20. Yüzyıl Başlarında Dünya
I. Dünya Savaşı
1914 yılında başlayıp 1918 yılına kadar devam eden milyonlarca insanın ölümüne ve bir o kadar da insanın yaralanmasına ve sakat kalmasına neden olan dünyada o tarihe kadar görülmemiş en büyük savaştır.
Savaşın Nedenleri
- Fransız İhtilali'nin yaydığı fikirlerin devletler üzerindeki etkisinin artması
- Almanya ve İtalya'nın siyasi birliğini kurmasıyla Avrupa'da güçler dengesinin bozulması
- Alman - İngiliz rekabeti
- Sanayi İnkılâbı’nın etkisiyle sömürgeciliğin daha da önem kazanması
- Hammadde ve pazar sorununun ortaya çıkması
- Almanya'nın Sedan Savaşı ile Fransa'yı yenip Alsace Lorraine (Alsas - Loren)’i alması ve Fransa'nın topraklarını geri almak istemesi
- Rusya'nın Boğazlar ve Balkan politikasını devam ettirmesi
- Rusya'nın Panslavizm politikasının Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun çıkarlarına ters düşmesi
- Devletlerarası bloklaşma ve silahlanma yarışının hız kazanması
- İtalya'nın Akdeniz çevresini ele geçirmek istemesi Japonya'nın, Uzakdoğu’daki Alman sömürgelerine göz dikmesi
- Japonya'nın, Uzakdoğu’daki Alman sömürgelerine göz dikmesi
Bloklaşmalar
1882 yılında Almanya, İtalya ve Avusturya - Macaristan Üçlü İttifak'ı (Bağlaşma Devletleri) kurmuşlardır. İtalya, aynı safta yer aldığı Avusturya-Macaristan ile sorunları olduğundan 1915 yılında Üçlü İtilafa geçmiştir.
1907 yılında İngiltere, Fransa ve Rusya Üçlü İtilafı (Uzlaşma Devletleri) kurmuşlardır.
İlerleyen dönemlerde Üçlü itilaf grubuna Romanya, Yunanistan, ABD, Sırbistan, Japonya, Karadağ, Belçika, Portekiz, Üçlü İttifak’a ise Bulgaristan ve Osmanlı Devleti dahil olmuştur.
İsveç, Norveç, İspanya, İsviçre, Danimarka ve Hollanda gibi devletler I. Dünya Savaşı’nda tarafsız kalmışlardır.
Savaşın Başlaması
Savaşı başlatan olay, Avusturya-Macaristan Veliahdı Frans Ferdinad’ın Sırbistan'ın başkenti Saraybosna'yı ziyareti esnasında bir Sırp milliyetçisi olan Princep tarafından öldürülmesidir. Avusturya - Macaristan, Sırbistan'a savaş açmış ve Rusya Sırbistan'ın, Almanya ise Avusturya-Macaristan'ın yanında yer almıştır. Almanya'nın savaşa girişi ile İngiltere ve Fransa bu devlete savaş ilan etmiş ve savaş kısa sürede tüm Avrupa'ya yayılmıştır.
Almanya'nın savaşa girmesi ile Uzakdoğu'daki Alman sömürgelerine göz diken Japonya bu devlete savaş açmış, amacına ulaşan Japonya Kasım 1914'te savaştan çekilmiştir.
Dolayısıyla savaşı kendi adına ilk sonuçlandıran devlet Japonya'dır.
Osmanlı Devleti'nin Savaşa Girmesi
I. Dünya Savaşı Başladığında Osmanlı Devleti
- Tarafsızlığını ilan ederek boğazları tüm devletlere kapatmıştır.
- Siyasi yalnızlıktan kurtulmak için diplomasi atağına geçerken aynı zamanda kapitülasyonları tek taraflı kaldırdığını ilan etmiştir.
- Mebussan Meclisi’ni kapatmış, her an savaşa girebileceği endişesiyle seferberlik ilan etmiştir.
Osmanlı Devleti’nin kapitülasyonları kaldırma girişimine en büyük tepkiyi Almanya İle Avusturya - Macaristan göstermiştir. Çünkü son zamanlarda elde ettikleri ayrıcalıkları kaybetmek istemiyorlardı.
Osmanlı Devleti ilk olarak İtilaf devletleri grubunda yer almak istemiş; fakat bu devletler Osmanlı Devleti’ni paylaşmak İstediklerinden dolayı aralarına almamışlardır. Osmanlı için tek çare olarak Almanya kalmıştı.
Almanya ise
- Osmanlı Devleti’nin jeopolitik konumundan yararlanmak
- Hammadde ve insan gücünden yararlanmak
- Boğazların kapalılığı ile Rusya'ya yardım gitmesini engellemek
- Yeni cephelerin açılması ile yükünü hafifletmek
- Ayrıca halifenin gücünden yararlanmak için Osmanlı Devleti’ni kendi yanında savaşa katmak istemiştir.
Osmanlı Devleti savaşa girdiği günlerde halife V. Mehmet Reşat "Kutsal Cihat" çağrısı yapmış; fakat İslam ülkelerinden destek gelmemiştir. Bu durum İslamcılık (ümmetçilik) anlayışının iflas ettiğini göstermektedir.
Osmanlı Devleti'nin Savaşa Girme Nedenleri
- Trablusgarp ve Balkan Savaşları ile kaybettiği toprakları geri almak İstemesi
- Siyasi yalnızlıktan kurtulmak istemesi
- Almanya'nın savaşı kazanacağına İnanılması
- İttihat ve Terakki Partisi’nin özellikle Enver Paşa’nın Turan imparatorluğunu gerçekleştirmek İstemesi
- Osmanlı Devleti ve Bulgaristan daha önce kaybettikleri toprakları geri almak için savaşa girmiştir.
Osmanlı Devleti ve Bulgaristan daha önce kaybettikleri toprakları geri almak için savaşa girmiştir.
İttihat ve Terakki Partisi'nin en önemli isimlerinden Enver Paşa Almanya ile gizli bir protokol imzalamıştır. (2 Ağustos 1914)
Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı'ndan önce İngiltere'ye parasını peşin ödeyerek iki gemi siparişi vermişti; fakat savaş başlayınca İngiltere, Osmanlı Devleti’ne ne parasını ne de gemilerini vermiştir. Osmanlı Devleti de İngilizlerin önünden kaçan Goben ve Breslav adlı iki Alman gemisinin kendisine sığınması üzerine bu gemileri satın aldığını ileri sürerek İngilizlere teslim etmemiştir.
Adları Yavuz ve Midilli olarak değiştirilen bu gemiler Alman Amiral Souchon (Şuson) komutasında Karadeniz'e açılmış ve Rusya'nın Sivastopol ile Odessa limanlarını bombalamıştır.
Rusya bunun üzerine Osmanlı Devletline savaş ilan etmiştir (31 Ekim 1914). Kısa bir süre sonra da Rusya ile müttefik olan İngiltere ve Fransa, Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmiştir (5 Kasım 1914).
Kendini birden savaşın içinde bulan Osmanlı Devleti de bu üç devlete savaş ilan etmiştir (11 Kasım 1914).
Osmanlı Devleti'nin Savaşa Girmesiyle
- Savaş daha geniş bir alana yayılmıştır.
- Yeni cepheler açılmış ve cephe sayısı artmıştır.
- Almanya’nın yükü hafiflemiş ve İttifak grubu avantajlı duruma geçmiştir.
- Osmanlı Devleti'nin paylaşılması gündeme gelmiştir.
- Boğazların İtilaf devletlerine kapatılması Rusya'yı zor durumda bırakmıştır.
Osmanlı Devleti’nin İttifak grubunda savaşa girmesine tepki gösteren İngiltere, Kıbrıs'ı topraklarına kattığını ilan etmiştir.
Osmanlı Devleti'nin Savaştığı Cepheler
Osmanlı Devleti’nin savaştığı cepheleri 3 kategoride ele alabiliriz.
Taarruz Cephesi
- Kafkas
- Kanal
Savunma Cephesi
- Irak
- Hicaz ve Yemen
- Suriye ve Filistin
- Çanakkale
Müttefiklere Yardım Ettiği Cepheler
- Makedonya
- Galiçya
- Romanya
Savaşın Sona Ermesi
Birinci Dünya Savaşı başlangıçta beş altı devlet arasında başlamıştı. Fakat daha sonra;
- Bulgaristan'ın özellikle II. Balkan Savaşı'nda kaybettiği toprakları geri almak istemesi
- Romanya'nın mevcut topraklarını genişletmek istemesi
- İtalya'nın gizli antlaşmalar sonunda taraf değiştirmesi
- Alman denizaltılarının ticaret gemilerine zarar vermesi üzerine ABD'nin savaşa girmesi
- Japonya'nın Uzakdoğu'daki Alman sömürgelerine göz dikmesi
- Yunanistan'ın Osmanlı Devleti'nin Anadolu topraklarına göz dikmesi gibi nedenlerden dolayı kısa sürede birçok devlet savaşa girmiştir. Bu devletlerden Bulgaristan hariç diğerleri İtilaf bloğunda savaşa girmiştir.
- Her ne kadar Rusya 1917 Bolşevik İhtilali ile savaştan çekilip, İtilaf devletleri kısa süreli sarsılsa da ABD’nin savaşa girmesi ile o boşluk doldurulmuş ve savaşın rengi İtilaf devletleri lehine değişmeye başlamıştır.
- Savaş, İttifak devletlerinin yenilgisi ile sonuçlanmış ve bu devletler ateşkes İstemişlerdir.
- Bulgaristan ile Selanik Ateşkes Antlaşması (29 Eylül 1918)
- Osmanlı Devleti ile Mondros Ateşkes Antlaşması (30 Ekim 1918)
Paris Barış Konferansı (18 Ocak 1919)
Paris Barış Konferansı, ateşkes antlaşmalarının İmzalanmasından hemen sonra toplanmıştır. Konferansa I. Dünya Savaşı’nın galipleri, gözlemci olarak ABD, ayrıca İngiltere tarafından davet edilen Ermeni ve Rum temsilcileri katılmıştır. Konferansa katılantoplam devlet sayısı 32’dir.
Konferansa Osmanlı Devleti davet edilmemiştir.
Konferansın açılış günü önemli bir olaya tesadüf ediyordu. O da Alman İmparatorluğu’nun kuruluş yıldönümüydü. Enteresan olan ise konferansta diğer devletlerle birlikte Almanya’da paylaşılacaktı. Hem de kurulduğu bir günde.
Paris Barış Konferansı’nın en önemli iki maddesi yenilen devletlerle yapılacak barış antlaşmalarını hazırlamak ve Osmanlı Devleti’ni paylaşmaktır. Konferansta etkili olan İngiltere, Fransa, ABD ve İtalya’dır. Bu dörtlü grubun başbakan ve dışişleri bakanlarından oluşan “Onlar Konseyi (Büyük Dörtlü)” kuruldu. Her ne kadar Büyük Dörtlü kurulsa da konferansta en etkili olan İngiltere ve Fransa’dır. Paris Barış Konferansına katılan devletlerin amaçlarını özetleyelim.
Amerika Birleşik Devletleri (ABD)
Konferansa ABD Başkanı Wilson katılmıştır. Wilson’un tek amacı uluslararası sorunların barışçı yollarla çözülmesiydi. Bunun için “Milletler Cemiyeti’nin kurulması tek arzusuydu. Ama bu istek kendi menfaatlerinden başka hiçbir şeyi düşünmeyen İngiltere ve Fransa için ters bir durumdu.
Fransa
Başbakan Clemenceau (Tigre) tarafından temsil edilmiştir. Bu devletin tek amacı ise Almanya’yı bir daha kendilerine rakip olamayacak kadar ezmekti. Zira Başbakan Almanya - Fransa dostluğuna inanmıyordu.
İngiltere
Başbakan Lloyd George tarafından temsil edilmiştir. İngiltere’de aynen Fransa gibi düşünüyordu. Önceliği ise bir an evvel Alman donanmasının İmhası idi. Çünkü güçlü bir Alman deniz gücü, deniz devleti olan İngiltere’nin işine gelmiyordu. İngiltere ayrıca Almanya’ya karşı öyle tedbirler almalıydı ki bu devlet bir daha Avrupa’nın dengesini bozucu faaliyetlerde bulunmamalıydı.
İtalya
Konferansta çok dikkate alınmayan bir devletti. Öncelikli hedefi gizli antlaşmalar ile kendisine vaat edilen toprakları almaktı. Ama İtalya konferansta umduğunu bulamayacaktı. İngiltere ve Fransa konferansa yön veriyorlardı. İtalya’nın amacı Anadolu ve Avusturya’dan toprak almaktı.
Konferansta Alınan Kararlar
- İtilaf devletleri sömürgeciliğin yerine “Manda ve Himaye” tabirini kullanmışlardır.
- Aralarında görüş birliğine varamadıklarından dolayı Osmanlı Devleti ile yapılacak antlaşmayı sonraya bırakmışlardır.
- Konferansa sahte rapor ve belgelerle gelen Yunanistan amacına ulaştı ve gizli antlaşmalar ile İtalya’ya bırakılan İzmir ve Batı Anadolu’nun kendisine verilmesini sağladı.
Bu duruma çok kızan İtalya, konferansı terk etmiştir. Böylelikle İtilaf devletleri arasında ilk görüş ayrılığı ortaya çıkmıştır.
- Barış ve huzurun sağlanması amacıyla Milletler Cemiyeti resmen kurulmuştur.
- Savaşı kaybeden diğer devletlerle (Almanya, Avusturya, Macaristan, Bulgaristan) yapılacak barış antlaşmalarının taslağı belirlenmiştir.
- Doğu Anadolu topraklarında bir Ermeni Devleti’nin kurulması benimsenmiştir.
- Arap Yarımadası, Suriye, Irak ve Filistin’de manda yönetiminin kurulması kararlaştırılmıştır.
ABD, konferansta umduğunu bulamamıştır. Gerçi Milletler Cemiyeti’nin kurulmasını sağlamıştı; ama yenilen devletlerle yapılacak barış antlaşmalarında Wilson İlkeleri çiğneniyordu. Bunu kabullenemeyen ABD, Monroe Doktrini’ni uygulayarak Avrupa siyasetinden çekilmiştir.
Monroe Doktrini
Monroe, ABD’nin cumhurbaşkanlarındandır. Monroe Doktrini 2 Aralık 1823’te ABD kongresine sunulmuştur. Bu metinde Monroe şu hususlara değiniyordu:
- ABD, bulunduğu konum itibariyle bundan böyle Avrupalı bir devletin kolonisi durumuna düşmez.
- Avrupalı devletlerin siyasi sistemi Amerika’dan tamamen farklıdır. Kendi sistemlerini yarımküremize yaymak istediklerinde bu durumu barış ve güvenliğimiz için tehlikeli görürüz.
- Avrupalıların herhangi bir kolonisine şu ana kadar hiç müdahale etmedik ve etmeyeceğiz.
- Avrupalı devletlerin kendi aralarında yaptıkları hiçbir savaşta taraf tutmadık. Zira taraf tutmak gibi bir davranış siyasetimize de uymaz.
Bu doktrin adeta ABD’nin anayasası olmuştu. Fakat şu denilebilir, öyleyse ABD, I. Dünya Savaşı’na neden girmiştir? ABD, Almanya tarafından güvenliği tehdit edildiğinden dolayı savaşa girmişti ve her an çekilebileceğini de daha baştan İtilaf devletlerine bildirmişti. ABD’de bu doktrinlerden sapma pek görülmemiştir ve halkta bunu pek onaylamamıştır zaten.
Halkın bu doktrinlere ne kadar bağlı olduğunun ispatı ise I. Dünya Savaşı’ndan sonra görülür. Başkan Wilson, Milletler Cemiyeti’nin kuruluşu ve Versay Antlaşması’nın şartlarını Amerikan kamuoyuna kabul ettirebilmek için çok çaba sarf etmiştir. Hatta 22 günde 8.000 km yol kat etmiş, halka 37 kez hitap etmiş ve bu geziler esnasında felç geçirmiş, ama Amerikan halkı yine de bu antlaşma ve cemiyetin kuruluşunu kabul etmemiştir. Halktan sonra ABD senatosu da Versay Antlaşması ile Milletler Cemiyeti’nin kuruluşunu onaylamamıştır. ABD senatosu, Kasım 1919, Ocak 1920 ve Mart 1920’de üç kez oylama yapmış; ama teklif reddedilmiştir.
Bu sonuç üzerine Wilson; “Şimdi onlar ne kaybettiklerini acı bir tecrübe ile öğreneceklerdir. Dünya’nın liderliğini kazanmak için elimize bir fırsat geçmişti. Fakat bu fırsatı kaybettik ve yakında nasıl bir trajedi olduğunu göreceğiz.” diyerek üzüntüsünü dile getirmiştir.
I. Dünya Savaşı'nı Bitiren Antlaşmalar
İtilaf devletleri 18 Ocak 1919'da Paris'te bir araya gelmiş ve savaşı kaybeden devletlerle yapılacak antlaşmaları belirlemiş ve bu devletlere bir ültimatom olarak sunmuşlardır.
Wersailles (Versay) Antlaşması (28 Haziran 1919)
- Almanya ile İtilaf devletleri arasında imzalanmıştır.
- Almanya, Alsas-Loren bölgesini Fransa'ya geri verecektir.
- Almanya; Çekoslovakya, Polonya, Litvanya ve Belçika'ya toprak verecektir.
- Almanya savaş tazminatı ödeyecektir.
- Almanya'nın kara ve deniz ordusunda sınırlandırmaya gidilecektir.
- Alman sömürgeleri İtilaf devletleri arasında paylaşılacaktır.
- Almanya, Avusturya ile birleşmeyecektir.
Bu antlaşma ile Almanya adeta teslim olmuştur. Bu antlaşmanın ağır şartlar taşıması II. Dünya Savaşı'nın çıkmasına neden olmuştur.
Neuilly (Nöyi) Antlaşması (27 Kasım 1919)
- Bulgaristan ile İtilaf devletleri arasında imzalanmıştır.
- Bulgaristan savaş tazminatı ödeyecektir.
- Bulgaristan, deniz ve hava gücü kuramayacaktır.
- Bulgaristan; Romanya, Yunanistan ve Yugoslavya'ya toprak verecektir.
Bu antlaşma ile Batı Trakya'yı Yunanistan'a kaptıran Bulgaristan'ın Ege Denizi ile irtibatı kesilmiştir.
Trianon (Triyanon) Antlaşması (4 Haziran 1920)
- İtilaf devletleri ile Macaristan arasında imzalanmıştır.
- Diğer devletlere nazaran Macaristan ile barış antlaşmasının gecikmesinin nedeni bu ülkede ihtilalin çıkmasıdır. İhtilal ile kurulan Bolşevik hükümeti yıkılınca bu devlet ile barış imzalanmıştır.
- Macaristan; Yugoslavya, Çekoslovakya ve Romanya'ya toprak verecektir.
- Bu devlet deniz ve hava kuvveti bulunduramayacaktır.
- Ayrıca Macaristan'a ağır ekonomik yükümlülükler getirilmiştir.
Saint Germain (Sen Jermen) Antlaşması (10 Eylül 1919)
- İtilaf devletleri ile Avusturya arasında imzalanmıştır.
- Avusturya; kurulan üç yeni devletin bağımsızlığını tanımıştır. (Yugoslavya, Çekoslovakya ve Polonya)
- Avusturya Milletler Cemiyeti'nin onayı olmadan Almanya ile birleşmeyecektir.
- Bu ülkede mecburi askerlik olmayacak ve Avusturya'ya ağır ekonomik kısıtlamalar uygulanacaktır.
Avrupalı devletler Osmanlı Devleti’nin topraklarını paylaşma konusunda aralarında henüz anlaşamadıklarından Sevr Antlaşması’nı daha sonra imzalayacaklardır (10 Ağustos 1920).
- Bu antlaşmalar imzalanırken Wilson İlkeleri dikkate alınmamıştır.
- Bu antlaşmalar barış ortamı getirememiştir.
- İkinci Dünya Savaşı’nın çıkmasına neden olmuştur.
Sevr Antlaşması (10 Ağustos 1920)
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra itilaf devletleri yenilen devletlerle barış antlaşmalarını imzaladıkları halde Sevr Antlaşması’nı geciktirmişlerdi. Bu durumun nedenleri olarak;
- Osmanlı topraklarını paylaşma konusunda aralarında anlaşamamaları
- İzmir’in Yunanistan’a verilmesi ile başlayan İngiltere - İtalya anlaşmazlığı
- Anadolu’da milli mücadele hareketinin resmen başlaması etkili olmuştur.
Fakat İtilaf devletleri ellerini çabuk tutmazlarsa Anadolu’daki mücadele hız kazanabilir ve belki de hiç antlaşma imzalayamazlardı.
Bunun için İngiltere, Fransa ve İtalya 18- 26 Nisan 1920 tarihleri arasında İtalya’nın San Remo kentinde bir araya gelerek Osmanlı Devleti ile yapılacak antlaşmanın taslağını hazırladılar. Görüşmelere gözlemci sıfatıyla katılan Tevfik Paşa "Antlaşmanın bağımsız devlet anlayışına uymadığı” düşüncesiyle imzaya yanaşmamıştır. İtilaf devletleri bunun üzerine 22 Haziran 1920’den itibaren Yunanistan’a taarruz emri verdiler.
Böylelikle Türk tarafı barışa yanaşacaktı. Yunanlıların Bursa - Uşak hattına kadar ilerlemesi üzerine Osmanlı hükümeti barışa razı oldu. Fakat Osmanlı Anayasası’na göre barış şartları ancak mecliste görüşülüp karara bağlanabilirdi. Ancak Osmanlı Mebussan Meclisi kapalıydı.
Bunun üzerine Padişah VI. Mehmet (Vahdettin) ve Sadrazam Damat Ferit Paşa, eski kumandan ve vezirlerden oluşan Saltanat Şurası’nı toplayarak Sevr Barış Antlaşması için Paris’e bir heyet göndermeye karar vermiştir.
Sevr Antlaşması'nın Maddeleri
a) Sınırlar ve siyasi hükümler
- Batı Anadolu ile Doğu Trakya, Yunanistan’a verilecektir.
- Urfa, Antep, Mardin ve Suriye Fransa’ya verilecektir.
- Musul, Irak ve Arabistan İngiltere’ye verilecektir.
İngiltere en önemli petrol bölgelerine sahip olmuştur.
- İç Batı Anadolu, İtalyanlara bırakılacaktır.
- İç Anadolu ile Karadeniz Bölgesi’nin bir kısmı Osmanlı Devleti’nde kalacaktır.
- 12 Ada ve Rodos İtalyanlara, diğer Ege Adaları ise Yunanistan’a verilecektir.
- İstanbul başkent olarak Osmanlı’da kalacak; fakat antlaşma şartlarına uymaz ve azınlıkların haklarını gözetmezse elinden alınacaktır.
İstanbul adeta geçici olarak Osmanlı Devleti’ne bırakılmıştır.
- Boğazlar ayrı bir bayrağı ve bütçesi olan bir komisyon tarafından yönetilecektir. Komisyonda Türk üye bulunmayacaktır.
- Hicaz bağımsız devlet olacaktır.
- Trabzon, Bitlis, Erzurum ve Van illerinde bağımsız bir Ermeni devleti kurulacaktır. Kürtlerin de Doğu Anadolu’da benzer bir istekleri olursa bu durum İtilaf devletlerince kabul edilecektir.
b) Askeri hükümler
- Mecburi askerlik olmayacaktır.
- Osmanlı ülkesinde iç güvenliği sağlamak üzere 50.700 kişilik bir jandarma birliği bulunacak ve bu birliklerde de ağır silah, tank ve top bulundurulmayacaktır.
- Donanma 13 küçük gemiyi geçmeyecektir.
c) Ekonomik hükümler
- Osmanlı maliyesi İtilaf devletlerinin kontrolünde olacaktır. Bir komisyon Osmanlı bütçesini hazırlayacaktır.
- Kapitülasyonlardan tüm devletler yararlanacaktır.
- Osmanlı Devleti savaş tazminatı ödeyecektir.
Bu antlaşma, anayasaya göre meclisin onayından geçmediğinden hukuki açıdan geçersizdir. Kurtuluş Savaşı’nı kazanan Türk halkı bu antlaşmayı uygulamaya sokmamıştır. Yani sadece kağıt üzerinde kalmış bir antlaşmadır. TBMM, antlaşmayı kabul etmediği gibi imzalayanları da vatan haini ilan etmiştir.
Birinci Dünya Savaşı devam ederken Rusya’da Ekim 1917’de Bolşevik İhtilali çıkmış ve Rusya, savaştan çekildiğini ilan etmiştir.
Brest - Litovks Antlaşması (9 Şubat - 3 Mart 1918)
- Rusya’da başa geçen yeni yönetim Almanya ve bağlaşıkları ile (İttifak devletleri) antlaşma imzalamıştır.
- Antlaşmaya göre Rusya, savaş sırasında Osmanlı Devleti’nden aldığı yerleri geri verdiği gibi 1878 Berlin Antlaşması ile aldığı Kars, Ardahan ve Batum’u da (Elviye-i Selâse) geri veriyordu.
Bu antlaşma ile Kafkas Cephesi kapanmıştır. Osmanlı Devleti ile Sovyet Rusya arasında imzalanan tek antlaşmadır. Ayrıca bu antlaşma, Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda toprak kazandığı tek antlaşmadır.
- Brest-Litovks Antlaşması, İtilaf devletleri tarafından onaylanmamıştır.
- Kafkaslardan Rusya’nın çekilmesi ile İngiliz desteği ile bu bölgede Ermeni Devleti kurulmuştur.
- Bu antlaşma sadece Osmanlı Devleti ile değil İttifak devletleri ve Ukrayna ile de imzalanmıştır.
- Rusya, antlaşma uyarınca Ukrayna, Polonya, Finlandiya ve Baltık topraklarından çıkıyordu.
- Antlaşma Sovyet Kongresi tarafından onaylanmıştır.
I. Dünya Savaşı'nın Sonuçları
- İmparatorluklar tarihe karışmıştır (Almanya, Rusya, Osmanlı ve Avusturya - Macaristan).
- Yeni devletler kurulmuştur (Yugoslavya, Çekoslovakya, Polonya, Litvanya, Macaristan, Ukrayna, Estonya, Türkiye).
- Savaşın en kazançlı ülkesi olan İngiltere; en büyük rakibi olan Almanya’yı saf dışı ettiği gibi Fransa’yı da ikinci plana itmiştir.
- Sınırlar çizilirken milliyet unsuru göz önüne alınmamış bu durum ise azınlık sorunlarını ortaya çıkarmıştır.
- Dünya barışını korumak için Milletler Cemiyeti resmen kurulmuştur.
- Wilson İlkeleri’nin çiğnendiğini gören ABD “Monroe Doktrini” gereği Avrupa siyasetinden çekilmiştir.
- Bazı ülkelerde rejim değişikliği olmuştur. Rusya’da Bolşevikler, Almanya’da Naziler ve İtalya’da Faşistler yönetimi ele geçirmişlerdir. Anadolu’da ise saltanat yerini cumhuriyet idaresine bırakmıştır.
- Sömürgecilik yerini “Manda ve himaye”ye bırakmıştır.
- Savaş sonrası cephe gerisindeki sivillerin zarar görmemesi için Sivil Savunma teşkilatları kurulmuştur.
Dünya Savaşı’nda ilk kez kimyasal silah, tank ve denizaltılar kullanılmıştır.
Dünyanın Genel Durumu
Sovyetler Birliği
Ekim 1917’de Çarlık Rusya’sının Bolşevik İhtilali ile yıkılmasıyla aynı topraklarda kurulmuş bir devlettir. Avrupa’nın doğusu ile Asya’nın kuzey kısmına düşer. Yüzölçümü 22.403.000 km2 olan bu devletin parçalandığı 1991'de nüfusu ise 293.047.571’dir. Bu nüfus ile dünyanın üçüncü büyük ülkesi konumundaydı. Sovyetler Birliği’nin batısında Norveç, Finlandiya, Baltık Denizi, Polonya, Çekoslovakya, Macaristan ve Romanya; güneyinde Türkiye, İran, Afganistan, Çin, Moğolistan ve Kuzey Kore; kuzey ve doğusunda ise Büyük Okyanus ile Kuzey Buz Denizi bulunuyordu.
1917 -1991 Yılları Arası Sovyetler Birliği
Sovyetler Birliği’nde ihtilalden hemen sonraki dönem 1917 - 1921 yılları arasını kapsar. Bu döneme savaş komünizmi adı verilir. Bu dönemde Sovyet Rusya, rejimini korumak için iç ve dış düşmanlarıyla mücadele etmiştir. Büyük, orta ve küçük sanayi bu dönemde ulusallaşmıştır. Sovyetler Birliği’ndeki ikinci dönem ise 1922 - 1928 arası olup bu döneme Yeni İktisat Siyaseti (NEP) dönemi denir. Yine bu dönemde de iç ve dış düşmanlarla mücadele söz konusudur.
Sosyalist rejimin yararına karma ekonomi modeli benimsenmiştir. II. Dünya Savaşı sonrasında Nazi Almanyası yenilmiştir. Sovyetler Birliği ile Batılı devletler arasında sorunlar artık daha somut olarak gün yüzüne çıkmaktadır. Bu döneme Soğuk Savaş Dönemi adı verilmektedir. Sovyetlerin başında ise ünlü devlet adamı Stalin vardır. Stalin 1953’te ölmüştür. Stalin’in ölümünden sonra 1956’da toplanan 20. Kongre ile Sovyetler Birliği’nde yeni bir dönem ortaya çıkar. 1964’te Kruşçev işbaşından uzaklaştırılmıştır. 1964’ten 1983’e kadar olan dönemde Kosigin - Brejnev ortak yönetimi, daha sonra ise Andropov ve Çernenko dönemleri yaşanmıştır. Son dönemde ise Sovyetler’in başında Gorbaçov vardır. Gorbaçov reformları ile tanınan bir devlet adamıdır. Bu dönemden sonra Glasnost ve Perestroyka ile başlayan reformlar dönemi 6 yıl sürmüş ve 1991’de Sovyetler Birliği dağılmıştır. Tüm ülkeler bağımsızlıklarını ilan ettiler. Birliği oluşturan 15 ülkeden 12’si bir araya gelerek Bağımsız Devletler Topluluğu’nu oluşturdular.
Çok Uluslu Devlet
Rus Çarlığı döneminde bu devletin içinde farklı dil, din ve ırka mensup birçok millet bulunuyordu. Bütün bu milletleri yönetenler Ruslardı ve Rusya bu milletleri daha rahat yönetebilmek ve otoriteyi tamamen ellerine alabilmek için Ruslaştırma politikası gütmüştür.
Ama 1991’de Sovyetlerin dağılmasıyla başlayan süreçte bu milletlerle Ruslar eşit duruma gelmişlerdir. Bağımsızlıklarına onay verilen milletler federalizm ilkesi doğrultusunda bir araya getirilmiştir. Sovyetler Birliği, 15 birlik cumhuriyetten meydana geliyordu. Bunlar;
1. Rusya Sosyal Federatif Sosyalist Cumhuriyeti
2. Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti
3. Beyaz Rusya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti
4. Ermeni Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti
5. Estonya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti
6. Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti
7. Kazakistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti
8. Kırgızistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti
9. Letonya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti
10. Litvanya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti
11. Moldova Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti
12. Özbek Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti
13. Tacikistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti
14. Türkmenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti
15. Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti
Bu bağımsız cumhuriyetlerin yanı sıra özerk (yarı bağımsız) eyalet ve bölgeler de vardı. Bu cumhuriyetler federal devletin yetkisine girmeyen konularda bağımsız hareket ediyorlardı. Ekonomi yönetimi, kültürel ve hukuksal örgütlenme, Sovyetler Birliği’nin uluslararası ve iç örgütlenmesi federal devletin yetkileri arasındaydı.
Sosyalist Demokrasi
Sovyetler Birliği döneminde iki meclisten oluşan ve adına Yüce Sovyet adı verilen bir yönetim örgütlenmesi vardı. Bu meclislerden birisi tüm Sovyetlerdeki halkı temsil eden Birlik Sovyet’i Meclisi idi. Ulusal Topluluklar Sovyet’i ise Sovyetler Birliği’ndeki tüm federal cumhuriyetler ile özerk bölge ve eyaletleri temsil ediyordu. Meclis aynı zamanda yasama organı idi ve ülke yönetimini ilgilendiren tüm konular burada yapılırdı. Yürütmenin başı olan Bakanlar Kurulu da bu mecliste seçilirdi. Türkiye ve Batı toplumlarında görülen yasama, yürütme ve yargının ayrı ayrı kurumlarda bulunduğu (güçler ayrılığı) bir yönetim şekli Sovyetler Birliği’nde yoktu.
Dikey bir yetki paylaşımı vardı. Tüm güç ve yetki Yüce Sovyet Meclisi’ndeydi. Prezidyum, yetkileri meclis adına kullanıyordu. Bakanlar Kurulu ise tamamen göstermelik olup alınan kararları uygulamaktan başka bir şey yapmıyordu.
Tek Parti
Sovyetler Birliği, Batı ülke ve demokrasilerinden farklı olarak tek bir parti tarafından yönetiliyordu. Bu partinin adı da Sovyetler Birliği Komünist Partisi idi. Bu parti kongresinde alınan kararlar Sovyet yönetimi için hayati önem taşıyordu.
Sosyal Yapı
Sosyal yapı, eşitlik anlayışı gibi gözükse de bununla uyuşmayan uygulamaların olduğu bir sosyal tablo vardı. Üretime dayanan bir toplum örgütlenmesi vardı. Çarlık dönemindeki sınıflar ortadan kalkmıştı. Yani Soylular Sınıfı, Burjuva artık yoktu. Ruhban sınıfı ise bir meslekten öteye gitmiyordu. Sınıfsız bir toplum oluşturma hedeflenmişti. Her meslek grubu birbirinden farklı değerlendirilirdi. Emeklerinin karşılığını alırlardı. Sovyetler Birliği’nde borsa ve tahvil işlemi yoktu. Fiyatlar sabitti ve gelecekte fiyatların artma veya düşme gibi bir olasılığı yoktu (buna kısaca spekülasyon diyoruz). Halkın zaruri gereksinimleri çok ucuzdu ve emeğinin karşılığını alanlar bu gereksinimlerini kolayca karşılayabiliyorlardı. Zorunlu gereksinim dışındaki şeylerin fiyatları çok pahalıydı. Yani ulaşılamayacak hayallerdi adeta. Halk da bunu bildiğinden para biriktirme gibi bir yola başvurmuyordu. Yani Komünist Rusya’da halk günü kurtarma yolundaydı.
Eğitim ve öğretimle bir kişi üst makamlara kadar gelebiliyordu. Sovyet ekonomisi sosyalist ekonomiye dayalıydı. Ortak mülkiyet anlayışı hakimdi. ABD’den sonra dünyanın ikinci büyük ekonomisi Sovyetler Birliği’ne aitti.
Eğitim
Eğitimin Çarlık Rusya’da geliştiğini söylemek oldukça zordur. Hatta denebilir ki, çocuk ve yetişkinlerin %80’e yakın kısmı 19. yüzyılın sonları itibariyle eğitim imkânlarından yoksundu. Hatta Çarlık Rusya’da 1897’de yapılan bir araştırmaya göre 9 yaş ve üzeri olanların %76’sı okuma - yazma bilmiyordu. Kadınlar da durum daha kötü idi ve oran %88 idi. Tabi ki bu durum Çarlık Rusya’sı dönemine aittir. 1917 Bolşevik İhtilali ile yeni kurulan Sovyetler Birliği eğitime inanılmaz önem vermiştir. Sovyet yöneticiler iyi bir eğitimin, rejimlerini sağlamlaştıracağına inanıyorlardı. Büyük bir eğitim hamlesi başlatılmış ve Sovyetler Birliği’nin son dönemlerinde okur - yazar oranı %100’lere ulaşmıştır. Rusya’da dini eğitim verilmiyordu. Yani eğitim ve kurumlan laikti. Ayrıca belli bir yaşa kadar (14) çocuğun tüm masrafları devlet tarafından karşılanıyordu. Devlet kişinin eğitiminden sorumluydu. Ayrıca Rusya’da burs olayı özellikle üniversitede çok yaygındı. Neredeyse öğrencilerin %75’i burs alıyordu.
Aile - Kadın ve Çocuk
Yeni yönetim Bolşevik İhtilali ile başa geçince en büyük sarsıntı aile mefhumunda görülmüştür. Çünkü Rusya artık özgürdü ve ekonomik sıkıntılarda devreye girince Rusya’da boşanmalar hızlandı. Hatta devlet bu süreçte çocuk aldırmayı serbest dahi bıraktı. Fakat toplumların iyi yerlere gelebilmesi iyi nesillerle mümkün olabilecekti. Bu gerçeği gören Rusya 1930’lu yıllarda aileye önem vermeye başladı. Hatta 1936’da çocuk aldırmak Rusya’da yasaklandı.
Kadın, Rusya’da toplumun her alanında vardı. Tarımda, madenlerde, sanayide çalışan kadınların oranı fazlaydı. Ayrıca Rusya da çok hızlı bir nüfus artışı görülüyordu. Doğumlar, devletin ücretsiz doğumevlerinde gerçekleşiyordu. Devlet çocuğun bakımıyla doğrudan ilgileniyor ve bu konuda kreşler açıyordu.
Din
Kilise ve devlet birbirlerinden ayrılmıştı. Ruhbanlar varlığını sürdürürken Militan Tanrıtanımazlar Derneği din aleyhtarlığı yapıyordu. 1929’da dini toplantılar ve dini derneklere müsaade edildi. 1943’te ise Ortodoks Kilisesi’nin kendine Patrik seçmesi kabul edilmiştir.
Basmacı Hareketi
Rusya’da Türkistan’ın istiklali için faaliyet gösterenlerin milli ayaklanmalarına verilen genel ad.
"Baskın yapan, hücum eden” manasına gelen bu tabir, Çarlık döneminde Ruslar tarafından Türkmenistan, Başkırdistan ve Kırım’da faaliyet gösteren çeteciler için kullanılmıştır. Basmacılar halka dokunmazlar, sadece Rus memurları soyar, hazine mallarını yağmalar ve aldıkları ganimetleri fakirlere dağıtırlardı. 1917 Bolşevik İhtilali’nden sonra Türkistan’da faaliyet gösteren silahlı mukavemet kuvvetlerine Basmacı denilmesinin sebebi, bu kuruluşların başına geçenlerin bir kısmının ihtilalden önceki yıllarda da Basmacılık yapmış olmalarıdır. 1917 İhtilali’nden önce ve sonra Ruslara karşı silahlı mücadelede bulunan Türkistanlılar, kendilerini hiçbir zaman Rusların “haydut, çeteci” anlamında kullandıkları ve dünyaya böyle göstermek istedikleri tarzda Basmacı olarak tanıtmamışlar; İslam askerleri, vatan müdafaacıları ve Türkistan azatlığının askerleri olarak göstermişlerdir. Basmacı hareketlerinin tek gayesi, “Türkistan, Türkistanlılarındır” sloganında ifadesini bulan, Türkistan’ı Ruslardan kurtararak istiklaline kavuşturmaktı.
Basmacı Hareketi 1918 yılında Korbaşı Ergaş’ın liderliğinde Hokand şehrinde başladı ve kısa zamanda diğer bölgelere de yayıldı. Hokand’da üç gün içinde Ruslar tarafından 10.000’den fazla Türkistanlı öldürüldü. 1918’de kırktan fazla korbaşının (Türkistanlı lider) önderliğinde yapılan mücadelelerde ayaklanmalar Fergana Vadisi’ne yayıldı.
Bu bölgede Ruslarla birlikte hareket eden Ermeniler 180 köyü ateşe verdiler ve yaklaşık 20.000 kişiyi öldürdüler. 18 Ağustos 1919’da Rus orduları Türkistan cephesi kumandanlığına getirilen Frunze’nin belirttiği gibi Sovyetler’in amacı bütün, Türkistan’ı işgal etmekti. Basmacılar ile Kızıl Ordu arasında çok kanlı savaşlar oldu.
Fergana Vadisi’nde Mehmed Emin Beg, Şîr Muham- med Beg, Nur Muhammed Beg, Hal Hoca ve Korbaşı Parpi gibi liderlerin emri altındaki mücahidler zaman zaman Sovyet ordusuna kayıplar verdirdiler ve mücadelelerini 1921'e kadar sürdürdüler. Bölgenin lideri Mehmed Emin Beg 1919’da geçici bir Fergana Hükümeti kurduysa da 7 Mart 1920’de Sovyetler’e teslim olmak zorunda kaldı. Yerine geçen Şîr Muhammed Beg de Sovyetler’e boyun eğmedi. 3 Mayıs 1920’de geçici bir Türkistan hükümeti kurarak komşu devletlerle münasebet kurmaya çalıştı. Bu arada 31 Mayıs’ta kardeşi Nur Muhammed’i Afganistan’a elçi olarak gönderdiyse de Kızıl Ordu, Hîve Hanlığı’nı ve Buhara
Emirliği’ni işgal etti. Sovyet Rusya’nın buralarda merkeze bağlı halk cumhuriyetleri kurdurmasına rağmen halk milli mücadeleye devam etti. Enver Paşa’nın ölümüyle Basmacı hareketleri sona ermedi; fakat genellikle Rusların üstünlüğü ile devam etti. Kızıl Ordu, Basmacılara karşı savaşını her yerde sürdürdü. Mücahitlere yardım eden Türkler hapishanelere atıldı. Böylece Basmacılığın birinci devri sona erdi. 1924’te başlayan Basmacılığın ikinci devresinde mücahitler silah buldukça mücadeleye devam ettiler. Bu mücadelelerde 1935’e kadar sürdü ve bu tarihte Ruslar Basmacılık harekâtına kesin olarak son verdiler.
Basmacı harekâtının başarıya ulaşamamasının başlıca sebepleri arasında korbaşı denen Türkistanlı liderlerin kendi aralarında düzenli bir birlik ve merkezi bir kumandanlık kuramamaları, savaşlarda tank, uçak, top ve zehirli gaz gibi silahlar kullanan Ruslara karşı mücahitlerin makineli tüfeklerinin bile olmayışı ve nihayet dışarıdan yardım alamamaları zikredilebilir.
Ruslar, Basmacılara karşı kazandıkları başarıları tarihlerinin kahramanlık sayfaları olarak kabul ederler. Dışarıya karşı haydutluk olarak tanıttıkları bu hareketlerin birçok Sovyet kumandanı ve aydını tarafından bir milli mücadele olduğu itiraf edilmiştir.
Nitekim Sovyet ordularının Türkistan cephesi kumandanı olan Frunze Basmacılığın çetecilik olmadığını, eğer böyle olsaydı onların daha önceden ortadan kaldırılabileceğini ifade ederken, Sovyet Rusya komiseri olarak savaşlara katılan Skalov, “Basmacı’lık Türkistan halkının yabancı hâkimiyeti aleyhindeki milli isyanıdır” demektedir.
Türkistan’da Sovyet hâkimiyetini kuran Valeriy Kuybesev ise bu hareketi sadece bir haydutluk kabul etmenin yanlış olacağını, onun siyasi bir inkılap olduğunu söyler. Ginzbur ve Vasilewskiy adlı Sovyet komiserleri de, Basmacılığın gayesi; “Türkistan’ı Rusya’dan kurtarmak ve zulümsüz bir Türkistan kurmaktan ibarettir.” derler. Sovyet edibi Boris Pilnyak ise, Basmacılar isim ve şeref sahibidirler, demiştir. Bununla birlikte Sovyetler Birliği’nde çıkan eserler bu konuda genellikle sübjektiftir. Nitekim Sovyetler, Basmacılık meselesiyle ilgili arşiv belgelerinin yayımlanmasına henüz izin vermemiştir.
Sovyet Dış Politikası
Çarlık Rusya’nın Ekim 1917 İhtilali ile savaştan çekilmesi İtilaf devletlerini oldukça rahatsız etmişti. Özellikle Rusya’nın, Almanya ile yaptığı 1918 tarihli antlaşma müttefikler için ciddi bir tehlike demekti. Rusya kendi cephesini doğudan Japonya, batıdan İngiltere, Fransa ve ABD az da olsa Rus cephesine asker yığdılar. Fakat 1918’de Almanya’nın teslimi ile Cihan Harbi sona ermiş ve bu cephenin de bir önemi kalmamıştır.
Müttefiklerin şimdi yapacağı şey ise Bolşevik aleyhtarı faaliyetlere destek vermekti. Fakat bu da çok etkili olmamış ve Rusya 1921’de içeride oluşan bütün aleyhtar faaliyetleri bastırmıştır. Böyle olunca müttefikler de Rusya’dan tamamen çekilmişlerdir.
Sovyet Rusya ile Batılıların ilişkileri tam sakinleşti derken Polonya meselesi yüzünden ipler yeniden kopmuştur.
I. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Polonya, sınırlarını genişletme düşüncesiyle Ukrayna’ya girmek istedi ise de Rusya’nın buna tepkisi sert oldu. Rus orduları kısa sürede Polonya’nın başkenti Varşova’ya ulaştı. Polonya’nın yardımına İngiltere ve Fransa yetişti ve Ruslar ağır bir yenilgiye uğradı. 19 Mart 1921 Riga Barışı ile Polonya sınırlarını daha da genişletiyordu.
Bu hadise barıştan bahseden Sovyet Rusya için bir tezat oluşturuyordu. Ne Batılılar Rusya’ya ne de Rusya Batılılara güven veriyordu.
Sovyet Rusya Tanınıyor
Batılı devletler her ne kadar Rusya gibi bir devleti tanımak istemeseler de görmezden gelseler de ortada bir Rusya gerçeği vardı ve bu gerçeği görmek zorundaydılar. Nitekim Batılılar Rusya’yı tanımak için sıraya geçiyordu:
Ocak 1924’te İtalya, Şubat 1924’te İngiltere, Ekim 1924’te Fransa 1933’te Birleşik Amerika ve daha birçok devlet Sovyetler Birliği’ni ve yeni rejimini tanımışlardır.
Batılıların Sovyetler Birliği’ni tanıması taraflar arasında güveni tam olarak tesis etmemişti. Çünkü Rusya, Moskova’dan milletler arası komünist hareketleri yönetmeye devam ediyordu.
Versay Antlaşması’nın getirdiği eşitlik ve Avrupa’dan dışlanmışlık Almanya ile Sovyetler Birliği’ni birbirine yaklaştırmıştır.
Alman Rus Yakınlaşması ve Rapallo Antlaşması
Sovyetler Birliği’nden ise Çarlık dönemine ait borçlar ile ihtilal sonrası devletleştirilen Batılılara ait malların ödenmesi talep ediliyordu. Bu kıskaç ister istemez iki devleti yakınlaştırmış ve 16 Nisan 1922’de Rapallo Antlaşması imzalanmıştır.
Almanya için Rapallo, Versay’ın kötülüklerinin Rusya tarafından düzeltilmesiydi.
Bu antlaşma Batılıları birden heyecanlandırmıştı. Hatta bu antlaşmanın gizli maddesi olup olmadığını sordular. Antlaşmanın gizli maddesi yoktu ve Almanya ile Rusya savaş sonrası karşılıklı olarak aralarındaki her türlü iddiayı sonlandırıyorlar ve bembeyaz bir sayfa açıyorlardı. Fakat Almanya’nın Locarno Antlaşmasını imzalaması Sovyetleri korkutuyordu. Almanya, Batılıların saflarına mı geçiyordu? Almanya’yı memnun etmek için Sovyetler ne gerekiyorsa yapmalıydı. İlk adımı atan Sovyetler, Polonya ile ilişkilerini düzeltmiş ve Sovyet Dışişleri Bakanı Çiçerin 1925’te Varşova’yı ziyaret etmişti. Sovyetler bir adım daha atmış ve 1926’da Berlin’de yeni bir Alman - Sovyet antlaşması imzalamıştı. Bu yeni antlaşmaya göre taraflardan biri saldırıya uğrarsa diğeri tarafsızlığını koruyacaktı.
Siyasetçilere göre Berlin Antlaşması, Bismark’ın Karşılıklı Teminat Antlaşması’na benzemektedir. Alman - Sovyet yakınlaşması 1933 yılında Hitler’in iktidara gelişine kadar normal seyrinde devam edecektir.
Alman - Sovyet yakınlaşması bile Sovyetleri çok tatmin edemiyordu. Zira İngiltere ve Fransa tehdidi Sovyetler’in hep aklını kurcalıyordu. Fransa’nın Çarlık Rusyası’ndan alması gereken borçlar, ayrıca Fransa’nın Rusya sınırlarında bulunan Polonya, Çekoslovakya ve Romanya ile yakından ilgilenmesi iki devlet arasında iyi münasebetlerin kurulmasını engelliyordu.
Sovyet Rusya'nın Saldırmazlık ve Tarafsızlık Politikası
Sovyet Rusya, Batı ile (Almanya hariç) ilişkileri iyi olamıyordu. Kendisine karşı yapılması muhtemel bir saldırı durumunda en azından komşu ile arasını iyi tutmaya çalışıyordu. Yani Sovyet Rusya komşularının kapısını çalmalı ve onlarla tarafsızlık ve dostluk antlaşmaları imzalamalıydı.
Sovyet Rusya’nın çaldığı ilk kapı Türkiye olmuştu. Aslında Rusya, Türkiye’nin batılılar ile olan sorunlarından istifade etmeyi bile düşünüyordu. Çünkü Musul yüzünden Türk - İngiliz münasebetleri çok kötü idi. Bu durumda etkili olunca 1921’den beri devam eden
Sovyet - Türk dostluğu bir antlaşma ile neticelenmiştir. 17 Aralık 1925’te Paris’te Türk - Sovyet dostluk ve saldırmazlık paktı imzalandı. Antlaşmaya göre iki ta- w raftan birine bir saldırı olması durumunda diğeri tamamen tarafsız kalacaktı.
Rusya kapıları çalmaya devam ediyordu. Rusya’nın teklifini her devlet sıcak karşılamıyordu. Finlandiya, Fransa, Estonya, Letonya, Polonya ve Romanya saldırmazlık teklifine hayır derken; Litvanya, Afganistan ve İran Rusya ile antlaşma imzalıyordu.
Kellog Paktı’na davet edilen Rusya buraya girmeye yanaşmışsa da üyeliği için Amerika’nın onayı gerekiyordu. Rus Dışişleri Bakanlığı’na getirilecek Lituinov, Amerika’nın onayını beklemeden Türkiye, İran, Letonya, Litvanya, Polonya, Dantzig Serbest Şehri ile Lituinov Protokolü’nü imzalamış ve antlaşma yürürlüğe girmiştir.
Sovyet Rusya kendini güven altına almaya çalışıyordu. Batılılar Almanya’ya karşı sessizdir. Bu sessizlik Rusya’yı endişelendirecektir. Acaba Batılılar, Hitler’i Rusya’nın üzerine mi saldırtacaktı? Bu korku ve soru işaretleri II. Dünya Savaşı’na kadar devam etmiştir.