın eşiğine gelinmesi, blokların yakınlaşmaya gitmelerine neden olmuştur. Yumuşamanın ortaya çıkışını birçok anlaşma ve işbirliği sağlamıştır.
- Antarktik bölgesini, nükleer silahların denenmesini de içine alacak biçimde silahtan arındıran 1 Aralık 1959 Tarihli çok taraflı “Antarktik Antlaşması”
- Bir bunalım anında özellikle yanlış anlamaların riskini önlemek ve en yüksek düzeyde doğrudan iletişim kurmak amacıyla, ABD ve Sovyetler Birliği arasında, telefon bağı kuran ve 20 Haziran 1962 Tarihinde imzalanan iki taraflı “Kırmızı Telefon Antlaşması”
- Atmosferde, uzayda ve sualtında nükleer denemeleri yasaklayan 5 Ağustos 1963 tarihli çok taraflı Nükleer Denemeleri Sınırlama Antlaşması
- Uzayda, ayda ve öteki gezegenlerde nükleer ve kitlesel yıkım silahlarını kullanmayı ve depolamayı yasaklayan, 27 Ocak 1967 tarihli çok taraflı “Dış Uzay Antlaşması”
- Nükleer silah yapımı teknolojisinin transferini yasaklayan, 1 Temmuz 1968 tarihli birçok taraflı Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması
- Deniz dibinde, okyanus yatağında ve yeraltında nükleer ve öteki kitlesel yıkım silahlarının yerleştirilmesini yasaklayan 11 Şubat 1971 tarihli çok taraflı “Deniz Dibi Antlaşması”
- 30 Eylül 1971 tarihinde imzalanan ve iki ülke arasındaki yanlışlıkla bir nükleer savaş çıkmasını önleyecek tedbirleri saptayan iki taraflı “Kaza önleme Antlaşması”
- Kimyasal ve bakteriyolojik silahların geliştirilmesini, üretimini ve saklanmasını yasaklayan ve var olan stokların dokuz ay içinde yok edilmesini öngören, 10 Nisan 1972 tarihinde imzalanan, açık denizlerde askeri uçuş ve seyrüsefer güvenliğini sağlayacak tedbirleri saptayan iki taraflı antlaşma
- 22 Haziran 1973 tarihli nükleer savaşın çıkma riskini azaltmak için karşılıklı işbirliği, düşünce alışverişini ve davranış ilkelerini koyan iki taraflı “Nükleer Savaşa Engel Olma Anlaşması” k) 3 Temmuz 1974 tarihli, 150 kilotonu aşan askeri nitelikteki nükleer denemeleri yasaklayan iki taraflı, “Eşit Antlaşmalar”.
Silahsızlanma Çalışmaları
SALT - I
1969 Kasım’ında, Sovyet Rusya ile ABD arasında başlayan Stratejik Silahların Sınırlandırılması (SALT) görüşmeleri iki buçuk yıl sürdü. Stratejik füzeler, balistik füzeler, konusunda bir antlaşmaya varılamadı. Fakat füze-savar füzeler denen savunma füzelerinin sınırlandırılmasında antlaşmaya varıldı. Bu füzeleri kapsayan SALT-I antlaşması 26 Mayıs 1972 yılında Moskova’da Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri Leonid Brejhnev ile ABD Cumhurbaşkanı Richard Nixon arasında imzalandı.
SALT-I Antlaşması, Amerika ile Sovyet Rusya arasındaki münasebetlerde gerçekten bir dönüm noktası olmuştur denebilir. Şüphesiz bu iki süper-devlet arasında birçok konularda görüş ayrılıkları ve zaman zaman çatışmalar bundan sonra da devam etmiştir. Ne var ki, her ikisinin de bu anlaşmazlıklara, görüş ayrılıklarına ve hatta çatışmalara yaklaşımları, bunları şiddetlendirmek değil, aksine gerginliklere sebep olmadan çözümlemek, buhranları kontrol altına almak şeklinde olacaktır. Nitekim Amerika ve Sovyet Rusya, SALT-I Antlaşmasını imzaladıktan üç gün sonra, 29 Mayıs 1972’de Moskova’da imzaladıkları protokol ile iki ülke arasındaki temel ilkeleri tespit ve ilan etmişlerdir. “12 ilkeyi içine alan bu belgeye göre, her iki taraf, nükleer çağda barış içinde bir arada yaşamadan başka alternatif olmadığını kabul ederek, aralarındaki ilişkilerin tehlikeli boyutlara varmasını önlemeye; birbirleri aleyhine avantaj sağlamamaya; karşılıklı çıkarları konusunda birbirleriyle devamlı temas halinde olmaya; stratejik silahlar da dahil olmak üzere tam ve genel bir silahsızlanma için çaba harcamaya; aralarında ticari ve ekonomik, teknik ve teknolojik işbirliğini arttırmaya; kültürel münasebetlerini geliştirmeye; dünya meselelerinde birbirinden daha üstün bir durum elde etmemeye ve bütün devletlerin egemen eşitliğine saygı göstermeye çalışacaklardı.”
SALT - II
21 Kasım 1972 yılında başlayan SALT-II görüşmeleri uzun tartışmalardan sonra 18 Haziran 1979’da Viyana’da Leonid Brezhnev ile Jimmy Courter arasında imzalandı.
SALT-II Antlaşmasında, hem Amerika hem de Sovyetler Birliği, I Kasım 1978 tarihi itibarıyla sahip bulundukları bütün stratejik füzelerle, uzun menzilli yani stratejik bombardıman uçaklarının miktarlarını bir memorandumda ortaya koydular. Stratejik uçaklarda birinci planda gelenler, Amerika için B-1 uçakları ile Sovyetler için Backfire denen Tu-22 M ağır bombardıman uçakları idi. Diğer taraftan tüm bu antlaşma, hem kıtalararası füzelerin (ICBM), hem denizaltılardan atılan füzelerin (SLBM) ve hem de çok başlıklı olup her başlığın bağımsız olarak ayrı hedefe gidebildiği füzelerin (MIRV) tarifleri yapılmış, spesifikasyonları belirtilmiş ve her çeşit füzenin de miktar sınırlaması yapılmıştır.
21 Kasım 1972 yılında başlayan SALT-II görüşmeleri uzun tartışmalardan sonra 18 Haziran 1979’da Viyana’da Leonid Brezhnev ile Jimmy Courter arasında imzalandı.
SALT-II Antlaşmasında, hem Amerika hem de Sovyetler Birliği, I Kasım 1978 tarihi itibarıyla sahip bulundukları bütün stratejik füzelerle, uzun menzilli yani stratejik bombardıman uçaklarının miktarlarını bir memorandumda ortaya koydular. Stratejik uçaklarda birinci planda gelenler, Amerika için B-1 uçakları ile Sovyetler için Backfire denen Tu-22 M ağır bombardıman uçakları idi. Diğer taraftan tüm bu antlaşma, hem kıtalararası füzelerin (ICBM), hem denizaltılardan atılan füzelerin (SLBM) ve hem de çok başlıklı olup her başlığın bağımsız olarak ayrı hedefe gidebildiği füzelerin (MIRV) tarifleri yapılmış, spesifikasyonları belirtilmiş ve her çeşit füzenin de miktar sınırlaması yapılmıştır.
SALT-II Anlaşmaları, 1922 Washington ve 1930 Londra deniz silahsızlanmaları anlaşmalarından beri, son 50 yıl içinde gerçekleştirilmiş bir silahsızlanma anlaşması idi. Asıl önemli tarafı ise, stratejik ve dolayısıyla uzun menzilli nükleer silahları sınırlaması idi. Fakat SALT-II Antlaşması yürürlüğe giremedi. SALT-II Amerikan kamuoyunda ağır tenkitlere uğradı. Bu tenkitler gerek Kongre’den ve gerekse uzman çevrelerden gelmekteydi. Bu tenkit ve gelişmeler sonunda, Amerika, stratejik üstünlüğü Sovyetlere kaptırdı. Gelişmeler öyle bir duruma geldi ki, Kongre’nin SALT- II’yi tasdik etmesi şüpheli bir görünüm kazandı.
Bu sırada Aralık 1979 yılında Sovyetlerin Afganistan’ı işgali hem SALT-II Antlaşmasının Amerika tarafından tasdikini engellemiş hem de Sovyet Rusya’yı Yumuşama (detant) ve silahsızlanma konusunda samimi olmadığını ortaya koymuştur. SALT-II doğduktan biraz sonra, sona ermiştir. SALT-II Antlaşması, Amerikan kongresi tarafından onaylanmayınca, yürürlüğe konulamadı. Bununla birlikte, iki ülke arasındaki görüşmeler 1982 yılından itibaren tekrar gündeme geldi. Bu sırada nükleer silahsızlanma konusunda Helsinki’de de benzer görüşmeler başlatıldı.
ABD - SSCB İlişkileri
1 Mayıs 1960 tarihinde Amerikalılara ait bir U-2 Casus uçağı Adana’daki İncirlik üssünden kalkarak, Pakistan üzerinden Sovyet topraklarına girdi. Fark edilen casus uçağı Sovyetler tarafından düşürüldü. Bu olay iki ülke arasında yeni bir kriz doğurdu. 16 Mayıs’ta toplanan Paris’teki toplantıda Krusçev ilk sözü olarak U-2 hadisesinden dolayı Eisenhower’in özür dilemesini ve suçluların cezalandırılmasını istedi. Einsenhovver’in U-2 uçuşlarının durdurulacağını garanti etmesine rağmen Kruşçev toplantıyı terk etti.
Zirveden sonra ilişkiler iyice gerildi. 1961 Şubatından itibaren Kruşçev Amerika’da yeni başkan Seçilen F.Kennedy’yi Berlin meselesini çözümlemek için sıkıştırmaya başladı.
3-4 Haziran 1961 yılında Kennedy-Kruşçev görüşmesi gerçekleşti. Krusçev’in tutumu gayet sert oldu. Nato’nun tutumu ve Ağustos 1961’de Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin Berlin Duvarı’nı inşa etmesiyle bunalım son buldu.
1962 yılı başından itibaren Doğu-Batı ilişkilerinden hava yumuşamaya başladı.
1963 yılında atmosferde, atmosfer dışındaki uzayda ve deniz altında nükleer denemeleri yasaklayan Moskova anlaşması imzalandı. İki kamp arasında nüfuz mücadeleleri devam etse de, çatışmaları sınırlandırma kaygısı giderek ağır basmaya başladı.
ABD - Çin İlişkileri
Çin Halk Cumhuriyeti dış politikasını “ABD Emperyalizmine” hem de Sovyet Rusya’ya karşı çıkmak olarak belirlemiş bir taraftan da Üçüncü Dünya Ülkeleri ile işbirliği yapmak politikasını izliyordu. Çin hem ABD’nin hem de SSCB’nin tehdidi altında idi.
Çin üzerinde SSCB’nin artan tehditleri karşısında Amerika Rusya’ya karşı Çin ile yakın diyaloga girme kararı aldı. Bu çerçevede 1971 yılında Başkan Nixon’un ulusal güvenlik danışmanı Henry Kissinger’in Çin’e yaptığı ziyaret iki ülke arasındaki ilişkilerin tercih etmek durumunda kalan Çin’in karar verme süresini hızlandırmıştır.
Avrupa Güvenlik Görüşmeleri ve Helsinki Nihai Senedi
1950’lerin ortalarından itibaren ifade edilmeye başlayan "Avrupa’nın güvenliği ve istikran” fikri, uzunca bir dönem sadece Doğu Bloku tarafından sahiplenilen bir fikirdi. Nitekim 1955’te Varşova Paktı tarafından yapılan Avrupa güvenliği anlaşma önerisi Batılılar tarafından kabul edilmedi. Doğu Blokunun bu yöndeki önerileri ancak 1970’lere gelindiğinde değer kazanmaya başladı. ABD ile SSCB arasında imzalanan güvenlik anlaşması; Batı Almanya’nın, Polonya ve Çekoslovakya’ya komşu olan doğu sınırlarını tanıması ve Doğu Almanya ile ilişkiye girmeyi kabul etmesi, “Avrupa’nın güvenliği” fikrinin tartışılmasını sağlayacak yumuşama ortamını hazırladı.
Bu koşullarda toplanan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK), 15 Ocak 1973 tarihinde Helsinki’de çalışmalarına başladı. İki yılı aşkın bir süre devam eden konferans 1 Ağustos 1975’te Helsinki Nihai Senedi’nin 32 Avrupa ülkesi ile ABD, Kanada ve İzlanda tarafından devlet ve hükümet başkanları düzeyinde imzalanmasıyla sonuçlandı.
Soğuk Savaş döneminde iki blok arasında bir yumuşama belgesi olan Helsinki Nihai Senedi’nin amacı; sınırların ihlâl edilemezliği ve devletlerin toprak bütünlüğü esaslarına bağlı kalınarak, Avrupa’da karşılıklı güven anlayışının güçlendirilmesine, barış ortamına elverişli şartların geliştirilmesine, demokrasi ve insan haklarının zemin kazanmasına katkıda bulunmaktı. Helsinki Nihai Senedi’nin kabulünü izleyen dönemlerde Avrupa Güvenlik ve işbirliği Konferansı süreci, düzenlenen seminerler ve izleme toplantıları ile devam ettirildi. 1990 yılında imzalanan Paris Şartı, soğuk savaş dönemenin bitişini simgeledi ve özellikle 1992’de yapılan Helsinki Zirvesi ile kurumsallaşma sürecine girdi.
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı, 1994 yılındaki Budapeşte Zirvesi’nde bugünkü statüsünü kazanarak, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’na (AGİT) dönüştü.
Kanada’dan, Rusya’ya kadar uzanan bir coğrafyada 54 üye ülkeyi ilke ve taahhütleri etrafında bir araya getiren AGİT, bu geniş alanda çatışmaları önleme; uyuşmazlıkların çözümlenmesi; istikrar ve güvenliğin tesisi ile korunup güçlendirilmesi gibi alanlarda önemli roller üstlendi. Helsinki Nihai Senedi’ni Türkiye adına dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel imzaladı. Demirel, “yüzyılın son zirvesi” olarak adlandırılan ve 18-19 Kasım 1999 tarihlerinde İstanbul’da düzenlenen AGİT İstanbul Zirvesi’nde de, Türkiye adına Avrupa Güvenlik Şartı’na imza koydu. Paris Şartı’nı ise dönemin cumhurbaşkanı Turgut Özal imzalamıştı. Helsinki Nihai Senedi (Helsinki-1975), Paris Şartı (Paris-1990) ve Avrupa Güvenlik Şartı (İstanbul-1999), AGİT’in oluşturulup sürdürülmesini sağlayan temel belgeler niteliğini taşır.
Helsinki müzakerelerinde meseleler dört ana başlık altında ele alınmıştır.
- Avrupa güvenliğine ait meseleler
- Ekonomi, bilim ve teknoloji ve çevre korunmasında işbirliği
- İnsancıl ve diğer alanlarda işbirliği
- Zaman zaman yapılacak toplantılarla anlaşmaların tatbikatı hususu.
Helsinki Nihai Senedi hukuki bağlayıcılığı olmayıp siyasi bağlayıcılığa sahiptir. Dolayısıyla hükümlerin yerine getirilmemesi devletlere hukuken bir sorumluluk getirmemekte. Fakat gerek diğer devletler gerekse kamuoyu nezdinde doğabilecek tepkiler nedeniyle ülkeler yükümlülüklerini yerine getirmede dikkatli davranmaktadırlar.
Yumuşama Dönemi Çatışmaları
Soğuk savaş döneminde hızlı bir silahlanma yarışına giren ABD ve Rusya füze yapımında çok ileri giderek aralarındaki rekabet uzay yarışını almıştı.
1945-1952 yıllarında nükleer tekeli elinde bulunduran ABD karşısında Sovyet Rusya ilk defa kıtalararası füze sistemini geliştirerek nükleer dengeyi kurmaya çalıştı.
İşte bu nükleer yarış ve bir savaşın meydana getireceği büyük tahribat ve uyandırdığı endişe büyük devletleri barış içinde birlikte yaşama çarelerini aramaya yöneltmiştir. Bu çerçevede 16 Mayıs 1960 tarihinde Paris’te ABD, Sovyet Rusya, İngiltere, Fransa ve Federal Almanya arasında bir “Zirve Konferansı” yapılması kararlaştırıldı.
Konferans kararı alınmasına rağmen bazı gelişmeler konferansın toplanmasını zorlaştırıyordu. Sovyet Rusya’nın Almanya’nın ikiye ayrılmış durumunun Batılılar tarafından onaylanmasını istemesine karşılık Amerika Birleşik Devletleri; ise Almanya’nın bir konfederasyonun şeklinde yönetilmesini istiyordu. Bu sırada bir Amerikan casus uçağının Rusya tarafından düşürülmesi de ortamı iyice germişti. Sovyet Rusya Washington hükümetinden özür dilemesini istedi. ABD’nin red cevabı üzerine Paris’e giden Sovyet delegasyonu geri döndü. Böylece konferans toplanamadı. Arkasından 1962 Küba bunalımı bu iki devleti savaşın eşiğine kadar getirdi.
1962 Domuzlar Koyu Çıkarması ve Küba Bunalımı
Fidel Castro’nun 1959 yılında Küba’da iktidarı ele geçirmesinden sonra 1960-61 yılında komünistler Küba’ya hakim oldular. Komünizmin Latin Amerika’nın diğer ülkelerine bulaşmasını önlemek için, “Gelişme İttifakı” olarak adlandırılan bir yardım programı sistemini geliştirdi. Fakat Küba bu programa katılmadı.
Küba’nın Sovyet Rusya ile geliştirdiği ikili münasebetler Amerika’yı endişelendiriyor ve meseleyi çözmek istiyordu. Bu çerçevede Amerika Castro’yu devirmek için bir plan hazırladı. Amerika’ya sığınan Castro aleyhtarı mülteciler eğitilerek Küba’ya bir çıkarma için hazırlandı.
Nisan 1961 günü Nikaragua’dan kalkan Amerikan B-
26 bombardıman uçakları Küba havaalanlarını bombardımana başladılar. Guatemala’dan gemi ile Kübalı mültecilerden meydana gelen kuvvetler “Domuzlar Koyuna” çıkarılmaya başlandı. Fakat hareket tam bir fiyasko oldu. Hiçbir Kübalı bu kuvvetlerin yardımına gelmediği gibi Castro kuvvetleri üç gün içinde çıkarma kuvvetlerini mağlup etti, Kennedy’nin korktuğu başına gelmişti. “Zaferin yüz tane babası vardır, fakat hezimet yetimdir.” diyen Kennedy acı bir tecrübe yaşamıştı.
Amerika’nın Castro’yu devirme teşebbüsü Küba liderini daha da sola itti. 1962 yılından itibaren Sovyetler Küba’ya füze yerleştirmeye başladı. Küba yavaş yavaş Sovyet Rusya’nın uydusu haline geliyordu. Buna karşılık Amerika 3 Şubat 1962’den itibaren Küba ile her türlü ticari ilişkiyi kesti. Amerikan U-2 uçaklarının Küba üzerinde yaptıkları uçuşlarda ülkede füze üslerinin bulunduğunu tespit etmesi Sovyet Rusya ile Amerika ilişkilerini iyice gerdi. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Kennedy 22 Ekim 1962’de yaptığı televizyon konuşmasında Sovyetler Birliği’nin Küba topraklarına, Amerika’nın büyük bir kısmını vurabilecek nükleer başlıklı füzeleri gizlice yerleştirdiğini açıklayarak, Kruşcev’den füzelerin hemen sökülmesini istedi.
24 Ekim’den itibaren Amerikan II. filosuna ait 19 savaş gemisi Küba kıyılarını 800 km çapında bir çember üzerinde ablukaya aldı. 25 kadar Sovyet gemisi Küba istikametinde Atlantik’e açıldı. Olay milletlerarası bir buhrana dönüşmüştü. Bütün dünya her an bir çatışmanın çıkmasını beklemeye başladı.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri U’Thant tarafları uzlaştırmak için büyük çaba harcadı. Amerika’nın kararlılığını gören Sovyet Rusya yavaş yavaş yumuşamaya başladı. Amerika’nın Türkiye’deki Jüpiter Füzelerini sökmeleri karşılığında Küba’daki Sovyet Füzelerinin sökülmesini kabul etti. Karşılıklı füze sökümünün kabulü ile Küba bunalımı atlatılmış oldu.
Küba buhranı barışı kuvvetlendirmenin çaresi silahsızlanma ve bilhassa nükleer silahların kontrol altına alınması gerçeğini ortaya koydu. Küba bunalımı yumuşama (detant)’ya giden yolun kapısını aralayan bir olay oldu. Daha sonra yapılan görüşme ve anlaşmalar bunun göstergesi oldu.
Vietnam Savaşı
1954 Cenevre Anlaşmaları ile Laos, Kamboçya ile beraber Güney ve Kuzey Vietnam bağımsızlıklarına kavuşmuşlardı. Vietnam’daki istikrarsızlığın sebebi ikiye bölünmüş şekli idi. Kuzey Vietnam bölünmüş Vietnam’ı birleştirme amacında idi. Kuzeyde mevzilenmiş komünist güçler HO Şi Min liderliğinde 1954 yılında Fransızları bozguna uğrattılar. Yapılan anlaşmalarla ülke Komünist Kuzey ve Amerika yanlısı Güney olarak ikiye ayrıldı. Kuzey ve Güney arasında askerden arındırılmış bir bölge oluşturuldu. Cenevre Anlaşması gereği Vietnam’ı kapsayacak bir seçim yapılması gerekirken, bu anlaşma maddesi uygulamaya konulmadı.
Amerika komünist hükümetlerin Hindiçini Yarımadası’nda etkili olmasına karşıydı. Bu bölgede stratejik avantajın Doğu Bloğuna geçmemesi için Vietnam’a askeri müdahale yolları arıyordu.
1962 yılında Kuzey Vietnam devriye botlarının “Tonkin” körfezinde seyretmekte olan Amerikan Savaş gemisi “Maddox"a ateş açtığı iddiası öne sürülerek Amerika Kuzey Vietnam’ı bombalamaya başladı. Daha sonra devriye botlarının ateş açmadığı ortaya çıksa da, Amerika hem Kuzey Vietnam’ı bombalamış hem de ABD kongresinden başkana yeni yetkiler veren “Tonkin Körfezi” kararnamesi onaylanmıştır. Bu gelişmelere ek olarak 1963 yılında Güney Vietnam’ın Devlet Başkanı Diem askeri bir darbe sırasında öldürüldü. Komünistlerle savaşmak üzere Vietnam’a yüz binlerce ABD askeri gönderildi. Her türlü savaş kuralsızlığının (Kimyasal silahlar, toplu işkenceler, biyolojik saldırılar, napalm bombaları) uygulandığı Vietnam, ABD için bir bataklık olmuş ve kendisine milyarlarca dolara mal olmuştu.
ABD’den 19 bin km uzakta cereyan eden bu savaş televizyon sayesinde insanların zihnine yerleşiyor sivil huzursuzluk ve uluslararası şaşkınlığı tetikliyordu. Giderek ABD kamuoyu savaşa olan desteğini çekiyordu. 1970’li yıllara gelince halkın % 60’ı savaş karşıtı olmuştu.
Amerika’ya karşı Kuzey Vietnam’ın gerilla taktiği başarılı oldu. 30 Nisan 1975’te Güney Vietnam’ın başkenti olan Saygon komünistlerin yönetimine girdi. Bu savaşta 4 milyon sivil ile 1 milyondan fazla Vietkong gerillası hayatını kaybetti.
26 Ocak 1973’te Paris’te yapılan barış görüşmeleri sonunda ABD askerleri bölgeden çekildi. Güney Vietnam’daki askeri malzemeler Komünist Vietnam’a devredildi. Başkan Nixon bundan böyle başka ülkelerin iç savaşlarına ABD’nin direk müdahil olmayacağını, sadece desteklediği tarafa maddi ve askeri malzeme yardımları yapılacağını ifade etti.
Vietnam Savaşı; Doğu bloğu ülkeleri (SSCB-Çin) ile ittifaka giren Kuzey Vietnam ile Güney Vietnam ve ABD başta olmak üzere kapitalist müttefikler arasında 21 yıl süren savaştır.
Amerika birlikleri 1965’ten 1973 yılına kadar savaşa dahil olmuş ve Amerika 53.200 askerini kaybetmiştir. Sovyet Rusya bu dönemde ABD ile arasındaki stratejik ve siyasi saygınlık mücadelesini kendi lehine çevirmeye başladı.
Keşmir Sorunu
Keşmir bereketli toprakları ve tabii güzellikleriyle tanınan bir bölge. Kuzeyde Afganistan’a ve Çin’e güney ve batısında Pakistan’a, doğu ve güneyinde de Hindistan’a komşudur.
1947 yılında Hindistan ve Pakistan’ın bağımsız oldukları günden beri Keşmir meselesi ön plana çıkmış iki devleti zaman zaman sıcak çatışmaya bile sokmuştur. Çünkü Pakistan ile Hindistan’ın ayrılması esnasında imzalanan anlaşmada belirlenen şartlara göre Müslümanların çoğunlukta olduğu bölgeler Pakistan’a diğer bölgeler ise Hindistan’a kalacaktı. Fakat Hindistan, nüfusunun büyük çoğunluğunun Müslüman olmasına rağmen Keşmir’i; Pakistan’a bırakmak istemedi. 1947 ylında Mihrace’nin Keşmir’i Hindistan’a ilhak kararını alması üzerine 1948 yılında savaş çıktı. Pakistan Keşmir’in bir bölümünü ele geçirdi. Birleşmiş Milletlerin araya girmesiyle Keşmir’de Plebisit yapılarak halkın oyuna başvurulması şartı ile bir ateşkes sağlandı. Ancak Hint yönetimi herhangi bir referandum yapmadı.
Böylelikle Keşmir bölgesi, Pakistan’ın elindeki Azad Keşmir (Özgür Keşmir) ve Hindistan’ın kontrolündeki Keşmir Vadisi Jammu ve Ladakh bölgeleri şeklinde ikiye bölünmüş oldu.
Çin’in Tibet’i işgal etmesinden sonra Dalai Lama’nın Hindistan’a sığınması Çin-Hindistan ilişkilerini bozmuş, doğal olarak Çin-Pakistan ilişkilerinin gelişmesine yol açmıştır.
Keşmir sorunu tarih içerisinde Hindistan ve Pakistan arasında zaman zaman sıcak çatışmalara da sebep olmuştur. Amerika’nın Hindistan’ın yanında tavır sergilemesine karşılık Sovyet Rusya tarafsızlık tutumu sergilemiştir.
Sonuç olarak Keşmir sorununun çözümü halkoylamasından geçmektedir. Hindistan’ın buna yanaşmaması sorunun devam etmesine sebep olmuştur. 2003 yılında Pakistan Devlet Başkanı Pervez Müşerrefin barışçı girişimleri de sonuçsuz kaldı. Bugün Hindistan’ın işgalinin haksızlığına karşı çıkan ve bağımsızlık isteyen Keşmir halkı bu konuda 70.000’in üzerinde ölü vermiş 1,5 milyon Keşmirli mülteci haline gelmiştir. Bu yara kanamaya devam etmektedir.
BM Güvenlik konseyinin 1948-1949 tarihli kararlarına göre Keşmir halkının geleceğini tayin (Self- determination) hakkı olmasına rağmen 24 Ekim 1974’de Özgür (Azad) Keşmir Hükümeti resmen ilan edilmesine rağmen BM’nin 1948, 1949, 1957 (Güvenlik Konseyi’nin 122 sayılı kararı) Jammu ve Keşmir’de özgür bir halk oylamasını öngörmesine rağmen Hindistan bu konuda hep uzak durmuştur.
Afganistan'ın İşgali (1979)
Afganistan’ın milletlerarası politikanın önemli bir konusu haline gelmesi 19. yüzyıl’ın ikinci yarısından itibaren olmuştur.
Rusya’nın Kırım Savaşı’ndan sonra Orta Asya’ya, oradan da güneye doğru sarkması Rusya ile İngiltere’yi karşı karşıya getirmiş 1907 Rus-İngiltere anlaşması ile Afganistan İngiltere’ye yakınlaşmıştır.
1917 de Rus Çarlığının yıkılması ve Rusya’da Sovyet rejiminin kurulması üzerine Afganistan İngiltere’ye karşı Sovyetlere yaklaşmış ise de 1933 yılından sonra İngiltere ve Rusya’ya karşı Almanya’ya dayanmaya başlamıştır.
1945 yılından sonra Afganistan’ın geçirdiği iç gelişmeler işgal sürecini başlatmıştır.
Afganisnatın Tarihi Özellikleri
Afganistan’ı iyi anlayabilmek için şu hususların göz ardı edilmemesi önemlidir.
Ülkenin feodal bir kabile hayatına dayanması daima iç çalkantılar içinde olmasına neden olmuştur.
Ülkenin stratejik pozisyonu; çünkü Afganistan’ın Batı Asya ile Orta Doğu ve Orta Asya ile Basra Körfezi ve Hint Okyanusu arasında bir geçit noktasında olmasıdır.
İslamiyet’in, halkın inancında çok derin bir şekilde yer etmiş olması ve bu durumun sosyal ve kültürel hayatta etkili olması.
Afganistan tarihinde en uzun hükümdarlık yapan Muhammed Zahir Şah’tır (1933-1973)
1953 yılında başbakanlığı kansız bir darbe ile ele geçiren Muhammed Davut Han on yıllık diktatörlük döneminde dış politikada ana çizgisi Sovyetlere yaklaşmak oldu. Bu dönemde Afganistan’da Sovyet nüfuzu artmış, Afganistan Rusya’dan geniş miktarda ekonomik ve askeri yardım almıştır. Davut Han’ın Sovyetlere bu derece yaklaşması halkın tepkisini çekmiş 1963 yılında Davut Han istifa etmek zorunda kalmıştır.
Kral Zahir Şah 1964 Eylülünde yeni bir Anayasa ilan etti bu gelişme daha çok ülkedeki Marksistlerin işine yaradı. Marksisteler faaliyetlerini bu Anayasa’dan yararlanarak sürdürdüler.
Bu arada 17 Temmuz 1972’de Muhammed Davud Han yeniden bir darbe yaptı. Monarşiyi devirerek Cumhuriyeti ilan etti. Kendisi hem Cumhurbaşkanı hem de Başbakan oldu. Başlangıçta Davut Han’ı destekleyen milliyetçi solcular daha sonra 27 Nisan 1978 sabahı bir darbe ile Davut Han’ı devirdiler. 28 Nisan’da Afganistan Demokratik Cumhuriyeti’ni ilan ettiler. 35 kişilik bir ihtilal konseyi kurdular. Konseyin başkanı ve aynı zamanda başbakan Nur Muhammed Taraki idi.
Taraki’nin her geçen gün komünizme kayması, Afgan milliyetçilerinin komünist rejime karşı direnmeye başlamasına sebep oldu. Ülkede iç direnişler başladı. 1979 yılında milliyetçiler hükümet kuvvetleriyle çatışmaya girdiler. Afgan ordusundan kaçan birçok subay ve asker de milliyetçi direnişe katılıyordu. 16 Eylül 1979 Taraki öldürüldü. Hafizüllah Amin iktidara geldi. Direniş yatıştırılamayınca 27 Aralık 1979 günü Sovyet askerleri hükümet dairelerini işgal ettiler.